Trump’ın Ulusal Güvenlik Strateji Belgesi

ABD yönetimlerinin, 1987 yılından beri kararname gereğince her yıl ulusal güvenlik strateji belgesi hazırlayıp bunları kongreye sunmaları beklenir. Geçmiş yönetimlerin hepsi 1987'den itibaren her yıl olmasa da her yönetim en az bir tane hazırlayıp kongreye sunmuş. En çok Clinton döneminde sözü edilen belge sunulmuş. Liberal enternasyonalizmi en çok savunan o olduğu için. (Aynı zamanda en çok silahlı müdahalenin yapıldığı dönem. Televizyonda özel hayatı porno filmi gibi yayımlanırken öte tarafta Irak’ta bombalama devam etmişti.)

ABD yönetimleri ABD’nin hegemonik konumuna o kadar güvenirler ki, ne yapmak istedikleri ve nasıl yapacakları hakkında dolaylı da olsa bu belgede ipucu verirler. Emperyalist böbürlenme böyle bir şeydir.

Trump yönetimi de 18 Aralık’ta bir tane yayımladı. İlk olduğu için kıymetli. Ne var bu belgede?

İlk dikkati çeken nokta, belgenin bütününe damgasını vuran yaklaşım, Trump yönetiminin liberal enternasyonalizme karşı olduğudur. Hemen dikkati çeken ikinci belirgin nokta, belgenin kapak yazısına da damgasını vuran, Trump’ın eski yönetimden enkaz devraldığı söylemi.

Kapak yazısında Trump şöyle diyor:

"Yönetime geldiğimde asi-serseri rejimler bütün gezegeni tehdit eden nükleer silahlar ve füzeler geliştiriyorlardı."

"Radikal İslamcı terör grupları gelişip büyümekteydiler. Teröristler Orta Doğu’da büyük alanları kontrol eder hale gelmişlerdi."

"Rakip güçler amansızca Amerika’nın küresel çıkarlarının altını oymaktaydılar."

"İç politikada ise sınırlar kevgire dönmüş, göç kanunu uygulanmaz durumda idi."

Trump’a göre bütün bunlar zafiyet yaratıyordu.

"Suç kartelleri tehlike yaratacak düzeyde uyuşturucuyu toplumumuza taşıyordu."

"Adil olmayan ticari uygulamalar ekonomimizi zayıflatıyor, istihdamı yurtdışına taşıyordu."

"Müttefiklerimiz yük paylaşımında adil değiller."

"Savunmamıza yeterli yatırım yapılmadığı için bize zarar vermek isteyenlere davetiye çıkarılmış durumda."

"Çoğu Amerikalı hükümete olan güvenini yitirmiş, geleceğe olan inancı kaybolmuş ve değerlerimize olan güven yitirilmişti."

Trump’a göre tablo buydu.

Trump yönetimi "Bir yıl sonra, meydan okuyucu sorunlar devam etmekle birlikte, bunların üstesinden gelmek üzere yeni ve oldukça farklı bir uygulama planı başlatıyoruz” diyor.

Strateji belgesinin bütününe damgasını vuran öncelikler şöyle sıralanabilir:

Kendi ifadesi ile Trump yönetimi, bir yıl içinde "Kuzey Kore’nin asi rejimine" ve "İran’daki diktatörlüğe" karşı dünyayı harekete geçirmek için "kampanya yaptıklarının" altını çiziyor.

"Orta Doğu’da bulunan dostluklarını yenilediklerini", "teröristleri söküp atmak ve finansal kaynaklarını kesmek için ortaklıklar kurduklarını" belirtmekte ve "IŞİD’i Suriye ve Irak’ta yenilgiye uğrattıklarını" ileri sürmekte. (İnananı bulunursa ciddi iddialar, değil mi?)

"ABD’nin müttefiklerinin ortak savunma harcamalarına şimdi daha çok katkıda bulunduğunu, böylece ittifakın daha da güçlendiğini" ilan ediyor. Öte taraftan belgenin Avrupa kısmında özellikle Avrupalı dostlarının savunma harcamaları için genel bütçelerinden daha çok kaynak tahsisi yapmaları gerektiğini, eski yönetimlerde olduğu gibi, yineliyor.

"ABD’nin haksız ticari uygulamalar ve iktisadi saldırganlıklara karşı tolerans göstermeyeceğini" devamlı surette vurguluyor.

Yeni muhafazakarların önemsediği muhafazakarlıkları Trump’ın strateji belgesi de yineliyor: "Amerika’yı başarılı kılan aile, cemaat ve toplumsal değerlerinin yeniden restore edilmesi" doğrultusunda kararlı olduklarının altı çiziliyor.

İmalat sanayisinin tekrar Amerika’ya dönmesini öngören iktisat politikası uygulanacağının altı çiziliyor; böylece istihdam yaratılacağı ve ekonominin büyüyeceği beklentisi yaratılıyor.

"Tarihi derecede öneme sahip askeri yatırımların yapılmaya başladığı" iddia ediliyor. "Sınırların daha iyi korunduğu, adil ve karşılıklılık ilkesine dayalı yeni ticari ilişkilerin inşa edildiği, Amerika'nın egemenlik hakkının korunduğu"nun altı çizilmektedir.

Trump için bu belge öncelikle iç politika bakımından önemlidir. Burada verilen mesaj şu: Obama yönetiminden "enkaz devraldık", "ABD’yi yeniden ayağa kaldıracağız". Obama döneminin dış politikasına yönelik sert ve net eleştiri ise Kuzey Kore ve İran konularında dışa vuruyor. Kuzey Kore’ye yönelik müttefikleri ile birlikte hareket edileceği vurgulanırken "Orta Doğu’da ittifak sistemini yenileyeceğiz", "yeni ortaklıklar kuracağız" denmektedir.

Dış ticaret politikasında bazı değişiklikler yapılacağının altı çizilmektedir. Trump yönetimi ABD’de bulunan izolasyoncu yaklaşıma sesini yükseltmesi için alan tanımış. Bu demek değildir ki, liberal enternasyonalizme yataklık eden açık kapı siyasetinden başlayıp uluslararası ticaretin sermayenin lehine biçimlenmesine imkan sunan serbest piyasacı modeller tamamen terk edilip içe kapanan bir ticaret politikası izlenecek. İki gelenek varlığını sürdürmekte, ABD sermayesi ikisinden de faydalanmaktadır. ABD yönetimlerinin her zaman prensipler üzerinden politika ürettiğini varsaymak yanıltıcı olur, prensipleri Amerikan sermayesinin küresel düzlemdeki çıkarlarını gerçekleştirmek için bir prensibi ön plana çıkarırken, öte yandan ulusal düzlemde çıkarlarını gerçekleştirmek için veya ikisini aynı anda yapabilmek için liberal enternasyonalizmi ve izolasyoncu politikaları aynı anda savunabilirler.

Bu konuda şaşırtıcı bir durum yok. Bunu kavramak için iki örneğe bakmak yeter: Trump yönetimi Pasifik bölgesindeki mega ticaret anlaşması, TPP’den ayrılırken Avrupa-Atlantik alanındaki mega ticaret anlaşması müzakerelerini sürdürmektedir. Bunun anlamı şudur; Trump yönetimi istediğini alıp istemediğinden vazgeçmek istiyor. Bu durum sıradan bir aktör için önemli olmayabilir, ancak hegemon olduğunu varsayan ve bunu dünyaya göstermek isteyen bir aktör için burada liderlik sorunu ortaya çıkar.

Bu belge çıktığını gösteriyor.

Belgede Amerikan liderliğinin yeniden doğduğu iddia edilmektedir.

Buna karşın, ABD’nin TPP’den ayrılışı mega serbest ticaret antlaşmalarında Asya-Pasifik bölgesinde liderlik yapmaktan vazgeçtiği kanısı uyandırmıştır. Bu boşluğu Çin’in doldurmaya çalışacağı öne sürülmekte, diğer bir yaklaşım ise ABD’de bulunan yerleşik güçlerin Trump’ı bir süre sonra politikasını revize etmeye zorlayacağı, yani iç politikada sermaye grupları arasında yeni bir müzakere ve mücadele yaşanacağı ileri sürülmektedir. Ayrıca ABD TPP sürecinden ayrılsa da ABD dışındaki TPP üyeleri bu süreci ABD’siz götürmekteler. Bu durum bize önemli bir ipucu vermektedir. ABD bu konuda liderliğini ya kaybediyor, ya da sınamalar yapıyor. Bunu zaman gösterecek.

Belgede bir yıl içinde Amerika’nın güçlendiği, güvenli olduğu ve refaha kavuştuğu ileri sürülmekte. Trump, güçlü, egemen ve bağımsız Amerikan ulusunun refah içinde, özgür ve barışçı, yan yana yaşayan Amerikan toplumu yaratacağını ilan etmektedir. Buna bir de isim verir: "Güzel vizyon". Güzel vizyon’un uluslararası boyutunun ise "güç dengesi" politikası ile gerçekleştirileceğini ileri sürer. İlk cümlesi gibi, son cümlesi de Amerika’yı her şeyin önüne koyar, bu önceliklidir.

Güç dengesi politikasının ne kadar geçerli olabileceği vb. ağır akademik tartışmaya girmemekle birlikte, tek bir şey söyleyerek tartışmanın ne kadar yavan olduğunu göstermekle yetinelim. Güç dengesi öyle otomatik çalışmaz; çalıştırabilmek için yeterince akıl sahibi olmak, karşı tarafın gücüne dair ciddi bilgi ve bunun üzerinden hesap yapabilmeyi gerektirir. Daha önemlisi, nükleer silahların yaygınlaştığı böyle bir dönemde karşı tarafın elinde bulunan nükleer silah gücünün ne kadar olduğunu kesin olarak bilmek adeta mümkün değildir. Bu durumda rasyonel hesap yapmak da kolay değildir. Aklı selim olan artık güç dengesi politikası üzerinden bir analizle yetinmez, buna dayalı bir stratejiye bağımlı kalmaz. Kabinesini tamamlamakta zorlanan bir yönetimden bu kadar karmaşık bir denklemi kolayca çözmesini beklemek anlamlı olmaz.

Trump konuşmayı, hem de çok konuşmayı seviyor. Strateji belgesinde Kuzey Kore ve İran düşmanlığından sonra çokça ifade edilen konu Rusya ve Çin’in ABD'nin gücüne meydan okumak isteyen rakipler olarak sunulmasıdır.

Bu doğru bir tespit. Rusya ve Çin ABD’nin hegemonyasına halel getirecek girişimlerde bulunuyorlar. Bu durum emperyalizmde mündemiçtir. Rekabeti ve sürtüşmeyi kim başlatıyor tartışılır, fakat son tahlilde rekabetin olduğu açıktır. Bunu, basit bir dille liberaller (ABD yönetimleri gibi), meydan okuma olarak tanımlıyorlar.

Liberallerin kamufleci tanımına karşın solun okuyuşunda baskın olan emperyalizm kavramı, çok daha açıklayıcıdır. ABD, Rusya ve Çin arasında yaşanan rekabetler, sürtüşmeler emperyalistler arası rekabetlerdir. Basit bir meydan okuma değildir. İki farklı sistem (Kapitalizm ve Sosyalizm) arasında bir rekabet değildir. Aynı sistem –kapitalist-emperyalist yapılar- içinde yaşanan rekabetler ve sürtüşmelerdir. ABD’nin bu güvenlik strateji belgesinin, bu rekabetin farkında, bu noktada alabildiğince açık dille yazıldığı anlaşılmaktadır.

Bu alanda çalışanlar bilir, Soğuk Savaş döneminde bir taraftan iki sistem (kapitalizm ve sosyalizm) arasında kıyasıya rekabet devam ederken eş zamanlı olarak, üç noktada; a) liderliğin, b) askeri teknolojinin ve c) istihbarat bilgilerinin paylaşımı meselelerinde ABD ile Avrupalı devletler (özellikle Fransa ile ABD) arasında rekabetler ve sürtüşmeler yaşanırdı, halen de yaşanmaktadır. İşte bu rekabetler de sistem-içi kapitalist-emperyalist yapılar arasındaki rekabetti. Bugün ABD’nin Rusya ve Çin’i kendisine karşı meydan okuyucular olarak adlandırması bunun emperyalistler arası rekabet olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz. Bu, aleni emperyalist-kapitalist yapılar, aktörler arası rekabettir.

ABD yönetimi bir taraftan TPP gibi Asya-Pasifik bölgesinde mega serbest ticaret anlaşmasında liderlikten çekilirken, Çin bu bölgede liderliği ele geçirmek için girişimde bulunmaktadır. Elbette bugün Çin bunu tek başına yapabilecek güçte değil, ve liderliği henüz kabul görmüş de değildir. İlerde ne olacağını kestirmek kolay değil, fakat finansal ve askeri gücünün şimdilik buna yetmeyeceği açık.

Strateji belgesinde açıkça belirtilen nokta şu: ABD yönetimi, Çin ve Rusya’nın Avrasya bölgesinde finansal, askeri, ekonomik, bilgi akışı konuları üzerinde kontrol mekanizması kurmak istediğinden endişe etmektedir.

Terörist gruplara, Kuzey Kore ve İran’a verip veriştirip, Çin ve Rusya’yı rakip ilan ettikleri açık. Fakat bununla kalmıyor, strateji belgesine damgasını vuran asıl nokta şu:

Son 20 yılda rakiplerini uluslararası örgütlere ve küresel ticarete dahil eden angajman politikasıyla onların iyicil aktör hale getirileceğini varsayan politikanın önemli ölçüde iflas ettiği ileri sürülmekte ve Amerika’nın silahlı gücüne dayanan, Amerikan çıkarlarını önceleyen bir politika izlemesi gerektiğinin altı çizilmektedir.

Bunun anlamı şudur: Soğuk Savaş Sonrası dönemin ilk yıllarında iyi bir hegemon zayıflamış karşıtlarını sistem içine çekmek için onlara yaklaşmanın yolunu bulur şiarını güden maksimalistçi yaklaşımın terk edilmesi gerektiğine işaret etmektedir.

Bu strateji belgesinde ne yapılacağına dair fikirler mevcut olmakla birlikte, nasıl yapılacağı, ABD’nin buna yetecek gücü ve kapasitesinin olup olmadığına, liderliği üstlenecek ideolojiye sahip olup olmadığına dair bilgiler mevcut değil.

Tek söylenen şey milli birlikçi şiar: Amerikan ekonomisini işçiler ve işverenlerin birlikte çalışmasıyla yücelteceğiz demekle yetiniyor.

Trump yönetimi bu strateji belgesinde savunduğu duruş ile şöyle bir görüntü sunuyor: Elinde birinci sınıf nükleer silahlara sahip basit bir orta ölçekli diktatör. Yanlış ve eksik çıkarsama yapılmasın, elbette ABD bundan ibaret değil, yerleşik kapitalist emperyalist yapılar başkana rağmen politikalar üretir, maalesef onların üreteceği politikalar Trump’ın politikalarından çok daha iyi olmayacaktır. Emperyalizmin iyisi olmaz. Hep kötüdür. İşbirliği yapanları, işine yaramaz hale gelince, maymuna çevirirler.