Alo! Sesim geliyor mu?

Başbakan bir telefon etse Nuray Mert’e iş bulur” cümlesinden sonrasını okumadım Nazlı Ilıcak’ın, açık söyleyeyim. Bu cümleyi nasıl gerekçelendirdiğini de merak etmedim ayrıca.

Ilıcak’ın konuşmasını da, yazmasını da isteyenlerdenim. Kendisinden feyz alacağımdan değil, bilerek ya da bilmeyerek bir ifşaatçı olduğuna inandığımdan istiyorum bunu. Kalemini de çenesini de tutamamasına yol açan (sorsanız dobralık olduğunu söyleyecektir) kaygan bir tarzın sahibi olması yüzünden, onu işaret ederek kimi iddialarımızı güçlendirebiliriz diye de inanıyorum.

Geçmişte oldu çünkü. Son dönemlerde “sıkı demokrat” kesildiği için, bir ara, birileri, 12 Eylül öncesi oynadığı olumsuz rolü hatırlattığında “kontrgerilla tarafından kullanıldım” deyivermişti, örneğin. Ben de o sıralar yazdığım bir yazıda, bunun bir itiraf değil “mecburen kendini ifşa” olduğunu belirtmiştim. “Yeni demokratlığının” inandırıcılığı adına kendini “harcamaktan” çekinmemişti hanımefendi.

Bu zokayı yutanlar olmuştur herhalde. Ama kişisel olarak ben Nazlı hanımın hiç de kullanıldığına inanmamışımdır. Kullanılmak, “istek dışı”, “farkında olmama hali”dir çünkü. Ben, hanımefendinin kontrgerillanın “gönüllülerinden” olduğunu düşündüm hep. “Kullanıldım” dediğinde, yıllarca kontrgerillanın medyadaki kollarının Türkiye’yi istikrarsızlaştırmada önemli rol oynadığını söyleyen bizler, Nazlı hanımı işaret edebildik bu “ifşaatından” sonra: “Bakın kendisi söylüyor” diye.

Şimdi, sağ olsun, yine bize kendisini, kimi iddialarımıza kanıt gösterme şansını sundu. Her dediği lafta hikmet var büyüklüğüne kapılıp gevezelik etmek ne güzel.

Nuray Mert, malum, bir iktidar mağduru gazeteci. İslami yükselişin Türkiye için hayırlı sonuçları olacağı yanılgısını uzun zaman sürdürmüş, sonra “akıl bali” olunca AKP’nin “sol liberal” destekçiliğinden, sert bir muhalife dönüşmüştü. Meşhur öfkesinden payını aldığı başbakan tarafından “namert” olarak tanımlanmışlığı bile vardır ki, olacak şey değildi doğrusu. “Her muhalif bir gün işten atılmayı tadacaktır” gerçeğine uygun olarak Milliyet’teki işine son verildi Mert’in.

Nazlı hanım işte bu durumun, Başbakan’ın bir telefonuyla halledilebileceğini söyledi. Bir emekçinin kaybettiği işini geri alma mücadelesinde başvuracağı tek bir mercii olmadığının itirafıdır bu.

Hukukundan, medyasına kadar başbakanın memlekette her uçan kuştan haberi var diyerek, -elbette onun her duruma vakıf olduğunu övmekten çok-, memlekette onsuz yaprak kımıldamadığını vurgulayan bizlere dudak bükenlere, Nazlı hanımı kanıt olarak gösterebileceğiz artık. Çünkü Ilıcak, Nuray Mert’in meslek hayatının, başbakanın iki dudağının arasında olduğunu şu cümlelerle pek bir güzel ifade buyurdular: “Başbakan bir telefonla Mert’e iş bulur”.

Bu, en iyimser yaklaşımla, taraflar arasında buzları eritecek bir diyalog çağrısı olarak değerlendirilebilir. Öyle de olsa mesaj belli Mert biraz yumuşayacak, başbakan da hışmından çekinen medya patronlarına telefon edip Mert’e iş verdirecek. Gönüllülüğe dayalı biat kültürünün, zoraki boyun eğmeye dönüştüğünün ifadesidir bu sözler benim açımdan.

Türkiye’de iş artık böyle yürüyor. Nuray Mert gibiler, başbakanla kuracakları ilişki tarzına göre ya işsiz kalacaklar ya da işlerine kavuşacaklar. Nazlı hanım için gayet doğal olan bir durumdan söz ediyoruz. Tek adam’ın merhametine kalmış bir “hak arayışı” var ortada. Mert’e gösterilen adresin, kendisine daha önce “namert” diyen başbakan olduğunu hatırlatırım bu arada .

Demek ki neymiş? Başbakan tek bir telefonuyla Mert’e iş kazandırabilirmiş. İşçinin hakkını aramak için sendika uzun zamandır zaten bir mücadele aracı olmaktan çıktı. Yasal olarak hak aramak için başvurulacak bağımsız bir adli yargı yok. Başbakan ya da başbakan gibi düşünenlerin, -başkalarına karşı ne kadar iyi insanlar olduklarını kanıtlamalarına da yarayacak- merhametlerine muhtaç olduğumuzun bundan daha iyi anlatımı olabilir mi?

Almanya eski cumhurbaşkanı Christian Wulff'un bir gazetede hakkında yayınlanacağını duyduğu haberi engellemeye çalıştığı ortaya çıktığında görevinden istifa etmek zorunda kalışı gibi bir örnek bile Nazlı Ilıcak’ın aklına gelmiyor. Tuhaftır, Wulff, sözkonusu gazetenin yayın yönetmenine telefon açıp tehditler savurmuştu. Almanya’da cumhurbaşkanı “bir telefonla” işinden olurken, Türkiye başbakanı “bir telefonuyla” iş bulabiliyor kendisine biat edenlere.

Bundan sonra telefon konuşmalarının sonucuna bakarak rejimler hakkında karar verebileceğiz demek ki: Almanya’daki “demokrasi” ise, Türkiye’deki ne? Soru bu. Telefon konuşmaları neyse sonucu o belirleyecek.

Büyük demokrasi kahramanı Nazlı Ilıcak büyük zeka gerçekten.

Koca demokrasiyi ondan başka kim bağlayabilirdi telefon ahizesine?

Kim?