Yarar neye yarar?

Bosna trajedisinin tüm hızıyla sürdüğü dönemlerdi. Eşini boşayıp, çok genç bir Bosnalı kızla evlendiği zaman, özellikle erkeklerden oluşan muhafazakar çevresinin gözünde, günün “mana ve ehemmiyeti”ne pek bir uygun izdivaç gibi anlaşılmıştır bu, süphe yok. Acılar içindeki mazlum bir millete mensup birisiyle evlendiğinde, kişi, bir de bu açıdan takdir görür. Bu da takdir görenlerdendi. Yurdu parçalanmış, insanları öldürülen bir milletin kızına evlilik yoluyla sahip çıkıp, onu koruyup kollamak az şey mi?

Tutumlarını, kendi inançlarını öne sürerek gerekçelendirmede, zamana zemine uydurmada pek bir maharetli olur kimi insanlar. Erol Yarar bunlardan biridir. MÜSİAD adlı sermaye örgütünün başkanıydı bir ara. Zaman zaman rastladığım konuşmalarından, verdiği demeçlerinden ötürü bu adama karşı şu yargıya varmışımdır: İslam dininin sadece kendisi için indirildiğine inanıyor. “Faydacı” tutumlarında inandığı dini kendisine uydururken, “allah vergisi” yeteneğini çok iyi kullanıyor. Allahın zengin olsun diye özellikle seçtiği biri olduğuna inanırsınız konuşmalarını duyup, demeçlerini okuduğunuzda.

SoL’da okudum ilgili haberi. Star gazetesinde kendisiyle yapılan söyleşide saçtığı incilerden haberdar olan herkesin benim gibi düşüneceğine eminim. İslami denen sermayeyi anlatırken, “asıl burjuva sınıfı biziz” diyor örneğin. Bunun iyi bir şey olduğunu sandığı çok ortada. “Tarihin en sömürgen sınıfı biziz” demektir bu. Yine çok belli ki, yönetici bir sınıf olduğunu düşündüğü burjuvazinin, -ki doğrudur bu-, “Türkiye’de maneviyat sahibi temsilcisi” olduklarını anlatmak istiyor.

Kendi bilir. Sosyolojik kavramlardan haberi olmadığı için bu açıklamasındaki tuhaflığa fazla takılmayalım. Ama şunu da hatırlatalım: Kendisi gibilerini burjuva olarak tanımlıyorsa, emekçilerle de karşılaşmaya hazır olmalıdır.

Star gazetesindeki söyleşisinde, “islamcı patronların kâr ve tüketim hırsının normal karşılanması” gerektiğini de söylemiş. Vurucu cümlesi de şu: “Zengin zenginliğini gösterecek”. Asıl tutulduğum cümleyi de aktarayım. Bakın ne buyurmuş Yarar adlı zat: “Bir insanın kibirli yürümemek kaydıyla zengin olduğu anlaşılmalı sokakta.” Peki neden anlaşılmalıymış? Cevap, Yarar’ın ne kadar zeki olduğunu, Allah’ın nasıl özel bir kulu olduğuna inandığını ortaya koyan cinsten: “Fakir anlasın da gelip derdini anlatsın diye”.

Müslüman emekçi bu sözleri duyunca ne der bilemem. Ama, kendisiyle, yoksulluğuyla dalga geçildiğini herhalde düşünür. Yarar’ın, zengin-fakir diyerek, sınıfsal bir ayrılığı kabul ettiğini, daha da kötüsü, bir müslüman (!) olarak, toplumsal adaletsizliği nasıl doğal gördüğünü bu sözlerden daha iyi ne anlatabilir? Ne zenginlik birinin şansıdır, ne de fakirlik bir başkasının kaderi. Müslüman emekçi “imani kader” ile oluşmasında Yarar gibilerin katkısı bulunan “eşitsiz toplum yasası” nın doğurduğu “kader”i birbirinden ayırabilmelidir. Bir toplumda zengin ile fakirin oluşu, sınıfsal karşıtlığın doğurduğu bir sonuç. Bu eşitsizlik kolayca ortadan kaldırılamasa bile, kaldırılması için mücade etmek yerine, bunu “doğal bir olgu” olarak kabullenmek Yarar’ın işine yarayabilir. Ama, “imani” bir kabullenişe zorlanan müslüman emekçi için faydasızdır bu. Anlayacak bir gün. Mutlaka anlayacak. Anlamalı.

Din elbette kişinin hayatına yön verir. Bu yanıyla bireysel bir kılavuzluk olması anlaşılabilir. Ama Yarar gibilerin yaptığı, hayatlarına dinle yön vermek değil, dini “şahsileştirmek”. Bakın ne diyor adam: “ Zekatımı veriyorsam İslam’da kimse niye böyle yapıyorsun deme hakkına sahip olmuyor?”. Zekatımı vermeme yol açan kazancı İslam dini sorgulamıyor demek istiyor açıkcası. Samimi müslümanlara soruyorum: “Doğru mudur bu?”

Dinin “şahsileştirilmesi” böyle bir şey işte. “Zekatımı veririm, gerisine dinim karışmaz.” İnanmaktan değil, “görev”den doğan bir ibadet diye anlarım ben bunu. Siz ne anlıyorsunuz?

Bireyin kar yasasını, toplumun kar yasasına döndürme kavgasını verenlerin önüne bu Yarar gibi adamlar çıktılar hep. Emek mücadelesini, tanımlarını kendilerinin yaptıkları “kader” ya da “şükür etme” gibi kavramlarla boğdular. Sıkıştıkları zaman, kendine “özel” hale getirdikleri “din”i ortaya attılar. Zengin olmalarının nedenini, allahın kendilerine tanıdığı bir şans gibi gördükleri için, fakirliği de allahın takdiri diye sundular. Bilerek ya da bilmeyerek, zengini de fakiri de doğuran “toplumsal eşitsizliğin”kaynağı da allahtır demek istediler. Müslüman emekçinin parasını çaldıkları yetmiyormuş gibi imanlarını da çalmak demektir bu. Bu, toplumsal saflaşmada allahı kendi yanına çekmek demektir. Yarar’ın yaptığı budur.

Türkiye’de, sosyolojik adlandırmadan haberi olmayanlar,Yarar’ın da temsilcilerinden biri olduğu paracı kesime, sanki diğerinden farklıymış, sanki diğeri gibi emek sömürüsü üzerine oturmamış gibi, İslami sermaye adını verdiler, malum. Bunu bir an doğru kabul ederek ekleyeyim: İslamisi de gayri islamisi de aynıdır sermayenin. Toplumsal eşitsizliği yaratır ikisi de. Her iki “sermaye”nin tek sermayesi emek sömürüsüne dayanmasıdır. Budur.

Kim demişse doğru söylemiş, “paranın dini imanı” yoktur diye.

Paranın dini imanı yok ama, kimi sermayedarın dini de var imanı da..

Din de onda para da…Olmayan tek şey, vicdan.

Toplumsal eşitsizliği doğal gören sömürgende vicdan ne gezer?

Diyelim ki var. Diyelim ki sızlıyor. Verir zekatını rahatlatır vicdanını.

Yanlış mı?