Avrupalı liderler faşistlere bayılırlar

Başlıktaki söz, ünlü ekonomi-politik profesörü, Mısırlı Samir Amin'in geçtiğimiz ay Birgün Gazetesine verdiği mülakattan alıntı. Avrupalı politikacıların aşırı-sağ, otoriter siyasetçilere ve liderlere olan desteğini özetliyor.

Avrupa'da, Nazi imgelerinin türevlerini kendilerine bayrak ya da arma edinen taraftar grupları yaygın biçimde var olmaya devam ediyorlar. Genel kanaat, bu grupların Doğu Avrupa ülkelerinde yoğunlaştığı yönünde olmakla birlikte, İspanya, Almanya, Hollanda gibi çeşitli Batı Avrupa ülkelerinde de benzer gruplar, biraz daha utangaç biçimde faaliyetlerini sürdürüyorlar. Bununla birlikte, Balkanlar ve Doğu Avrupa'da aşırı sağ taraftar gruplarının daha dışavurumcu olduklarını söylemek mümkün. Bu davranışlar gerek dünya basınında, gerek FIFA ya da UEFA nezdinde tepkiyle karşılanıyor ve futbolun yönetici kurumları, çeşitli yaptırımlar uyguluyorlar. Bu yaptırımlar, Afrikalı oyunculara ırkçı tezahüratta bulunan taraftarların takımlarına stadyum ya da tribün kapatma cezası verilmesinden, futbolculara karşılaşmalardan men cezası verilmesine kadar değişkenlik gösterebiliyor. Bu sezon, UEFA Avrupa Ligi'nde başarılı sonuçlar alan Ukrayna temsilcilerinden Dinamo Kiev böyle bir ceza aldı. Hırvatistan milli takımının tecrübeli oyuncusu Simuniç'in, 2014 Dünya Kupası elemelerinde İzlanda'yı yenerek kupaya katılma hakkını elde ettikleri maçtan sonra, 2. Dünya Savaşının Nazi işbirlikçisi Ustaşi hareketiyle özdeşleşen sloganı taraftarlara söyletmesi, 10 maç men cezası almasına neden oldu. 2018 Dünya Kupasına evsahipliği yapacak Rusya Futbol Federasyonu, tribünlerindeki ırkçı sloganları ve davranışları önlemek amacıyla çalışacak bir özel temsilci atamak durumunda kaldı. Bütün bu örnekleri tek bir kalemde değerlendirmek doğru olmaz elbette. Aşırı sağ eğilimli taraftar gruplarının, Ukrayna'da Rusya karşıtı milliyetçilikle, Balkanlar'da 1990'lı yılların savaşına yol açan ve savaş sonucunda da sönümlenmeyen, hatta Belgrad'ın bombalanması ve Kosova'nın bağımsızlığını ilan etmesi sonucunda Sırbistan özelinde yeni bir motivasyon kaynağı kazanan milliyetçilikle bağları bulunuyor. Rusya'da ise,ülkenin Nazizme 20 milyondan fazla insanını kurban vermesinin bir sonucu olarak, aşırı sağ eğilimli gruplar Nazi sembollerinin türevlerini pek kullanmıyorlar. Hatta, Zenit St. Petersburg'un kitlese Landscrona grubunun lideri bir röportajda, "Benim dedem savaşta öldü, eğer tribünde birisi svastikalı bayrak açarsa kafasını ilk ben kırarım" diyor. Buna karşın, Zenit tribünleri de, Ku-Klux Klan'ı çağrıştıran "beyazlık" söylemleriyle yüklü. Bir başka deyişle, aşırı sağ taraftar grupları, ülkelerinin politik iklimine göre değişkenlik gösteren kaynaklardan besleniyorlar.

Avrupa tribünlerinde aşırı sağ eğilimli taraftar grupları hadiseler çıkarıyor ve karşılığında kulüpleri çeşitli cezalar alıyorlar, buraya kadar anlaşılmayan bir şey yok. Avrupa ve dünyanın geri kalanı açısından anlaşılmaz olan ise, UEFA ve FIFA sürekli olarak ceza yağdırırken, aşırı sağ eğilimlerin politik sahnede güç kazanmalarına karşı verilen tepkilerin tutarsızlığı. Ukrayna örneğinin oldukça açıklayıcı olduğunu düşünüyorum. Polonya'yla birlikte, 2012 Avrupa Şampiyonasına evsahipliği yapacağı günlerin arifesinde, ülkedeki futbol taraftarları arasında yaygın biçimde görülen ırkçı davranışlar endişe kaynağıydı ve Avrupa basınında birbiri ardına yazılar yayımlanıyordu. Aynı taraftarlar, 2013-2014 kışında Kiev'deki Bağımsızlık Meydanında barikatların arkasına geçtiklerinde ise, meşru politik aktivistlere dönüştüler. Maidan'da taraftarların karıştığı şiddet olayları bir yana, BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliğinin raporuna konu olmasına rağmen, Avrupa genelinde sessizlikle geçiştirilmeye çalışılan Odessa katliamı (2 Mayıs 2014), Chernomorets maçı için kente gelen Metalist Kharkiv taraftarlarının, ev sahibi taraftarlarla birleşip, Federalizm yanlılarının çadırlarını basması ve sığındıkları sendika binasını ateşe vermeleri sonucunda yaşandı.

Avrupa, ABD'nin Rusya'nın nüfuz alanını sınırlama girişimlerine, pek gönülden olmasa da destek vermeye devam ediyor. Bu gelip geçici bir süreç de olabilir, gerginliğin bir süre daha arttığı bir süreç de. Bu yazıyı yazarken, bir yandan 9 Mayıs Zafer Gününün Kızıl Meydan'daki 70. yıl kutlamalarını seyrediyorum. Putin'in en prestijli konuğu, Çin'in Devlet Başkanı Zi Jinping idi ve tören boyunca yan yana oturdular. Bundan 10 yıl önce, Zafer Gününün 60. yıldönümünde yanında oturan ABD Başkanı George W. Bush ve eşiydi. Kısacası, Avrupa ülkelerinin, Rusya ile olan geriliminde ABD'nin tarafını tutmaya, faşizmin beslendiği bataklık olarak da tanımlanabilecek olan kronik işsizlikten 25 senedir muzdarip olan ülkelerdeki aşırı sağ eğilimlere göz yummak ya da cesaretlendirmek pahasına devam etmekten, bir an önce vazgeçmeleri gerekiyor. ABD'nin ne yapacağı belli olmaz, dünyadaki dengeler değişir ve bir sonraki törende, yeni ABD Başkanı ve muhtemelen yine Putin, yan yana oturabilir. Avrupa da, büyümesine göz yumduğu yeni bir aşırı sağ dalga ile başbaşa kalabilir. Bu sefer onu kurtaracak bir Kızıl Ordu ve milyonlarca Sovyet yurttaşının oluşturduğuna benzer bir birlik de yok, en azından bir süre daha.