Bir yılsonu muhasebesi

Haftalık bir yazı sütununun, spor hadiselerinin yıllık değerlendirmesini yapmak için en elverişli araç olmadığı düşünülebilir. Eksik kalan, hak ettiği ilgiyi görmeyen birçok konu olacaktır. Bu yazı da, özellikle konu başlıkların seçimi açısından oldukça öznel bir karakter taşıyor.

2014 yılı dünya sporunda uluslararası büyük organizasyonların ev sahipliği seçimlerinin, organizasyonlara ev sahipliği yapan ülkelerin insan hakları sorunlarının, hatta ekonomi ve sosyal politikalarının sıklıkla tartışıldığı bir yıl oldu. Soçi Kış Oyunları, Rusya Federasyonu'nun eşcinsellik karşıtı yasalarının uyandırdığı tepki ve Oyunlar süresince, 150 yıl önce yaşanan Büyük Çerkes Sürgününün anılmamasının gölgesinde başladı. Katar'a bahşedilen 2022 Dünya Kupası ise, hem aşırı sıcaklarda futbol oynamanın elverişsizliğiyle, hem ev sahipliği oylamasındaki rüşvet ve yolsuzluk soruşturmalarıyla (FIFA'nın kendi kendini soruşturduğu bu süreci önümüzdeki haftalarda detaylı olarak yazmak gerekecek), biraz da göçmen işçilerin ölümcül çalışma koşullarıyla tartışıldı. Brezilya'da merakla beklenen Dünya Kupası ise, kamu kaynaklarının sosyal politikalara değil, kupa sonrası işlevsiz kalacak olan debdebeli stadyumlara ve diğer müsrif harcamalara ayrılmasını protesto eden kitlesel gösteriler ile, zaten 2013 yılından itibaren anılıyordu.

Rusya haklı eleştirilere maruz kalmıştı; öte yandan Batı medyasının 100 yıllık Rus antipatisinin etkisini de, Soçi Oyunları hakkında yapılan yazılı ve görsel yayınlardan izlemek mümkün oldu. Buna rağmen, oyunlar ilerledikçe organizasyonun başarılı oluşuna ilişkin haberler daha fazla yer bulmaya başladı. Ev sahibinin madalya sıralamasında birinciliği almasıyla da, Rusya için her şeyin istenildiği gibi gitmiş oldu. Elbette Kış Oyunları bütçesinin tahminlerin çok ötesinde şişmesi, yılın son haftalarında petrol fiyatlarının dramatik düşüşü ve Rublenin de buna paralel seyriyle birlikte düşünülürse, Rusyalılar önümüzdeki yıllarda Soçi Olimpiyatını, aynı güzel duygularla anmayabilirler. Ne de olsa, 2004 Atina Yaz Olimpiyatındaki geri dönüşü olmayan yatırımların, Yunanistan krizine yaptığı etki hafızalarda yerini koruyor.

Brezilya için durum biraz daha acıklı oldu açıkçası. Milli takımları, hükümetin, uğruna kent yoksullarını, öğrencileri, emekçileri ve demokratik kamoyunu karşısına aldığı Dünya Kupasını, hayal kırıklığı yaratan bir oyunla ve nihayet, tarihi bir hezimetle noktaladılar. Almanya'nın yarı finalde aldığı 7-1'lik galibiyet, Hollanda'nın önceki şampiyon olmasından öte, son yıllarda dünyanın lideri olan İspanya karşısında aldığı 5-1'lik skor, 1950'li yılların Macaristan ya da 1930'ların Avusturya maçlarındaki gol sağanaklarını anımsatan skor tablolarıydı.

Basketbolda da dünya kupaları senesiydi. Yıldızlarının tamamının hazır bulunduğu kadrosuyla İspanyollar, ev sahibi oldukları ve favori gösterildikleri turnuvada, Fransa'nın müthiş savunmasına takılarak elenmekle kalmadılar, ABD karşısında şanslarını bir kez daha deneyip, 2008 ve 2012 Olimpiyat Oyunlarındaki yenilgilerin rövanşını alma fırsatını da kaçırmış oldular. İspanya 2014, ABD'nin son yıllarda en rahat kazandığı uluslararası turnuva oldu.

Bize gelince, ne milli takımlar ne de kulüp takımlarımız bu noktalara erişemediler. Kış Oyunlarına katılan delegasyondaki sporcu sayısı tek basamaklıydı; futbolda milli takım Brezilya 2014'e katılamadığı gibi, bir sonraki turnuva olan 2016 Avrupa Şampiyonası elemelerinin daha ilk devresi tamamlanmadan, şansını mucizelere bıraktı.

Basketbol takımlarımız ise sahadaki mücadeleleri ve elde ettikleri sonuçlarla heyecan yaratmayı başardılar. Erkek basketbol takımı çeyrek finale yükselerek kapasitesinin hakkını vermiş oldu, ancak 30 yaş üstündeki kuşakla 20 yaş altındaki kuşak arasında kalan ve takımın omurgasını oluşturması gereken oyuncuların istenilen seviyelere bir türlü gelemediği, bir kez daha görülmüş oldu. Kadın basketbolcular da, ev sahibi avantajını maçların kritik anlarında iyi değerlendirerek finalin kapısından döndükleri Dünya Şampiyonasını, yüz ağırtan bir başarıyla tamamlamış oldular.

Futbolda süper ligin durumu malum. Bu sezona damgasını vurabilen bir oyuncu ya da, kısmen Beşiktaş haricinde, oyuna yeni bir soluk getirebilen bir takım yok. Federasyonun bir halkla ilişkiler ve imaj tazeleme çabası olarak Süleyman Seba Sezonu adını verdiği 2014-2015 sezonu, ülke tarihinin en başarılı "pasif" boykotuyla devam ediyor. Karşılıklı menfaatleri nedeniyle bir üçgen oluşturmuş durumda bulunan Federasyon, Kulüp Yönetimleri ve Bakanlığın, pasolig uygulamasının seyirci sayısında yarattığı dramatik düşüşü örtme çabaları yerini bulmuyor. E-bilet/pasolig uygulamasının inandırıcılığını yitirmesi, yalnızca seyirci sayısındaki düşüşten kaynaklanmıyor. Geçtiğimiz hafta içerisinde, uygulamanın yürürlükte olduğu Süper Lig ve 1. Lig stadyumlarında seyirci ve saha olayları nedeniyle 9 kulüp, PFDK'ya sevkedildiler. Bir başka deyişle, pasoligin başlıca bahanesi olan stadyum ve seyir güvenliğinin, seyircileri fişlemekle ya da seyircilerin kimlik bilgilerini üçüncü kişilere ticari amaçlarla pazarlamakla (e-bilet/pasolig uygulamasına temel olan 6222 sayılı yasada aynen bu ifadeler yazılı) sağlanamayacağı açıkça görülüyor. Yılın son günlerinde, Ankara 16. Tüketici Mahkemesi, 6222 sayılı Yasadaki elektronik bilet/pasolig uygulamasıyla ilgili maddelerin Anayasa'ya aykırı oldukları tespitini yaparak, Anayasa Mahkemesine bu maddelerin iptali için başvuruda bulundu ve Mahkeme, konuyu esastan görüşme kararıyla gündemine aldı. 16. Tüketici Mahkemesinin 26 sayfalık iptal talebini internette bulmak ve bu metinde, taraftarların bir yıldır anlatmaya çalıştıkları sorunların iyi bir özetini okumak mümkün.

Seyircilerin takım aidiyetlerini açıklamaya zorlanmadığı, taraftarların fişlenmediği, insanların kimik bilgilerinin tüccarlara satılmadığı bir yeni yıl dileğiyle.