Devlet sahnesi

"Futbolun da sözün de bittiği yerdeyiz. Bu saatten sonra ligi kimin kazanacağının ne önemi var, lanet olsun".

Rize deplasmanından dönüş yolunda, Fenerbahçe takımını taşıyan otobüse yapılan silahlı saldırıdan sonra, birçok spor yorumcusunun, yukarıdaki cümlelere benzeyen ifadeler kullandığını gördük. Bu gruptaki yorumcuları, Bilgin Gökberk'in deyimiyle "topa girmeyenler" olarak tanımlayabiliriz. Böyle gireceklerine hiç girmeseler şu toplara keşke diyebileceğimiz ikinci grup ise, büyük resimi görmek isteyerek, ülkede yaşanan her bir asayiş olayı ile, otobüs saldırısı arasında bağ kurmaya çalışanlardan oluşuyor. Otobüs saldırısını ciddi biçimde ele alan az sayıdaki yorumcudan birisi Mehmet Demirkol oldu. Demirkol özetle, profesyonel futbolun iki temel unsuru olan ve bunlardan birisinin yokluğu halinde profesyonel futbolun da varlığının sona ereceğini vurguladığı oyuncular ve taraftarlardan hiç ses çıkmamasını eleştiriyor. Gerçekten de futbolcular bireysel açıklamalar dışında herhangi bir tepki göstermediler. Bu ifade, oyuncuların öteden beri kendilerini üretici güç olmakla sınırlayıp, yönetime ilişkin herhangi bir eğilim göstermemeleri düşünüldüğünde, kulağa anlamsız gelebilir. Her şeye rağmen, hayati tehlikenin yaşandığı bir olay sonrası bir dayanışma açıklaması bekliyor insan.

Şampiyonlar Ligi'nin Avrupa'nın en önemli ticari markalarından birisi haline gelmesinden sonra UEFA, kendi ismiyle düzenlenen kupayı da ihya etmeye çalışmış ve işe isim değişikliğiyle başlamıştı. Avrupa Ligi olarak anılmaya başlanan turnuvanın mottosu ise, "Düşler Sahnesi" olarak belirlendi. Profesyonel futbol bir oyun olduğuna göre, oynandığı platforma sahne benzetmesi yapmakta da beis yok. Bu sahnenin vazgeçilmez unsurları da, oyuncular ve seyirci ya da taraftarlar. Peki bu unsurlar, Türkiye futbolunda başrol olma vasıflarını sürdürebiliyor mu hala? Türkiye'de futbol kulüplerinin her geçen yıl katlanan vergi borçları devlet tarafından affediliyor ya da erteleniyor. Ülke çapında TOKİ tarafından ihaleye çıkarılan onlarca stadyumun inşaatı sürüyor. Ligin sponsoru Spor Toto, Türkiye kupasının sponsoru Ziraat Bankası. Maç yayınları, bir kamu kurumu kontrolündeki bir kanaldan gerçekleştiriliyor. Federasyon ve Kulüpler Birliği Başkanlarının Devlet yöneticileriyle yakınlığı biliniyor. Liste biraz daha uzatılabilir. Bütün bu olgular, ülkemizdeki futbol sahnesinin baş aktörünün devlet olduğuna, bu sahnenin deyim yerindeyse devlet sahnesine dönüştüğüne işaret etmiyor mu? Bununla birlikte şu itiraz gelebilir, stadyum ve benzeri altyapı yatırımlarını devletin yapması, bunun kamusal bir yatırım olması doğru değil mi?

Bu itiraz genel anlamda yerindedir, ancak günümüzde devlet yatırımlarının kamusal niteliğini kaybedip, iktidar ilişkilerinin gidişatına göre yönetildiği göz önüne alındığında anlamını yitirmektedir. Biraz daha açalım, kamusal politika ya da yatırım, belirli bir hukuki altyapıya, politika bütünlüğüne sahip ve evrensel (genel) nitelikte olmalıdır. Bu nitelik olmadığı zaman, keyfiyete kapı açılır. Keyfiyetin hakim olduğu bir iklimde de, bireyler ve gruplar bağımsızlıklarını kaybederler. Bugün Türkiye'de birkaç taraftar grubu haricinde ne oyuncular ve teknik direktörler, ne de yöneticiler ya da yorumcular bağımsız aktörler değiller. Kanımca, böyle olduğu için de, amatör kümelerden Süper Lige kadar, hemen her hafta gerçekleşen şiddet olaylarını ya da başka herhangi bir sorunu çözmek için bir girişimde bulunma imkanından uzaklar.