Spor yazını ve sporcu biyografilerinin sıkıcılığı

Geçtiğimiz hafta içerisinde Alex Ferguson'un ikinci kitabı yayımlandı. Sir ünvanlı futbol adamının, 26 yıllık Manchester United kariyerini anlattığı ilk kitabını, biraz da zahmete girerek edinmiş ve gerçekten merak ediyor olsam da, henüz okumadım. Yeni kitap üzerine Britanya basınında yapılan değerlendirmeleri okurken, neden bu ilk kitabı okumadığımı kendime sordum. Çok da matah bir soru olmamakla birlikte, bu yazıya ilham kaynağı oldu. 

Entellektüeller futbolu keşfedeli ya da spora olan sevgilerini dışavurmaya başlayalı beri, spor yazını olarak adlandırılabilecek alanda üretim arttı ve çeşitlendi. Bu süreçte Eduardo Galeano ve Simon Kuper'in kitaplarının buzkıran gemisi işlevi gördüğü söylenebilir. Hatta bir metafor denemesiyle, bu iki yazarın sırasıyla "Gölgede ve Güneşte Futbol" ve "Football Against the Enemy" (tr. Futbol Asla Sadece Futbol Değildir) adlı kitaplarının, 1982 yılında Marquez'in Nobel Edebiyat Ödülü'nü almasından sonra kıtadaki edebiyat patlamasını tanımlayan "Boom Latinamericano" benzeri bir etki yarattığını söyleyebiliriz.

Spor kitaplarını tek bir kategori altında toplamak doğru değil elbette. Ancak bu iki eserden sonra, spor tarihi ve spor ekonomisi araştırmaları artarken, özellikle iktidar, kamusal alan, sivil toplum üçgeninde spor sosyolojisi olarak tanımlanabilecek bir alt disiplin oluştu ve üniversitelerde bu alanda bölümler ve araştırma merkezleri açıldı. Spor yazınında bir diğer gelişme, sporcu ve diğer profesyonellerin biyografi ve otobiyografilerinin sayısındaki artış oldu. ABD ve İngilter'deki yayıncılık sektörü, bu işin şampiyonları. Bu iki ülkenin, televizyon yayınlarının yaygınlaşmasıyla birlikte, spor endüstrisi ürünlerinin en çok çeşitlilik gösterdiği iki ülke olduğu düşünülürse, biyografi ve otobiyografi alanındaki liderlikleri de şaşırtıcı olmuyor.

Buraya kadar her şey güzel. Kitapçılarda spor rafları giderek genişliyor, kendi müstakil alanına kavuşuyor ve entellektüeller de artık sporseverliklerini gizleme gereği duymuyorlar. Tıpkı tiyatro, sinema ve müzik gibi, spor üzerine düşünüp çalışmak da, artık dört başı mamur bir kültürel hatta duruma göre entellektüel faaliyet olarak anılabiliyor. Ancak bir sorun var, spor kitaplarının büyük bir bölümü kelimenin tam anlamıyla sıkıcı! Özellikle biyografiler ve otobiyografilerin birçoğu, 30-40 sayfadan sonra insanda, keçiboynuzu yemeye benzetilen o tekrar ve bıkkınlık hissini uyandırıyor. Bu kitaplar, yazarın kendi portresini anlattığı otobiyografi türünde de olsa, gölge yazarlar tarafından kaleme alınıyorlar. Bir başka deyişle sporcu otobiyografilerinin sıkıcılığı, esere konu olan bireyin kalem tutma becerisinin, top tutma becerisinden zayıf olmasından kaynaklanmıyor. Aslında bu kitapların sıkıcılığı, bir profesyonel sporcunun, çocukluğundan sporda en üst seviyeye ulaştığı ana kadar gelişen yaşamının tekdüzeliğinden kaynaklanıyor. Bu tekdüzeliği en çok, Mo Farah'ın 2013 yılında, olimpiyat dublesine dünya şampiyonluğu dublesini de eklemesinden hemen sonra yayımlanan, "Twin Ambitions" isimli otobiyografisinde gözlemlemiştim. Henüz aktif sporculuk yaşamı sonlanmadan, ülkesinin gelmiş geçmiş en başarılı sporcularından birisi olduğu tescil edilmiş Somali kökenli bu sempatik adamın yaşamı koşmaktan ibaret olduğundan, bu yaşamın anlatıldığı birkaç yüz sayfa da pek renkli olmuyor. Farah'ın hem kendisinin, hem de birkaç yıl önce doğmuş olan çocuklarının ikiz oluşu gibi bazı ilginç anekdotlarla kitabın son sayfasını çeviriyorsunuz.

Atletizmin aksine, takım sporları ve özellikle de futbol gibi taraftarlık ve diğer sosyolojik olguların etken olduğu branşların sporcularının biyografileri de, okurun genel kültürüne sanıldığı kadar katkı sağlamıyor. Bu konuda ancak, bazı istisnalardan söz edilebilir. Böyle bir istisnai çalışmayı bu yaz okudum. Yugoslavya futbol milli takımının son teknik direktörü olan ve bu nedenle bölgede, "Yugoslavya'nın Son Başkanı" olarak da anılan Ivica Osim biyografisi, dünyada futbolseverler arasında, Japonya'daysa futbolla ilgili ilgisiz hemen herkes nezdinde bir bilgin olan eski futbolcu ve teknik direktörün biyografisi, kahramanının kişiliği ve yazarının da futbola meraklı bir şair olması nedeniyle, favorilerim arasında yerini aldı. İngilizce çevirisiyle "Ivica Osim: The Game of His Life" başlığını taşıyan kitap özellikle, parçalanma öncesi bölgesel ve etnik rekabetin su yüzüne çıktığı Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti'nde milli takımın, futbol hiyerarşisinde Belgrad ve Zagreb'in arkasında kalan Saraybosna'dan bir teknik direktöre emanet edilmesi meselesi hakkında ilgi çekici bilgiler ve değerlendirmelere yer veriyor. Futbol meraklısı sosyolog, tarihçi ve bil cümle entellektüelin okuyup, arkadaşlarına gururla bahsedebileceği ender çalışmalardan birisi, Türkçe çevirisiyle ilgilenecek yayıncılara duyurmuş olalım.

Tabi sporcu otobiyografisi de olsa kitap kitaptır, çok da yermemek lazım. Galatasaray'ın henüz bir istikrara kavuşamasa da gelecek vaat eden stoperi Semih Kaya, A takıma yükselişinin ilk yılında verdiği bir röportajda, fazla kitap okumadığını ve yalnızca futbolcu biyografilerini okuduğunu söylemiş, örnek olarak da Marcel Desailly'in Türkçeye de çevrilen otobiyografisini anmıştı. "Kaptan" başlığını taşıyan bu çalışma, bir Afrika kökenli futbolcunun, hem de en iyilerinden birisinin, Avrupa'nın değişik kentlerinin ahalisi tarafından nasıl karşılandığını anlatması bakımından ilginçti. Hiç yoktan iyidir.