Yandaştan yandaşa salvo

Yandaşlıkla voleyi vurmuş bir işadamı olduğu kadar, Erdoğan’a duyduğu “aşkıyla” da yakinen bildiğimiz Ethem Sancak’ın gazetelerinden birinde yazan Cem Küçük’ün, gelmiş geçmiş en yandaş yazarlardan biri olan Akif Beki’ye yönelttiği hakaretlerini okuduğumda tabii ki şaşırmadım. Küçük bey, yazısında Beki’den, yalaka, şeytan, iblis, yağdanlık gibi ifadelerle söz ediyordu. Final cümlesi ise tek kelimeyle ibretlikti: “Son 12 senenin ganimet muhasebesini buraya yazarsam sokağa bile çıkamazsın”.

Bilinmekle beraber ben yine de hatırlatayım; bunlar aynı mahallenin insanları. Beki’nin son dönemlerde AKP’ye ilişkin yaptığı kimi değerlendirmelere “mahallesinden” biri bu cümlelerle itiraz ediyor.  Beki’nin AKP’ye yönelttiği eleştiriler de onu sorgulayan, toplumda ayrımcılık yarattığına dikkat çeken, yolsuzluk, hırsızlık, vurgunculuk yapmasına itiraz içeren eleştiriler değil tabii Bu, “aslında sen iyi bir tavuksun, şöyle yapsan daha fazla yumurtlarsın” türünden bir “eleştiri”. Ama bakın, bu kadarı bile Beki’nin bu ağır ifadelerle tanımlanmasına yol açıyor.

Beki, “iblis”midir, “şeytan” mıdır, elbette bilemem. Bu literatür bana uzak haliyle. Cem Küçük, Beki’nin iblis mi, şeytan mı olduğunu kuşkusuz benden daha iyi bilir. Ama “yalaka” , ya da “yağdanlık” mıdır diye sorulsa, “el hak öyledir” diyecek kadar gözlemim var ona ilişkin. Beki, ileride ellerine geçerse, torunlarını pek bir utandıracak şu “Erdoğan’ın Harfleri” kitabı yüzünden bile bu iki sıfatı fazlasıyla hak etmekte.  Söz konusu kitapta Erdoğan’ı Musa peygamber ile karşılaştıran Beki, Erdoğan’dan “gökten beklenen kurtarıcı” olarak söz etmekte, şirazenin ucu fazla kaçmasın diye de bu “gökten gelecek” kurtarıcının oy sandığında “seçmenleri tarafından seçileceğini” vurgulamakta. Akla zarar bir dolu zırvalık işte. “Torunlarının eline geçerse” dedim, çünkü rezaletin sonradan farkına vardığından olsa gerek kitabının ikinci bir baskısını yapmadığından, piyasada da bulunması mümkün değil. Ölümümden sonra bir yerlere bağışlamayı düşündüğüm kütüphanemin “kişi putlaştırmada” akıl yitimine örnek olarak yararlanılacak en değerli “parça”larından biridir bu kitap. “Atatürk”ün putlaştırıldığını söyleyen bir siyasi zihniyetin, iki yüzlülüğüne iyi de bir örnektir elbette.

Bu “bağlılığından” ötürü tabi bir hayli ikbale kavuştu da Beki. Gelmiş geçmiş en yeteneksiz yazarlardan biri olduğu halde, hakkını yemeyeyim, her biri kendini okutacak düzeyde çok sayıda sıkı yazarın bulunduğu Hürriyet’de köşe kapıverdi. Cem Küçük beyin sözünü ettiği “ganimet”lerden sadece biridir bu.

Konu Beki değil aslında. Uzattım istemeden. Sonuçta bunlar “eski” ile “yeni” yandaşlar. Yenisi, eskisine çullanmakta haliyle daha cevval. Onun geçmişteki “performansından” daha ileride olmak zorunda. Daha çok kapışırlar. İzleyeceğiz. Ben bu ikiliden çok, her ikisinin de mensup oldukları İslamcı/muhafazakar camianın birbirilerine yönelik üsluplarıyla, birbirlerine karşı mücadele yöntemleriyle ilgiliyim. Tek kelimeyle korkunçlar.

Küçük bey ile Beki bey arasındaki dalaşmaya benzer çok kapışma var. İslamcı/muhafazakar kesimin, ırkçı/milliyetçilerden daha entelektüel olduklarına inanılır. Bir bakıma doğruydu bu. İslamın yarı enternasyonal özelliğinden ötürü daha dışarıya açık oluşuyla, batıya karşı mücadelenin batılı yazarları da bilmekten geçtiğine inanmış olmanın dürtüsüyle daha fazla okudukları bir gerçek İslamcıların. Sanıldığı gibi solun entelektüel kudretine asla ulaşamamış olan İslamcıların bırakın karşıtlarını, ters düştükleri vakit birbiriyle giriştikleri tartışmalarda tutturdukları dil evlere şenlik. Bu camianın “entelektüel”i Ali Bulaç da, mahallesinin “yandaşlarından” fena zılgıt yemişti. Küçük beyin kullandığı sıfatlarla hem de.

Şu aynı mahallenin unsurları olan AKP-Cemaat çatışması sırasında ortaya dökülenler bu “dil” için iyi bir örnek. İyi zamanlarında bile birbirlerine karşı “malzeme” biriktirmiş bir güruhtan söz ediyorum. O “iyi zamanlarında” birbirlerine karşı kullanacakları özellikle cinsel yaşamlarına ilişkin malzeme biriktirme çabaları olağanüstü. Birbirlerini en iyi vuracak malzemelerin ne olduğunu biliyorlar: Yolsuzluk-Cinsellik.

Yani başkalarını sürekli suçladıkları “ahlaksız”lıkla bir hayli iç içeler. Bu “ahlaksızlık”ların girişilen kimi pazarlıkların sonuçlanmamasının ardından ortaya saçıldığı çok belli. 17 Aralık yolsuzluğu iyi bir örnek buna. Yoksa “ahlaksızlık”ı din, iman adına açığa çıkaran yok. Dershanelerinin hükümetçe kapatılma tehdidi olmasaydı o cinsellik/yolsuzluk kasetlerini hiç ortaya çıkarmayacaktı cemaat.

Bu İslamcı/muhafazakar camianın hep yaptığı şey. Küçük bey, Beki’ye şimdilerde kızdığı için “Son 12 senenin ganimet muhasebesini buraya yazarsam sokağa bile çıkamazsın diyor. Kızmasaydı bu cümlede saklı olan o ganimetten (yani, “el koymak”tan) haberdar olmayacaktık, tahmin etsek bile. Melih Gökçek, fırsatçılık yapıp, Erdoğan’ın gözüne girmek için Bülent Arınç’a höykürmeseydi, Arınç, “Ankara’yı parsel parsel sattın” demeyecekti. İyi geçindikleri zaman sorunları yok bunların birbirleriyle. Rezilliklerini sergilemek için kavga etmelerini bekleyeceğiz.

Düşman bellediklerine hep “değerler” üzerinden vurmaya alışmış bu cenahın başka bir silahı yok. Bir düşünce faaliyeti, fikri bir eleştirel yaklaşım literatürlerinde olmadı hiç. “Fıkıh uzmanı” geçinen Hayrettin Karaman adlı zat, yolsuzluğun hırsızlık olmadığını söyleyerek, yani kavramlarla oynayarak bağlısı olduğu hükümeti koruma çabasında örneğin. Yani, nüans farkıyla bir koruma kalkanı oluşturmuş “fıkıh uzmanı”. Yani birbirlerini ahlakla (ya da ahlaksızlıkla) vuran bu figürlerin hepsi “ahlak” özürlü. Dinleri var ama ahlakları yok.

İslamcıların o çok övündükleri, birilerinin de safça inandıkları entelektüelliklerinden bir tartışma, bir eleştiri kültürü doğmadı. O nedenle birbirleriyle cebelleşirken hep çıkarları için kullandıkları ahlakla çıktılar ortaya. Kim daha ahlaksız yarışıdır şu an izlediğimiz.

Şimdilik “yarışanlar” Cem Küçük ile Akif Beki.

Oysa sayıları çok.

Bunlar ne ki?