Uzun saç tarihçisi: Güven Erkin Erkal

Bir kitap düşünün, memleketin rock müzik tarihi üzerine. Yarısı hatırat ve albüm kapaklarından oluşan fotoğraf albümü, geri kalanının yarısı yine resim, son çeyrek ise kupür, haber ve ansiklopedik tarih bilgisi.

Görünüşe bakarsanız, dersiniz ki, boş ver böyle tarih kitabı olmaz. Evet, belki teorik olarak kâğıt üzerinde böyle, ancak kazın ayağı öyle değil!
Çünkü tüm şablonlarına rağmen, bu konuda çok büyük bir boşluğu dolduruyor “Türkiye Rock Tarihi 1”. Eğer bu işe meraklıysanız, kitabın yaratıcısı Güven Erkin Erkal, basit (ama zekice ve doğru) bir kurguyla sizi büyük bir külfetten aylarınızı, belki de yıllarınızı alacak bir tarama işleminden, plakların, dergi ve gazetelerin arasında boğulma riskinden kurtarıyor. Kapağına soldan sağa sırasıyla Cem Karaca, Barış Manço ve Erkin Koray’ı yerleştirdiği arşivlik kitabı ile…

***

Güven bir deli oğlan, hayatı tutkusuna vakfedilmiş adanmış bir militan. Dünyaya nasıl geldiyse aynı saflıkta kalmış sanki hiç büyümemiş. Şakayla ciddiyi kaynaştıran, hayatı bir oyun gibi görmeyi unutmayan, içindeki çocuğu her daim muhafaza eden bir divane.


Henüz bir çaylak - 1991

Tuhaf huyları var mesela oyun için hanımını yalnız vapura bindirip tatile gönderecek kadar iflah olmaz tavlacı, zamanında randevuya yetişemeyen, ama demo var dedim mi arkasına motor takmışçasına koşturan bir çılgın. Hoşsohbet, geyikçi, muzip, hazırcevap ve yardımsever, tabiatıyla çaykolik ayrıca tıbbın çare olamayacağı kadar unutkan.

Bir tür çizgi film kahramanı uzun olmayan boyu, sırtından eksik etmediği deri ceketiyle bütünleşen yağlı lüle lüle saçları, fıldır fıldır bakan meraklı renkli gözleriyle tam bir anti-hero… Sahte cool’luk taslamayan cinsinden, bu topraklardan çıktığını unutmadan. Dream TV’de yediği kazığın ardından bile ağzını münasebetsiz sözcüklere doldurmayan derviş, kedi kesenler martavalından boyalı medya malzemesi çıkarmaya çalışan zübüklere meydan okuyan bir Karaoğlan…

***

Çocukluğunun duvarlarını süsleyen şeyler, Türkiye’ye ilk gelen süper kahramanların ve fantastik filmlerin afişleri olmuş.

Seksenlerin başında, ergenliğe adım attığı günlerde sokaktan söktüğü ilk afiş, bir Ra konserine ait. Aileden kalma bir alışkanlık anne-baba matbaacıydı ve işin ucundan tutmak babından grafik tasarıma ilgisi var amaç Güzel Sanatlar Akademisi’ne kapak atmak. Hayal gerçekleşmeyince, afiş toplamaya devam.

Müzik diğerlerini iteleyerek kendine daha fazla alan açtığında, artık kendini bir nefer gibi görüyordu. Ortaköy Kültür Merkezi’nde (sonra menajerliğini de üstlendiği) Asansör topluluğunun konserinden aldığı demo kaset, okyanusa düşen ilk damlaydı.

Artık yasal kasetler çıkıyordu. Bunun üzerine rock camiasından üremiş sesli, yazılı, görüntülü ne kadar malzeme varsa toplamaya başladı. Ganimet giderek büyük bir yığına dönüşüyor, evindeki arşiv odası sayısı birden ikiye çıkıyordu ki, sonradan evin tamamını ele geçirecekti bu evrakı metrukeler…

Hakkını teslim edelim: karısı Asiye’nin sabrı bu süreçte iyice sınanmış, ermiş kadın evliya mertebesine yükselmişti.

***

Şimdilerde dijital olarak topluyor, yer darlığı meselesi nedeniyle. Aslında sadece yer darlığının değil, aynı zamanda haklı bir paranoyanın da sonucuydu. Yangın, su basması, hırsızlık ve benzeri felaketlere karşı korkusu günden güne büyüyordu.

Afiş ve benzeri malzemenin boyutları nedeniyle bunları dışarıda taratıyor bazen yaptığı ödemeler yüzünden ayın sonunu getiremiyordu.

Bir gün bunlardan para kazanır mıyım diye hiç düşünmemiş zaten bu yüzden girmemişti ki işe. Bu onu hayata bağlayan deli işi bir tutkuydu, ancak gün geldi ve bu arşiv ona olan vefa borcunu ufak ufak ödemeye başladı. Dergilerde, radyolarda, televizyonlarda ne yaptıysa sırtını bu arşive dayayarak gerçekleştiriyordu. Tüm projeleri bu arşiv üzerine kuruluydu. “Arşivsiz bir hiçim” diyordu.

***

Çevresindekiler artık onun doğal ispiyoncusu, gönüllü gammazıydı. Nerede bir yığın var, herkes olay yeri inceleme ekibi misali önce ona haber veriyordu.

Stüdyoları, müzisyen evlerini basıyor, bilgisayarları ve çekmeceleri tırım tırım tarıyor ele geçen ganimeti işe yarasın yaramasın deli güllabicisi gibi çıkınına atıyordu. Sahafları, müzik dükkânlarını, plak şirketlerini düzenli olarak tarıyor her fırsatta olay mahalline süzülerek yoklama çekiyordu.

Özellikle de kendisine sunulan paketlenmiş kiti ya da ürünü değil onun yapım sürecinde ortaya çıkan (pek çok kişinin çöp gözüyle baktığı) malzemeyi kurcalıyordu. O çöplerin zaman içinde en değerli parçalar haline geleceğini öngören ruhuyla süzüyordu onları.

***

Bu amatör rock müzisyenlerinin hamisi, demoların ve fanzinlerin efendisi olarak tanınan küçük dev adam aslında memlekette rock adına ne varsa, her şeyin rafine bir özetiydi. Birileri onu bu işten epey para götürüyor sanıyor mu, bilmiyorum, ama çoğunlukla eve ekmek yerine demo ve fanzin götürdüğüne kefilim. O olmasaydı, bugün pek çok şeyi ruhunuz bile duymazdı, ondan da eminim.

Sıcakkanlılığına karşın müzik konusunda babası gelse kayırmaz gelgelelim kendisi X harfine takıntılıdır. Hakkındaki tarifler ise tükenmek bilmez Türk Rock’ının Sergen Yalçın’ı, heavy metalimizin Şekspiri, rock televizyonculuğunun Uğur Dündar’ı…

Güven Erkin Erkal karşılaştığı insanları “üstat” diye selamlamaya, “sert kal, taviz verme” diyerek vedalaşmaya devam ediyor… Ayrıca söylemeye hacet var mı, bilmiyorum, kitabın ikinci cildi için kolları sıvadı bile…

[email protected]