Atletizmin örnek kulübünde doping şüphesi

Nike Oregon Project, son yıllarda atletizmi takip eden sporseverlerin kulağına sıkça çalınan, isminden de anlaşılabileceği üzere, spor malzemeleri sektörünün devlerinden Nike firmasının sponsorluğunda, ABD'nin Oregon eyaletinde çalışmalarını sürdüren bir spor kulübü.

Bu kulüp bir süredir, kamu yararına araştırmacı gazetecilik faaliyetleri yürütme amacıyla kurulan, New York merkezli Propublica ve BBC'nin ortaklaşa sürdürdüğü araştırma nedeniyle, sporcularının, kulübün lideri Alberto Salazar'ın gözetimi altında sistemli bir biçimde yasaklı maddeler kullandığı suçlamalarına maruz kalıyor. Öncelikle Koç Salazar ve Oregon Project hakkındaki bilgileri derleyelim. Küçük yaşta ailesiyle birlikte ABD'ye göç eden Küba doğumlu antrenör, sporculuk kariyerinden sonra, 2000'li yılların başlarında ve Nike'ın sponsorluğunda kulübün çalışmalarını başlatıyor. 1980'li yıllarda Boston Maratonunu üç defa kazanan Salazar'ın hedefi, 1990'lı yıllar boyunca düşüşe geçen ABD uzun mesafe koşuculuğunu yeniden toparlamak ve Etiyopya ile Kenya arasındaki rekabete sahne olan branşlarda, ABD'li sporcuları yeniden madalya kürsülerine taşımak. Bu yeni oluşumun vizyonu, Nike'ın sunduğu ekonomik olanaklar ve yeni teknolojilerden yararlanarak, sporcularının antrenman tekniklerini ve yaşam alışlanlıklarını geliştirmeye odaklanıyor. Yer olarak Portland'ın seçilmesinin bir nedeni de, Nike'ın merkezine yakınlık olduğu kadar, Oregon eyaletinin yüksek rakımlı bir coğrafya olması. 

Gerekli mali kaynaklar, teknolojik olanaklar ve kaliteli antrenörler, Doğu Afrikanın Rift Vadisi benzeri bir coğrafyayla birleştiği bir ortamda başarılı sonuçlar alınabileceği umuluyordu. Uzun mesafe koşularında Etiyopyalılar ve Kenyalıların hakimiyeti kırılamasa da, Oregon Project bünyesinde çalışmalarını sürdüren sporcular madalya podyumlarına daha sık görünür hale geldiler. Kulüp, atletizmseverler tarafından tanınır olmasını ise, Somali kökenli Britanyalı Mo Farah'ın, 2011 yılında kulübe katılmasına borçlu oldu. Bu tarihe kadar, kendisinden beklenen madalyaları alamadığı için eleştiri konusu olan ve İngiliz tabloid basınının kıskacından bunalan sempatik atlet, Portland'a yerleşmesinin kariyerinde ne denli büyük bir dönüm noktası olduğunu, otobiyografisinde uzun uzun anlatıyor. Gerçi anlatmasına da gerek yok, Farah'ın Oregon Project'e katılmasından sonra, Olimpiyat Oyunları ve Dünya Şampiyonası'nda 5.000-10.000 dublesi yapması yeteri kadar açıklayıcı. Üstelik, 2012 Londra'da Farah 10.000 metrede altına ulaştığında, gümüş kürsüsüne takım ve antrenman arkadaşı Galen Rupp'un çıkmış olması, Oregon Project'in başarısını perçinlemişti.

BBC/Propublica araştırmasında yer alan iddialardan biri belki de en önemlisi tam da bu ABD'li atlet hakkında. Oregon Project'e lise çağında katılan Galen Rupp'a, 16 yaşında testosteron hormonu kullandırıldığını söyleyen, Salazar'ın eski asistanlarından Steve Magness, iddiasını destekleyen bir laboratuvar raporunu da araştırmacılara sunmuş. Diğer iddialar arasında, Salazar'ın yanında testosteron jelleri paketleri bulundurduğu ve bunları atletlere kullandırdığı bulunuyor. Salazar, geçtiğimiz günlerde uzunca bir açıklama yayımladı ve özetle iddiaların gerçeği yansıtmadığını savunurken, iddiaları ileri sürenlerin inandırıcılıklarını sorguladı. 

Bugünlerde ABD anti-doping ajansı USADA, konuyla ilgili bir soruşturma başlatmış bulunuyor ve Oregon Project'teki atletlerle mülakatlar yürütüyor. BBC/Propublica araştırması içerisinde yer alan iddialar ve tanıklıklarda ismi geçmese de, Mo Farah'ın da benzer bir mülakata alınması ihtimalinden bahsediliyor. Halen gelişmekte olan ve detayların önem taşıdığı bir süreç olduğu için, şimdilik bu verilerle yetinip, Salazar'ın kusurlu bulunması halinde, bunun doğurabileceği sonuçlar üzerine düşünelim. Atletizm ve diğer branşlarda dopingle mücadele, 1990'lı yıllardan itibaren daha fazla ciddiye alınır oldu. Bir önceki on yıl, özellikle atletizmde şüphe uyandıran derecelerin dönemi olmuştu. 1988 Seul'de Kanadalı Ben Johnson'ın, o dönem için inanılması güç 9.79'luk dereceyle 100 metre yarışını kazandıktan sonra, yasak madde kullandığının anlaşılmasıyla altın madalyasının geri alınması, dönüm noktalarından birisiydi. Doping testleri hem daha sık hale geldi hem de sıkılaştırıldı. Sporcuların test çağrılarını yanıtsız bırakması - bazen, sabahın altısında kapınız çalındığında açmamak gibi anlaşılır bir davranış olsa da - ya da yasaklı maddeleri silici ilaçların kullanılması gibi daha dolaylı bulgular da cezalandırılmak için yeterli kabul edildi. Bütün bu önlemlere rağmen bazı ülkelerde doping yaygın bir yöntem olmaya devam ederken, zaman zaman ünlü atletlerin de doping testlerinden geçemedikleri görüldü. Ancak Oregon Project gibi, günümüz atletizminin parmakla gösterilen bir kurumun çatısı altında yaygın biçimde doping yapıldığı tespit edilirse, diğer örneklerden daha büyük bir etki yaratacağını söylemek mümkün. Akıllara Bisiklet sporundaki Lance Armstrong vakası geliyor. 

Bireysel performansın ön planda olduğu sporların bir cilvesi var. Takım sporlarında bir sporcunun doping yaptığı anlaşılırsa, o sporcu ceza alıyor ve oynanan karşılaşmaların sonucunda bir değişiklik olmuyor. Atletizmde ise, dopingli olan sporcunun, dopingli olduğu dönemdeki derecesi de elinden alınıyor. Bir başka deyişle, bu yıl Ağustos ayında yapılacak Dünya Şampiyonası sırasında bir yarışı izleyen seyircilerin, kazananı alkışlarken akıllarında küçük de olsa bir şüphe kalacak, acaba gerçek şampiyonu mu alkışlıyorum? Bu soru işareti belki de 30 yıldır sporseverlerin aklında ve bu durum olağan hale gelmiş olsa da, bu sürekli şüphe hali atletizmi yıpratmaya devam ediyor.