Orta Doğu’da sürtüşme alanları: İran

ABD ile İran arasında bir savaş mı çıkacak sorusu, birkaç gündür çokça konuşuldu; halen de tartışılıyor. Yakın gelecekte (1-2 yıl) bir savaş olur mu sorusuna hayır demek kadar evet demek de kolay değil. Ortamın çok gerginleşeceği, endişenin doruk yapacağı anlara tanıklık edeceğimizden emin olabilirsiniz. Falcılık yapmak yerine, elde bulunan veriler üzerinden bir tartışma yürütmek ve daha önemlisi verileri doğru bağlam içine yerleştirerek yorumlamak gerektiğini söyleyerek işe başlayalım.

Önce bir durum tespiti yapalım: Son haftalarda ABD ve İran yönetimleri önce ortamı gerecek daha sonra da gerginliği düşürecek açıklamalarda bulundular. Buluştukları nokta: savaş istemiyoruz ama diğer taraf adım atsın.

Savaş mı çıkacak haberi yeni değil; geçen yıl Mayıs ayında, Trump yönetiminin İran ile 2015 yılında yapılan anlaşmadan çekilme kararı alması üzerine savaş sözcüğü gündeme girmişti. Söz konusu nükleer anlaşma (uzlaşı) 2015 yılında BM Güvenlik Konseyi'nin beş daimi üyesi (P5) ABD, Çin, Fransa, İngiltere, Rusya ve (+1) Almanya ile İran arasında imzalanan nükleer anlaşmadır. Bu anlaşmaya göre, İran nükleer programını donduracak, buna karşılık olarak da İran’a uygulanan ambargo kısmen ve yavaş yavaş kaldırılacaktı. Obama yönetimi bu uzlaşıya büyük ölçüde uydu; kural gereği ABD Kongresi’ne altı ayda bir durumu raporladı ve Kongre’nin onayıyla süreç devam ederken Trump yönetimi İran’ın anlaşma kurallarını suistimal ettiğini ileri sürerek adı geçen anlaşmayı tek taraflı olarak yok sayacak adımı attı. Kongre’ye İran’ın anlaşmaya uygun davrandığına dair raporu sunmadı; böylece anlaşma ABD karar alma sisteminde kadük hale geldi. Bu kararla Trump’ın İran ile yeni bir müzakere yapmayı istemediği anlaşılmaktadır. Şöyle ki, eğer isteseydi, Trump Kongre’den anlaşmayı uzatmasını öte yandan anlaşmanın yeniden müzakeresini talep edebilirdi; Trump bunu yapmadı. Tam aksine, yeni yaptırımların uygulamaya konması için Kongre’yi yönlendirdi. Kısacası bu yolu seçti. Bu tesadüfi bir adım değil, bir politikanın göstergesidir.

Trump’ın ulusal güvenlik danışmanı Bolton’un oğul Bush döneminden beri İran’a karşı askeri müdahale yapılmasını savunanlardan birisi olduğu biliniyor. Trump yalnızca Bolton’u bu önemli göreve getirmedi, ilk yılını geçiş süreci olarak değerlendiren Trump, ikinci yılından itibaren kendi ekibini kurmaya başladı. Tillerson’ın yerine Pompeo’yu Nisan 2018’de dışişleri bakanlığına; savunma bakanlığına ise Mattis yerine Shanahan’ı Aralık 2018 sonunda vekâleten atayınca İran’a karşı güç kullanılmasını savunan bir ekibin iş başına geldiği açıkça ortaya çıktı.

Trump İran ile varılan uzlaşıya karşı olduğunu, İran’ın güç kullanılarak ‘yola getirilmesi’ gerektiğini daha seçim sürecinde açıkça dile getirmişti. Mayıs 2018’de anlaşmadan çekilmesi şaşırtıcı değildir. Öte yandan, ABD’nin İran ile yapılan nükleer anlaşmadan çekilmesini takiben P5+1’in ABD dışındaki üyeleri İran’a bu anlaşmayı sürdürmek istediklerini duyurdular, ancak Avrupa sermayesi ABD’nin yaptırımlarına karşı koymadı; anlaşma sonrasında İran’da yatırım yapan Avrupa sermayesinin çoğu İran’dan hızla çekilme kararı aldı. Buna rağmen anlaşmanın Avrupalı üyeleri İran’a anlaşmaya tek taraflı da olsa uygun davran mesajı verdiler. Açıkça, uranyum zenginleştirmeme kararını sürdür, karşılığında bizden bir şey bekleme dediler. İran, yaklaşık bir yıl bekledi ve 8 Mayıs 2019 günü anlaşmanın Avrupalı üyelerine 60 günlük zaman tanıyacağını ve bu süre zarfında iktisadi yaptırımlar konusunda ne yapacaklarına karar vermelerini, eğer üzerlerine düşeni yapmazlarsa İran’ın anlaşmadan kaynaklı uranyum zenginleştirme sınırlamalarına uymayacağını duyurdu.

Geçen ay ABD yönetiminin İran’ın devrim muhafızlarını (ki bunlar İran’ın resmi ordu mensupları) terörist örgütler listesine alması, buna karşılık İran’ın ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nı terör merkezi ilan etmesi gerginliğe yol açmıştı. Mayıs ayının ilk yarısı kışkırtmalara açık, fitili ateşleyecek habere sahne oldu. Bunlardan ilki, 9 Mayıs günü Pentagon’da yapıldığı ileri sürülen bir bilgilendirme toplantısında, ABD’nin Körfez ülkelerine 120.000 asker yerleştireceği haberidir. Bunu takiben ABD’nin bölgeye büyük ölçekli deniz, kara ve hava gücü sevkiyatı yapacağı haberi ortamı iyice gerginleştirdi.

Aynı hafta içinde önce körfez bölgesinde petrol tankerlerine yönelik sabotaj haberleri, ardından Bağdat’ta ABD büyükelçilik binasına birkaç kilometre mesafeye kimin attığı henüz belli olmayan roket düştüğü haberi ortamı daha da gerdi. ABD ve İran yönetimlerinin sosyal medya üzerinden karşılıklı atışmaları savaş çığırtkanlığına davetiye çıkardı.

Trump, İran’a adeta seni döverim mesajı verirken, İran yönetimi kendini savunacağının altını çizdi, hatta bir saldırıya maruz kalırsa karşılık vereceği ve Hürmüz boğazından petrol tankerlerinin geçişini imkânsızlaştırabileceği mesajını vermekten geri durmadı.

Bu arada bazı Avrupalı yönetimler, örneğin İngiliz dışişleri bakanı Jeremey Hunt, taraflara ‘kazara savaş’a yol açacak hatalardan kaçınmaları doğrultusunda uyarıda bulundu. Almanya ve Fransa hariciyeleri de Trump’a dönük anlaşmadan çekilmekle büyük bir hata yaptığı değerlendirmesini yinelediler. 

Tarafların demeçlerinden anlaşıldığı üzere iki farklı strateji var. Avrupalı yönetimlerin ortak vurgusu şu: İran ancak bir anlaşma yoluyla, bir uzlaşı ile nükleer silah yapımında kullanılan uranyum zenginleştirme girişiminde sınırlanabilir. Aksi halde İran’ı frenlemenin mümkün olamayacağını ileri sürmekteler. Trump yönetimi ise İran’ın baskı altında tutulmasının şart olduğunu, İran uranyum zenginleştirme girişiminde bulunursa ona karşı askeri müdahale yapılması gerektiğini, İran’ı nükleer güç olmaktan vazgeçirmek için ona karşı oldukça katı yaptırımların uygulanmasının elzem olduğunu savunmakta. Daha da ileri giderek, ABD’nin koyduğu yaptırımları delecek diğer aktörlerin de cezalandırılmalarını öngören bir stratejiyi benimsedi.

Bütün bunlara ek olarak Körfez Ülkelerinin İran’a karşı yapılacak bir savaşı finanse edeceğine dair doğruluğu teyide muhtaç haberlerin dolaşıma sokulması da savaş fikrini besleyen faktörler arasındadır.

Bütün bunlara rağmen, İran ve ABD yönetimleri hemen hemen eş zamanlı olarak ‘savaş istemediklerini’ açıkça duyurdular.

Bu durumda savaş olasılığı ortadan kalktı mı? Şimdilik evet, ancak taraflardan birinin atacağı yanlış bir adıma bağlı olarak kısa süre içinde gerginlik hızla tırmanabilir.

Eğer ABD’nin 120.000 asker sevkiyatı ve onlara eşlik edecek deniz, kara ve hava gücü bölgeye gönderilirse (bu haberin doğruluğu dahi tartışma konusu oldu) ve İran bunlara karşılık verirse ve üçüncü aktörler tarafından herhangi bir kışkırtma olursa gerginlik çatışmaya dönüşebilir.

Esas vahamet, bütün bunlar olurken gerginliğin çatışmaya dönüşmesini önleyecek nitelikte uluslararası bir örgüt veya gücün mevcut olmayışıdır.

Trump yönetimi Avrupalı müttefiklerini çok fazla takmadığını defalarca söylemleri ve vücut diliyle gösterdi. Bunların içinde belki de en önemlisi İran konusundaki tavrıdır. Obama yönetimi Avrupalı müttefiklerini İran konusunda yanına alırken, Trump umursamaz bir tutumu benimseyerek İran’la yapılan anlaşmadan Avrupalı müttefiklerinin uyarılarına rağmen çekildi. Bu durum Trump yönetiminin Avrupalı aktörlerle olan ilişkisini germekte ve yeniden yeni-Avrupa ile eski-Avrupa karşıtlığı tartışmasına bazı göndermelere yol açmaktadır.

Kısaca belirtmek gerekirse, ABD son bir yıl içinde İran ile yapılan 2015 anlaşmasından çekilip, İran’a karşı yaptırımları artırması ve bu yaptırımlara uymayanları da cezalandıracağı kararını alması yalnızca İran’ı değil, Avrupalı müttefiklerini de tedirgin ediyor.

Bu durum basit bir tedirginlik değildir; bunun ötesinde emperyalizm içi gerilimlere işaret etmektedir.

İngiltere, Almanya ve Fransa yönetimlerinin Trump yönetimi için İran’la yapılan anlaşmadan çekilmekle hata yaptığını söylemeleri ilerde izleyebilecekleri olası politikanın kısmi de olsa ipuçlarını göstermekte, aralarındaki gerilimi yansıtmaktadır.

Bir başka faktörü daha hesaba katmak fayda var. Masa başı, bilgisayar üzerinden yapılan askeri hesaplar uygulama alanında her zaman güvenilir sonuç vermeyebilir. Pentagon’da yapılan hesaplar İran’da şaşabilir. Ayrıca, ABD son iki yılda ciddi başarısızlık örnekleri verdi. Trump yönetiminin başarısızlıkları İran yönetimini cesaretlendirebilir. Bu durum başka bir yanlış hesap yapmaya da yol açabilir. Avrupalı güçler bütün bu süreçleri fırsata dönüştürmeyi hesaplayabilir…

Eğer bir çatışama çıkarsa, bu karşılıklı yanlış hesaplar yüzünden olabilir. Elbette savaşın ceremesini çeken emekçi halklardır. Kuşkusuz, sermaye savaşta kendine yeni bir kâr alanı üretecektir.

Son haftalarda Orta Doğu’da yaşanan gerginlikler tesadüfi değildir, sonuçları da ilginç olacaktır. Trump yönetiminin tasarlayıp, uygulamaya koymaya çalıştığı daha geniş çaplı emperyalist politikanın parçalarındandır. Bu politikanın savunuculuğunu yapan ABD yönetiminin Orta Doğu’da benzer stratejiyi başka konularda (gelecek haftalarda bunları ele alacağız) da hayata geçirmek üzere yola çıktığı anlaşılıyor.

Ne olup bittiğini anlamak falcılıkla olmaz; sağlam bir teorik çerçeveye sahip olmak da yetmez; süreçleri doğru bağlama yerleştirebilmek için ciddi emek harcamak gerekir.