Çok favorili, bol çekişmeli Euro Basket

Geçmişi 2. Dünya Savaşının öncesine uzanan ve günümüzde de varlığını sürdüren  uluslararası organizasyonların sayısı, özellikle takım sporlarında fazla değil. Eski adıyla Avrupa Uluslar Kupası olan UEFA Euro, ve eski adıyla Şampiyon Kulüpler Kupası olan Şampiyonlar Ligi, sırasıyla 55. ve 60. yıllarını kutluyorlar. Bu çok da uzun sayılamayacak tarihçelerine rağmen bu organizasyonlar ve bilhassa Şampiyonlar Ligi o kadar önemli hale geldi ki, "Avrupalılık" kimliği konulu analizler ve akademik çalışmalarda sıklıkla atıfta bulunuluyor. Günümüzdeki ismiyle Euro Basket, bu iki futbol turnuvasından da eskiye uzanan tarihiyle, savaş öncesinin o az sayıdaki turnuvaları arasında yerini alıyor. Turnuva tarihinde madalya sıralamasının ilk iki sırasında, iki eski ülke, Sovyetler Birliği ve Yugoslavya bulunuyor. 38 altın madalyadan 22'sini bu iki ülke kazanırken, geriye kalan 16 birinciliği, 11 ülke paylaşmış.

Her iki ülke dağıldıktan sonra geçen çeyrek asırda ise, bir ülkenin benzer bir egemenlik kuramadığını görüyoruz. Bu nedenle Euro Basket, Dünya Şampiyonası ya da Olimpiyat Oyunları basketbol turnuvasına nazaran, çekişmenin daha yüksek olduğu bir turnuva. (Söylemeye gerek yok, bu iki turnuvayı gümüş madalya mücadelesi seviyesine indiren ABD'nin egemenliği bu farkı yaratıyor). Beş ya da altı şampiyonluk favorisi ve bundan biraz daha fazla madalya adayının olduğu bir turnuva olan Euro Basket'in 2015 edisyonu, bu kez tek bir ülkede değil, dört farklı ülkede oynanmakta olan grup maçlarıyla başladı. Bu turnuvayı ilginç kılan bir diğer özellik ise, takımların NBA oyuncuları da dahil olmak üzere güçlü kadrolarla arz-ı endam etmeleri. Bunun da en önemli nedeni, 2016 Rio Olimpiyat Oyunları eleme turnuvasına katılımın, Euro Basket'ten geçmesi. 

Biraz daha yakından bakalım. Türkiye'nin grubunda yer alan İtalya, 3 NBA oyuncusu Gallinari, Bargnani ve Belinelli'yi ilk defa bir arada turnuvaya getirmeyi başardı. San Antonio Spurs ile şampiyon olarak tamamladığı bir önceki yılın yaz aylarını dinlenerek geçiren Tony Parker, ev sahiplerinden birisi olan ülkesi Fransa'nın direksiyonuna yeniden geçti. De Colo ve Heurtel ile birlikte turnuvanın en güçlü gard rotasyonuna sahipler belki de. Geçtiğimiz yılı, altın jenerasyonunun kendi evinde dünya şampiyonu olmasını beklerken hayalkırıklığıyla kapatan İspanya, yine Pau Gasol ve tecrübeli Real Madrid dörtlüsüyle, bu hayalkırıklığını üzerinden atmaya çalışacak. Yaşı ilerlemiş yıldızlar arasında dönüşü belki de en çok beklenen, Dirk Nowitzki. Şu son 15 yılın, fiziksel özellikleri ve hücum becerileri sayesinde belki de bire bir eşleşmesi en zor oyuncusu olan Alman yıldız, tıpkı Parker gibi evsahibi avantajını kullanmak isteyen ülkesinin liderliğini yapacak. Yunanistan, kadroyu 12 kişiye indirirken gençleri feda etti ve deneyimli oyuncuları takımda tuttu. Nadir görülebilecek biçimde, 10 yıl önce Avrupa Şampiyonu olan kadrodan 3 kişi, Spanoulis, Bourousis ve Zizis takımda yerini aldı. İddialı takımlardan belki de bir tek Litvanya, 36 yaşına gelen Lavrinovic kardeşleri kadroya almayarak, Toronto Raptors'da oynayan pivot Valanciunas'ın en önemli yıldız olduğu bir kadro oluşturdu. Buna rağmen, Litvanya kadrosunda da deneyimli oyuncuların fazlalığı dikkat çekiyor. 

Turnuvada Türkiye, Sırbistan, İspanya, Almanya, İtalya ve İzlanda'yla birlikte, oldukça zorlu bir grubun içerisinde yer alıyor. Ergin Ataman, makul bir hedef belirleme amacıyla olsa gerek, 3. sırayı işaret ediyor. Grupta 4. sırayı alacak takım da bir üst tura yükselecek ama, bu ihtimalde çarpraz eşleşmeden Fransa'yla, hem de Fransa'da zorlu bir randevuya çıkmak, hem Koç Ataman'ın, hem de oyuncuların çekindikleri bir olasılık. Türkiye, gümüş madalya alınan 2010 Dünya Şampiyonasını istisna olarak düşünürsek, şampiyonalara iddialı geldiğinde kötü sonuçlar almak ve daha mütevazı kadrolarla geldiğinde iyi maçlar çıkarmak gibi ilginç bir üne sahip. Bu noktada, Socrates dergisinin eylül sayısında yer verilen " '79 Jenerasyonu" dosyasının anımsattıklarına dikkat edilmeli. Bu kuşağın başını çektiği takımların 2000'li yıllardaki performansları değerlendirilirken iki görüş öne çıkıyor. Bir görüş, özellikle Türkiye'de düzenlenen 2001 Şampiyonasında alınan 2.liğe dikkat çekerek başarılı bir dönem geçirildiğini söylerken, diğer görüşü savunanlar, bu kuşağın potansiyelini tam olarak sahaya yansıtamadığına dikkat çekiyorlar. Bu görüşün, Sırbistan'da düzenlenen 2005 Euro Basket faciasından sonra ağırlık kazandığı söylenebilir. Bununla birlikte, dergideki röportaj dosyasından, 2005'te alınan başarısız sonuçların ardından kamuoyuna da yansıyan takım içi bölünme ve diğer yönetimsel sorunların, başarılı olunan 2001 yılında da mevcut olduğunu öğreniyoruz. Ancak bu turnuva için, takım içi karakter çatışmaları olmazsa, Türkiye başarılı olur tahmininde bulunmak biraz iyimser bir yaklaşım olacaktır. 

Türkiye'nin bu şampiyonadaki kadrosunun özeti şöyle çıkarılabilir: '94-97 doğumlu başarılı jenerasyonun birkaç temsilcisi, Sinan Güler, Melih Mahmutoğlu ve Barış Hersek gibi geçtiğimiz sezon içerisinde takımlarına değişen seviyelerde katkıda bulunmuş oyuncular, uzun bir süredir takımdan ayrı kalan Ersan İlyasova, NBA'de ilk sezonunda fazla süre almayan Furkan Aldemir, ne zaman ne yapacağını hiç kimsenin kestiremediği Semih Erden ve savunma zaafını, yüksek hücum gücüyle kapatmaya çalışan, devşirme kontenjanından Bobby Dixon. Bu kadar zorlu bir gruptan çıkıp, son sekiz ya da dörde kalabilmek için, potansiyelinin tamamına yakınını kullanması gereken bir kadro. Türkiye'nin, çeyrek final hedefini de unutmadan, öncelikle bir üst tura çıkmaya odaklanması doğru olacaktır.

Gruptaki iddialı takımlardan Sırbistan'ı sıçrama tahtası yaparak, yeni bir konuya geçelim. Bu turnuvanın önemli özelliklerinden birisi de, devşirme kontenjanı kullanan takımların sayısının artmış olması. Turnuvadaki 24  takımın yarısından fazlası bu kontenjanı kullanırken, bu takımların büyük çoğunluğu da hücum gücünü ya da yaratıcılığını arttırmayı amaçlayan tercihlerde bulunmuşlar (Devşirme oyuncular konusunda aydınlatıcı bir dosya, trendbasket.net sitesinde okunabilir). Sırbistan, bu kontenjanı kullanmayan takımlardan. Efsanevi Yugoslavya takımının genç yıldızlarından, 1995 Euro Basket finalinin kahramanı ve bugünün Koçu Alexander (Saşa) Djordevic'in bu konudaki görüşlerini, yine Socrates dergisinin Ağustos sayısında okuma fırsatını bulduk. Djordevic, ülkesinde belki de futboldan daha popüler bir spor olan basketbolda devşirme oyuncuya yönelmesinin hiç de doğru olmayacağını, kesin bir dille belirtiyor. 

Devşirme oyuncu uygulamasına neden ihtiyaç duyulduğu sorulacak olursa, akla ilk gelen gerekçe, katılımcı ülke sayısının 24'e çıkmasına karşın, üst düzey sporcu çıkarabilecek ülke sayısının bu rakamın çok altında kalması olur. Bu uygulamayla küçük ülkelere, takviye yapıp, şampiyonada iddialı duruma gelemeseler de, en azından sahada tutunabilecek takım düzenleri oluşturabilmeleri için bir araç sunulmuş oluyor. Böylece bir yandan, Şampiyonanın katılımcı sayısı artıp, basketbolun pazarı genişlerken, diğer yandan 30-40 farkla bitecek idman maçlarının önüne geçilmeye çalışılıyor. Bunun en başarılı hatta biraz da atipik bir örneğini, 2011 Euro Basket'te evsahibi Litvanya'yı yenerek yarı finale ulaşmayı başaran, Bo Mc Calebb önderliğindeki Makedonya takımında gördük. Üstelik devşirme oyuncuya, yalnızca nüfusu ve oyuncu havuzu az olan ülkeler değil, İspanya, Türkiye, Almanya gibi her zaman bir hedefi ve geniş oyuncu havuzu bulunan ülkeler de başvuruyorlar. Bu şampiyonada Pau Gasol'un, Chicago Bulls'dan pota altı arkadaşı Karadağlı Mirotic'i yanında getirmesi, ya da hücumda tek başına skor üreten oyuncu sıkıntısı çeken Türkiye'nin, Karşıyaka'da bu işi oldukça iyi yapan Dixon'u kadroya dahil etmesi örneklerinde olduğu gibi.

Bu anlamda devşirme uygulamasının, özellikle devşirme kontenjanının 1 oyuncuyla sınırlı tutulması halinde, sahadaki oyun kalitesini arttırmak, zayıf takımlardaki oyunculara, yetenekli bir oyuncunun liderliği altında, oyunlarını geliştirme şansı tanımak gibi yararları olabilir. Hatırlanacağı üzere, ulusal liglerdeki yabancı oyuncu serbestisi uygulamaları da 1 ya da 2 oyuncuyla başlamış, ancak sonradan bu sınırlamalar kaldırılmıştı. Eğer önümüzdeki yıllarda, uluslararası şampiyonalarda da bu sınırlama kaldırılırsa, maddi gücü yüksek olan federasyonlara önemli bir avantaj yaratılmış olacağı gibi, çok sayıda iddialı takımdan oluşan Euro Basket turnuvaları da, her sene birkaç takımın tekelinde devam eden Euroleague'e benzemekten kurtulamayacaktır. 

1. Gün maçlarını izledikten sonra not: Türkiye çok önemli bir galibiyetle başlarken, Semih Erden, rakibin zayıf pota altı savunmasının da yardımıyla, iyi maçlarından birisini çıkardı. İspanya-Sırbistan maçı da bir final provası niteliğindeydi ve Teodosic, belki de büyük oyuncu olmak için son şansını Djordevic'in rehberliğinde iyi kullanacağının işaretlerini verdi. İzlanda da son anlara kadar Almanya'yı zorladı. Her açıdan ilginç bir şampiyona olacağa benziyor. Sosyal medya ve sokaktan gelen seslere bakılırsa da, basketbol milli takımı, futbol milli takımından daha çok izleyici çekiyor.