Berlin konferansı sonuç bildirisi, yönetilemezlik durumu

19 Ocak günü Berlin’de Almanya Başbakanı Merkel’in çağrısı üzerine ABD, Almanya, Birleşik Arap Emirlikleri, Britanya, Cezayir, Çin, Fransa, İtalya, Kongo Cumhuriyeti, Mısır, Rusya ve Türkiye’nin hükümet ve devlet başkanları ve/veya dışişleri bakanları düzeyinde ve uluslararası örgüt ve kuruluşlardan; Birleşmiş Milletler, Afrika Birliği, Arap Birliği ve Avrupa Birliği’nin yüksek temsilcilerinin katıldığı ve Libya’da fiilen iç savaşın taraflarından Ulusal Mutabakat Hükümeti Başbakanı Sarraç ve Libya Ulusal Ordusu başkanı Hafter’in hazır bulunduğu, Uluslararası Libya Konferansı yapıldı. Aynı gün 55 maddelik sonuç bildirgesi yayımlandı. 

Sonuç bildirisi bize ne anlatıyor?

İlk olarak, bu sonuç bildirgesi Almanya’nın uluslararası politikada oynamak istediği rolün yükselişine işaret ediyor. Almanya’nın Libya konusunu ikili ilişki düzlemine taşımadan, BM düzleminde, AB’nin etkin rol oynayabileceği ilişkiler ağı içinde yürütmek istediğini belirtmek mümkün. 

Fransa ve İtalya’nın bizim yaptıklarımızı da zikredin tonunda ifadeleri de metne yerleştirilmiş (Madde 2). 

Rusya ve Türkiye’nin katkısı ateşkes sürecine Moskova’da yaptıkları katkı ile anılmakta. 

Bu süreçten, Rusya, BMGK’nin veto hakkına sahip üyesi olduğu için endişeleneceği bir durum söz konusu değil, gerektiğinde müdahale edebilir. 2011’de yapmadığı hamleyi şimdi rahatlıkla yapabilir konuma yükseldiği anlaşılıyor. 

Putin Hafter ile olduğu gibi, Sarraç ile de ilişki kurabilecek konumda. Belli ki ABD Libya konusunda Rusya’ya daha fazla alan açmış durumda. Sonuç nereye evrilir tartışılabilir, fakat bugün itibarıyla Libya konusunda ABD ile Rusya açıktan bir rekabete girme niyetinde olmadıklarını birbirlerine sezdiriyorlar. 

Türkiye yönetimi bir süredir ihtiraslarını gizlemiyor, hızlı adım atmaya çalışıyor. Sarraç ile vardığı ilk uzlaşı, deniz yetki alanı mutabakat muhtırası, iktidar ile TSK’nın bir kanadı arasında ciddi yakınlaşmaya yol açtı. “Akdeniz’de bizi kimse yok sayamaz” mesajı verdiler. Bunun ötesindeki hedefin ne olduğunu ne iktidar, ne de TSK öngörebilir noktada! 

Başkalarının kurduğu oyunda rol tanımlamasını başkaları yapar. Uyup uymamak elbette oyuna katılana kalmış, ama oyunun kurallarına uymayanı dışlarlar, hatta cezalandırırlar. Ya bu sistem içindesin, ya da dışında. İçinde gibi görünüp, dışında kalmaya izin verilmez!

Berlin konferansına kadar, iktidar, bir koşuda Libya’ya ulaşacağını, Türkiye’de kaybedilmiş topraklarda yeniden etkin olma arayışını savunan siyasal görüşleri kendi bünyesinde toplayabileceğini umdu (galiba Davutoğlu’na rol kaptırmamaya çalışıyor), fakat bu politik duruş (Davutoğlu hariç) ne içerde ne de dışarda destek buldu.  

Rusya’nın kendine alan açacağını bekleyen iktidar hayal kırıklığına uğradı.

Peki, ABD yeni bir alan açar mı? 

Açmaz, ama açacakmış gibi davranabilir. 

Aynen Suriye’de yaptığı gibi. 

AB’nin Türkiye’ye Libya’da alan açmayacağı da belli. Nitekim sonuç bildirgesinde silah sevkiyatının yapılmaması gerektiği, yapılıyorsa derhal durdurulması aksi halde BM’nin yaptırımına maruz kalınacağı gibi aba altından sopa gösterdiler. Sonuç bildirisinde eskiden alınan BMGK kararlarının yeterli olduğu noktasından hareket edildiği anlaşılmaktadır.

Sonuç bildirisinde, bunu imzalayan tarafların pozisyonları yeterince yansıtılıp, onlar için tanımlanan roller tanımlanmış ve yetki büyük ölçüde BM’ye verilmiş, diğer bölgesel örgütlerin BM’ye yardımcı olmasının beklendiğinin altı çizilmiştir.

Sonuç bildirisinde net olarak söylenen şu: Ulusal Mutabakat Hükümeti ile Ulusal Libya Ordusu temsilcileri kavgayı bıraksınlar, petrol gelirini devlete ait petrol şirketinde toplayıp, oradan herkesi gözeten bir anlayışla dağıtım yapılsın. Mali ve iktisadi kurumlar yok edilmesin. Bu mekanizmanın bozulmamasının elzem olduğunu vurguluyorlar.

Bildiride Başbakanlık ve Temsilciler Meclisi’nin çatışan aktörler tarafından kontrol edilmesinin yarattığı sorunlar sıralanıyor, çatışan tarafların meşru bir zeminde bir araya gelmeleri için seçimlerin yapılmasının elzem olduğunu ileri sürüyorlar.

Çatışma bölgesi dışında kalan Fizan bölgesindeki kabilelerin de sistemin içine çekilmesi, en azından dışlanmaması gerektiğinin altını çiziyorlar.

Afrika içlerinden Libya’ya gelen mültecilerin ki bunların büyük çoğunluğu iktisadi mülteciler, Avrupa’ya akın etmelerinin önlenmesi ve radikal İslamcı akımlara meyil etmelerinin önüne geçilmesi AB’nin öncelikleri arasında olduğu için Libya’da oluşacak bir yönetimin bunlara çözüm üretmesi beklenmektedir. Bu beklenti sonuç bildirisinde yer almaktadır.

Son tahlilde, sonuç bildirisinde Libya’da sorunun nasıl çözüleceğine dair ikna edici, inandırıcı bir çözüm önerisi mevcut değil. 

Tuhaf olan, bu konferansa katılanların 1990’lı yıllarda yaşanan onca trajediden hiç ders çıkarmamış olmalarıdır. Bosna, Kosova vb…

Bu bildiriye imza koyanların Libya’da liberal demokrasi üzerinden bir yönetim oluşturulabileceğini varsayan bir yaklaşımdan hareket ediyor olmaları dikkat çekicidir. Bu traji-komik bir durumdur. Libya’da kabileleri bir arada tutacak formülün liberal demokrasi olduğunu ileri sürmek ancak yerel sosyolojik gerçekliğin bilinmemesi veya hesaba katılmaması ile mümkün olabilir.

Unutmayalım, Kaddafi, aralarında ciddi çıkar çelişkisi bulunan yaklaşık 40-50 kabileyi bir arada tutacak bir siyasal yapıyı hayata geçirmişti. Bu bildiriye imza atanların birçoğunun ellerinde bulunan onca uluslararası iktisadi, askeri ve siyasi güce rağmen Libya’da istikrarı sağlayacak siyasal bir yapıyı 2011 yılından bugüne kadar gerçekleştirememiş olmaları ilginçtir. Bu durum, emperyalizmin bir oyunu olmasının ötesinde, aynı zamanda emperyalist-kapitalist sistemin, önemli ölçüde iç çelişkilerini, daha da önemlisi yönetme beceriksizliğini göstermektedir. Emperyalist-kapitalist sistem yıkıma uğrattığı bölgelerde yönetme becerisini gösteremez durumdadır.

Nereye ellerini atsalar orayı kaosa dönüştürüp, yönetilemez hale getiriyorlar. Liberalizmin türevleri de inanılır olmaktan çıktı. İslamcılığın türevleri ise durumu daha vahim hale getirmekten öteye bir şey sunmuyor. Libya tam bunu gösteren bir örnektir. Berlin konferansı sonuç bildirisi ise bu kaotik durumu ve yönetememe durumunu iyi yansıtmaktadır.