Hadi Eskimolaşalım

En son, “tükürdüğünü yalayacaklar” dedi başbakan Erdoğan. Yemin etmeme kararı alan CHP’lilerin eninde sonunda meclise geleceklerinden emin olmanın verdiği rahatlıkla, her zamanki gibi pervasızlığıyla da tabii, hiç de nazik olmayan bu cümleleri sarfedebildi muhalefet partisi için.

Başbakanın her zamanki huyu bu. Gerçeği, doğruyu söylemekten çok en son sözü söyleyen kişi olmak istiyor. İtiraz eden de pek yok doğrusunu isterseniz. Dolayısıyla eleştirilmek bir yana, kimilerinin gözünde iyi hatip sanılmasına yol açıyor bu özelliği.

Oysa nerden bakarsanız bakın ciddi bir hitabet sorunu var adıgeçenin. Kişilik özelliklerinin hemen hemen tüm yansımasını görmek de mümkün. Mağrurluk, yaptığı her şeyin doğru olduğuna inanmışlık, “güçlüysem uzlaşmam” türü iktidar tavrı, nihayet güçlü olmanın aynı zamanda hep doğru olunduğuna inanma yanılsaması. Tüm bunlar var Erdoğan’da. Karşısında tükürdüğünü yalayan insanlar görmekle onaylanan bir iktidarı var başbakanın. Ne kadar çok insan tükürdüğünü yalarsa Erdoğan o kadar muktedir olacağına inanmış gibi görünüyor. Oysa, kendi deyimiyle hatırlatalım, burjuva siyasetinde herkes tükürdüğünü yalar. Garibi şu ki, Erdoğan da bunlardan biridir. Milli Görüş gömleğini çıkarmak da (çıkardı, çıkarmadı önemli değil) tükürdüğünü yalamak sayılmalıdır. Burjuva siyaset meydanında büyük sözlerden, yeminlerden cayıldığı da olur elbette. Toplumsal yarar açısından gereklidir dendi mi akan sular durur. Bu tür durumlarda İlke, yangında kurtarılacak ilk eşya misali, ilk vazgeçilecek olandır çünkü. Burjuva siyaset mekanizması her türlü geri çark etmeye ayaküstü “ahlaki” gerekçeler bulabilir.

CHP varsayalım ki, yemin etmeye karar verir, bunu “tükürdüğünü yalamak”tan çok işte bu toplumsal yararla açıklar biraz daha kibar olanlar. Erdoğan, malum, kibarlık sahalarında pek dolaşan biri değildir. Bu yüzden meseleye bodoslama dalması anlaşılabilir. Dobralık, gerçekçilik, patavatsızlık gibi tutumlar arasında ince farklar vardır. Birbirine karıştırılması bundandır. Bu farklardan haberdar olunmadığında ağzı bozuk biri iyi hatip kabul edilebilir toplumca. Normal yani.

Toplumun kodları buna uygunsa, ağzı bozuğun bunda bir suçu da yoktur, doğrusunu isterseniz. Oysa, hani şu herkesin çok önem verdiği, Kasımpaşalı olmanın kurallarından da sayılan “delikanlılık” edeble anlam kazanan bir tutumdur. Yani herhalde böyledir.

Eskiler, çok çok eskiler, üstelik bizim toplumuzda da değil, çok başka coğrafyalardaki eskiler, bu küfür, argo benzeri kapışmaları belli bir kurala bağlamışlardı. Başbakan iki de bir, kendi sert üslubunu, “öfke de bir hitabet sanatıdır” diyerek akıllara zarar bir açıklamayla, “estetik” bir temele oturttuğunu sanıyor ama elbette yanılıyor. Bunu daha önce hayata geçirenler var çünkü. Sanat neymiş o eskilerden öğrenmeli. Küfürlü, argolu kapışma meselesinde özellikle.

Ben, bir Joan Huizinga tutkunuyumdur. Huizinga’nın, hele Mehmet Ali Kılıçbay hoca çevirmişse, Türkçe’deki kitaplarını kaçırmam. Size de öneririm, başta Ortaçağın Günbatımı olmak üzere hepsini bulup okuyun, okumadıysanız. Home Ludens adlı kitabında rastladım ben de. Eskimoların birbirleriyle tartışmaları pek eğlencelidir. Bir Eskimo, kızdığı birini bir davul ya da şarkı yarışmasına davet ederdi. İki rakip, davulları da yanında olmak üzere birbirlerine hakaret içerikli şarkılar söylerlermiş. Rakiplerden birinin, diğerini, karısı ile kaynanasını yemekle suçladığı bile olmuş, düşünün. Bu ancak böyle şölen havasında yapılan kapışmada ileri sürülebilecek bir suçlama. Bu yarışma sırasında dileyen rakibinin yüzüne hapşırabilir, üfleyebilir, dilerse kafa da atabilirmiş. Dayanamayan yenilmiş kabul eder, başı öne eğik olarak “tartışma meydanı”nı terk edermiş.

Öfkenin bir hitabet sanatı olduğuna gerçekten inanıyorsa başbakan Erdoğan, mutlaka eskimoların bu adetlerinden haberdar olmalıdır. Gerçekten de sanattır bu. Müzik aleti var, “hitabet sanatı” olarak öfkenin küfür, argo, hakaret olarak dışavurumu var. Eh, kendinizi tutamadınız mı rakibinizin yüzüne doğru hapşırabiliyorsunuz da. Üfleyin isterseniz. Daha ne olsun?

Her devlet adamına öğüt olarak hatırlatılması adetten sayılan Şeyh Edebali’nin ilkeleri pek tutmamış bizim milliyetçi/muhafazakar toplumumuzda çok belli ki. Bize Eskimo adeti daha fazla uyar. Aksiyon ruhumuzda var.

Başbakan, kimi gazeteciler için sarf ettiği “namert” sözünü müzik eşliğinde dile getirse fena mı olur? “Seni taciz ederim” cümlesini ne güzel benimsedi müzikseverlerimiz Nihat Doğan’ın, biliyoruz. Kimse bu cümledeki korkunçluğa aldırmadı.

Bülent Arınç’ın sesi güzel mi bilmem ama “şeyini şey ettiğimin şeyi” pekala bir şarkı sözü olabilir. “Ne olur azıcık ucundan versen” adlı o felaket şarkıya el çırpıp tempo tutanlarımız yok muydu?

Toplumumuz kaldırır bunları. Son derece cinsel içeriklihah şimdi bir yerlerimize kar yağdıdokundurmasını biz, şu İzzet Yıldızhan adlı türkücüden, “damımıza damımıza kar yağdı” şeklinde dinlemedik mi?

Yani diyorum ki, bizde şu Eskimo adetini hayata geçirecek altyapı ziyadesiyle mevcut. Başbakanın sesi, her ne kadar sadece “beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısından başkasını mırıldandığına tanık olmadıksa da, duyduğumuz kadarıyla güzel. “Al ananı da git”i çok güzel seslendirir, adım gibi eminim.

Yani ben umutluyum. Eskimoların Türk olduğunu falan da ortaya attık mı, dikkatleri oraya çeker, siyasetçimizi küfür konusunda birer sanatçı yapabiliriz pekala.

Nota bilmemek de önemli değildir herhalde. Yeter ki içten söylensin ne söylenecekse.

Eskimolar nota mı biliyordu sanki!