Ama Euro basket iyidir

Euro Basket 2015, beklenildiği gibi 5-6 takımın ön plana çıktığı, bu takım sayısından biraz daha fazlasının belirli bir iddiayı ortaya koyduğu, diğerlerinin de potansiyellerini zorlayarak ellerinden geleni yapmaya çalıştıkları bir turnuva oldu. Hırvatistan, Rusya ve belki bir ölçüde Almanya haricinde, potansiyelinin çok altında kalan ya da hayal kırıklığı yaratan takımın olmadığını söyleyebiliriz. 24 takımlı bir turnuva için iyi bir sonuç.

Önceki yılların aksine, bu yıl turnuvanın başlıca favorisi olarak gösterilmeyen İspanya, alışılagelmiş gösterişli ve hızlı oyununu sahaya yansıtamasa da, mücadelesi ve en çok da, profesyonel kariyerinin sonlarındaki Pau Gasol'un, özellikle Fransa'yla oynanan yarı finalde, takımın toplam skorunun yarısını atarak gösterdiği kararlılıkla finale çıktı. Gasol, geçen yıl ev sahibi oldukları Dünya Şampiyonasında da takımın en iyisi, hatta yine Fransayla oynadıkları mücadelede tek ayakata kalan oyuncuydu. Takımın yıllardır doğal skoreri olan Navarro'nun turnuvaya gelmeyişine, diğer önemli skorer Rudy Fernandez'in sakatlıkla da ilgisi olan form düşüklüğü eklenince, skor yükü 35 yaşındaki pivotun omuzlarına bindi ve o da bunu layıkıyla taşıdı. Finalde Litvanya'ya kaybetseler dahi, MVP ödülünü alması şaşırtıcı olmayacaktır. İspanya açısından olumlu bir diğer nokta, yıllardır oyuncuların bir alışkanlık haline getirdikleri ve sporseverlerden büyük tepki gören, saha içi "artistlik"lere bu turnuvada pek başvurmamış olmaları. Bununla birlikte Lille'deki futbol stadyumundan dönüştürülen dev salonu dolduran seyirciler, Rudy Fernandez'i her gördüklerinde İspanyolların bu kötü ününü hatırlayıp, yuhaladılar.  

Finalin diğer takımı Litvanya, turnuvanın en rahat grubundan gelirken, elemelerde ilerledikçe güçlü takımlarla karşılaştı. İspanya'nın aksine, ilk maçlarını değil de, finalden önceki son iki maçını Sırbistan ve İtalya'ya karşı oynayan Yeşiller, Avrupa'nın en istikrarlı takımı belki de. Yetenekli oyuncu sayısının çok olmadığı jenerasyonlarda dahi, Olimpiyat Oyunlarında ABD'yi sarsabiliyor ya da Euro Basket ve Dünya Şampiyonalarında madalya alabiliyorlar. Örneğin finale yükselen bu takımda, el üstünden üçlük atabilen Bjelica, Fernandez gibi oyuncular yok. Gardları Kalnietis ve Seibutis, eskilerin Kurtiniatis ya da Jasikeviciusları kadar yetenekli değil. Maciulis de, Real Madrid'de bile önemli işler yapmakla beraber, bir Marciulionis ya da Siskauskas değil. Buna karşın, her zaman iyi bir takım olmayı, gerektiğinde savunmayı sertleştirebilmeyi ve nihayet, turnuvanın favorilerinden Sırbistan karşısında 20'ye yakın top kaybıyla maçı tamamlasalar da, kazanmayı biliyorlar. Turnuva boyunca, bir maç Maciulis yıldızlaştı, bir diğerinde Valanciunas pota altında varlığını hissettirdi, zaman zaman Kuzminskas gibi sürpriz isimler skora katkı yaptı ve her turda, bir öncekinden daha güçlü bir takımla oynamayı avantaja çevirerek, İspanya'ya nazaran daha az yıprandılar.

Litvanya'yla 20 yıl öncenin meşhur finalinin bir rövanşını oynayan Sırbistan, kaybederken Koç Djordevic'in sahada olduğu günleri aradı desek yeridir. Euro Basket 1995 finalinde 43 sayıyla yıldızlaşan Djordevic, Teodosic'in dilinden en iyi anlayan teknik adam olarak, bu çok yetenekli ancak son dakikaların stresiyle baş etmede zorlanan oyuncusunun zaafını, kritik dakikalarda takımı Nedovic, Bogdanovic ya da Bjelica'nın kontrolüne bırakarak aştı. Peki tuz koksa ne yaparsınız; Litvanya karşısında Bjelica'nın iyi gününde olmayışı ve iyi bir oyun sergileyen Bogdanovic'in son topu çöpe atması, Djordevic'i de çaresiz bıraktı. Sırbistan'ın, Djordevic ve Bodiroga'dan sonra, bu son dakikaları iyi oynayabilen bir lidere hala kavuşamamış olması, onları en az 2 finaleden (2010 ve 2015) etti diyebiliriz.

Ev sahibi Fransa'nın, turnuvanın en atletik ve bol skorerli kadrosuna sahip olmasına rağmen, yarı finalde İspanya'ya kaybetmesinde de, benzer bir liderlik eksikliğinin payı var. Takımın iki doğal lideri, Tony Parker ve Boris Diaw, bu turnuvada yalnızca belirli anlarda parladılar ve genel olarak , potansiyellerinin altında kaldılar. Belki de bu oyuncuların zamanı geçiyor yavaş yavaş. Yunanistan'ın, 2005 Euro Basket şampiyonluğu kadrosunda da yer alan oyuncuları, Spanoulis, Zizis ve Bourousis, milli takımı bırakacaklarını açıkladılar. Dirk Nowitzki, yaşının ilerlemiş olduğunu hissettiren bir performansın ardından, seyircisiyle vedalaştı. 2000'li yılların başından beri izlediğimiz birçok oyuncu için son turnuva oldu; kalanlar ise önümüzdeki yıl Rio'yu da görüp öyle veda edeceklerdir.

Olimpiyat Oyunlarına katılma şansını bir kez daha kaybeden Türkiye ise, '94-'97 kuşağının biraz daha olgunlaşmasını dört gözle beklemeye devam edecek. Geçtiğimiz yaz Dünya Şampiyonasında çeyrek finale ulaşılması, bu yıl da aynı başarının yakalanıp, Olimpiyat Oyunları Eleme Turnuvasına vize alınabileceği beklentisini yaratmıştı. Ancak Türkiye, 3 yarı finaliste karşı oynadığı maçlarda varlık gösteremeyerek elendi. Bu karşılaşmaların kaybedilmesinden ziyade, takımın direnç dahi gösterememesi hayal kırıklığı yarattı. Türkiye kadrosu, hücum çeşitliliği açısından pek zengin değildi ve takım savunmasının da beklenen seviyeye ulaşamaması sonucunda, turnuvanın en çok sayı yiyen takımları arasında yer aldı. Her şeye rağmen, Fransa'ya karşı oynanan son 16 maçında ayyıldızlıların bu kadar erken pes etmesinde, dar rotasyonla oynanan önceki maçların yarattığı yorgunluğun etkisi olabileceğinden bahsedildi. Ergin Ataman'ın bu turnuvadaki dar rotasyon tercihi, her zaman olduğu gibi, biraz zorunluluktan, biraz da Koçun basketbol anlayışından kaynaklandı. Bu konuda, Türkiye'nin dar rotasyonun avantajlarını da (ör.İtalya maçı) dezavantajlarını da (ör. Fransa maçı) yaşadığını söyleyebiliriz. Ancak Fransa karşısındaki dirençsizliğin asıl nedeninin, yenilgiyi baştan kabullenmek olduğunu düşünüyorum. Elbette sporcular, rakip kendilerinden güçlü olsa da maça kaybetmek için çıkmazlar. Bununla birlikte rakibin daha güçlü olduğu düşüncesi, zihinlerin bir köşesinde varlığını sürdürür ve maç içerisinde tökezlemeye başlayınca, bu düşünce kendisini daha fazla hissettirebilir. Daha turnuva öncesinde oyuncularla yapılan röportajlarda, çeyrek final öncesinde Fransa'yla eşleşme ihtimalinin endişeyle karşılandığı okunuyordu.

Bu akşam oynanacak final maçı, Gasol liderliğindeki İspanya'nın kazanması halinde, bir NBA klişesi olan "bir şampiyonun yüreğini asla hafife almayın" sloganıyla, Litvanya'nın kazanması halinde ise, bir yıldıza dayanmayan takım oyununun gücüyle hatırlanacak. Oysa turnuvaları bir bütün olarak hatırlamak daha doğru ve Euro Basket 2015, iyi bir turnuva olarak hatırlanmayı hak etti. Belki de tek eksiği, Avrupa basketboluna yeni bir yıldız armağan edememesi oldu.