Euroleague çeyrek finalleri

Euroleague'de Çeyrek Final eşleşmeleri geride kalırken, 3 favori Dörtlü Finale yükselmiş oldu. Favorisi olmayan Barcelona-Olympiakos serisini ise, Spanoulis ve arkadaşları, saha dezavantajına rağmen kazanmayı başardı.

Laf açılmışken bu seriden başlayalım. Yunanistan basketbolu, her sezon iddiasını belirli bir seviyede tutmayı başaran iki takıma sahip olmasına rağmen, tam da yalnızca bu iki takıma sahip oluşundan ötürü eski günlerinden oldukça uzakta. Bununla birlikte, halen oyuncu yetiştirmeye devam ediyorlar ve özellikle Olympiakos, gücünü en çok ihtiyaç olan anda bir araya getirip, hücum gücü yüksek rakibinin ritmini bozarak, bitirici hamleyi yapabiliyor. Barcelona kendi evindeki 2. maçta, Mantzaris ve Spanoulis'in dış atışlarıyla, Printezis'in kendine has hücum yeteneğine çare bulamadı. Seri 1-1'e gelip, ironik ismiyle Pire'deki Barış ve Kardeşlik Salonu'na taşındığında ise gardı çoktan düşmüştü Katalanların. Serinin 4. maçında Olympiakos hücumunu köşeye sıkıştırabildiler aslında, bu sıkıştırmaya Spanoulis, üzerindeki ikili hatta kimi zaman üçlü sıkıştırmalara rağmen ya sayı atmayı, ya da boştaki arkadaşını bulmayı başararak yanıt verdi. Ev sahibi, ses bombalarının patlamasına ihtiyaç duymadan kazandı.

Real Madrid-Anadolu Efes serisi de benzer bir seyir izlemekle beraber, aynı sonucu vermedi. Avrupa'nın kağıt üzerinde en yüksek hücum gücüne sahip, sevdiği hızlı oyunu oynayabildiğinde, birkaç dakikada maç koparabilen bir takım olmasına rağmen, tıpkı Barcelona gibi, RM de kırılgan bir yapıya sahip. Oyun tarzlarını ve ritimlerini sahaya yansıtamadıkları maçlarda, alternatif üretemiyorlar. Daha somut bir ifadeyle, belki de en hızlı Avrupalı guard olan Sergio Llull'un driplingleri ya da rakibe yapılan baskıyla kazanılan toplarla çıkılan hızlı hücumlar ve "transition" basketbolunu uygulayamayınca, moralleri bozuluyor. Efes'in İstanbul'da kazandığı serinin 3. maçının 2. yarısında bu durumu gösteren bir örneğe çıplak gözle tanıklık ettik. Llull, Efes savunması yerleşmeden bir üçlük attı, girmedi ve Efes'in, ribaundu alıp hızlı hücuma çıkmasını yugoslav faulüyle kestikten sonra, oldukça sinirli bir biçimde kenara gelerek, hırsını su şişelerinden çıkardı. Real Madrid'in son iki Finalde, önce Olympiakos'a, sonra Maccabi'ye kaybetmesinin başlıca nedeni de, göze hoş gelen hızlı oyunlarını oynayamadıklarında bir alternatif üretememeleriydi. Bu durumun bir başka örneğini de, geçtiğimiz Eylül İspanya'da düzenlenen Dünya Kupası'ndaki İspanya-Fransa maçında gördük. Thomas Heurtel'in liderliğindeki atletik oyuncularıyla Fransa, kimi otoritelere göre şampiyonluk şansı ABD'nin dahi önünde görülen İspanya'yı darmadağın etmiş ve RM kadrosunun da temel taşları olan, Llull, Rudy Fernandez ve Sergio Rodriguez herhangi bir reaksiyon gösteremezken, tek başına Pau Gasol'un çabaları yeterli olmamıştı. Efes'te de Heurtel direksiyondaydı ve Efes'in hücum gücü, Fransa milli takımının seviyesinde olmasa da, kılpayı kaybedilen ikinci maçta Krstic ve üçüncü maçta Janning'den ihtiyaç duyulan sayılar gelmişti. Ancak Efes'in, hem iyi savunma hem de iyi hücum yapabilecek beşi aynı anda oluşturamaması ve Madrid'in tam saha baskı uyguladığı anlarda çok top kaybı yapması, favori olan takımın seriyi kazanması sonucunu getirdi.

Fenerbahçe Ülker'in Maccabi'yi geçmesi bekleniyordu, ancak özellikle İstanbul'da oynanan 2. maçta FBÜ'nün rakibine nefes dahi aldırmaması yine de şaşırtıcı oldu. Ne de olsa Maccabi son şampiyondu ve tıpkı RM gibi, hızlı oyunu seven ve oynayabilen oyunculardan kurulu bir takımdı. Burada hem Maccabi'nin geçen sezonki kadrosundan önemli oyuncuları kaybettiğini-en önemli oyuncularından Rick Hickmann bu sezon İstanbul'un sarı-lacivertlilerinde sakatlığı nedeniyle kenarda oturuyor- hem de FBÜ'nün takım olarak çeyrek finale istim üzerinde gelmiş olmasının payı var. Obradoviç'in özellikle Goudelock, Veselj hatta istikrarsızlığıyla bilinen Semih Erden gibi oyuncuları bir üst seviyeye çıkartması da, Fenerbahçe'ye rahat bir biçimde Dörtlü Final vizesini aldırdı.

CSKA Moskova-Panathinaikos serisi için söylenecek çok fazla bir şey yok. Yunanistan'daki ekonomik krize, ezeli rakipleri Olympiakos kadar direnemeyen 2000'li yılların en başarılı Avrupa takımı Pana, OAKA Salonu'nun çılgın atmosferinde, Nikos Pappas'ın üçlükleriyle bir maç koparmayı başardı. Ancak Krilenko'nun da katıldığı CSKA, önceki sezonlardaki kırılganlığını atlatmış bir görüntü çizdi ve Dörtlü Finale rahat yükseldi.

15 Mayıs'ta Madrid'de başlayacak olan Dörtlü Finali kimin kazanacağını ise, takımların form durumu, sakatlıklardan kaynaklanan zaaflar ve psikolojik etkenler belirleyecek gibi. Bu dört takımın hepsinin bir diğerini yenebileceğini düşünüyorum. Hiçbirisi bu karenin içerisinden baskın favori olarak sıyrılamıyor. Real Madrid evsahibi avantajını ve en yüksek hücum potansiyeline sahip takım olma özelliğini taşıyor. CSKA pota altında her zamanki gibi güçlü ve kötü alışkanlıklarını bastırmaya çalışan Teodosiç, formda ve oynamaya her an hazır De Colo ve doğuştan skorer Weems ile güçlü bir gard rotasyonuna sahip. Olympiakos işini her zamanki ciddiyetiyle yaparak hem atan hem attıran Spanoulis ve atletik uzunlarıyla, CSKA'ya tatsız bir sürpriz yapabilir. Fenerbahçe ise güveni en üst seviyede olan takım belki de, ayrıca Bjelica gibi diğer bütün takımların gıpta ederek baktığı harika bir oyuncuları var.

Unutmamak gerekir ki, son 3 Dörtlü Finali de favori olmayan takımlar kazandı. Kısacası Madrid'de her şey mümkün.