Unkapanı’nda var bir Bektaşi

Gündelik hayatımızın kalabalığını tasvir eden yağlıboya tabloların en uzağında yer alan, belli belirsiz görünen flu figürlerdir onlar. Esas oğlanların arkasındaki figüranlardır ya da basbayağı bildiğiniz sahne dekorları.  

Yolda, otobüste, parkta, kahvehanede, sokak aralarında her gün rastladığımız -haklarında neredeyse hiç düşünmediğimiz için gördüğümüzü sandığımız ama sadece bakıp geçtiğimiz - sıradan insanlar. 

Otobüs durağında simitçi, kaldırımda boyacı, handa hamal, top peşinde sümüklü çocuk, okeye dördüncü, banka kuyruğunda elden ayaktan kesilmiş yaşlıdırlar, işsizdirler… 

Kibirli insanların tepeden baktığı, dudak büktüğü, kendi üzerine kondurmaktan köşe bucak kaçtığı ne kadar insanlık halleri varsa, onlardır işte. 

Eğer onlardan birini görmek, tanımak isterseniz kalkın Unkapanı Plakçılar Çarşısına gidin, altıncı blokta en üst kata çıkın, merdivenlerin hemen karşı köşesindeki çay ocağına varıp “Necati Amca’yı görmek istiyorum” deyin. O esnada oturan esnafın arasından “Ne yapacaksın Necati Amcayı?” diye soran çıkarsa, “ayakkabılarımı boyatacağım” dersiniz, “bir de çay ısmarlayacağım.” 

***

Müzik piyasasının bir zamanlar tulum çıkarttığı, satış rekorları kırdığı, süper yıldızların gelip geçtiği bu çarşıda yaşayan en eski adam Necati Amca. Akranları arasında hayatta kalan yok. 1935 Balıkesir Edremit doğumlu, maşallah 80 yaşında. 12 yaşında gelmiş İstanbul’a, kumarbaz babanın dayağından kaçmış. Bir daha da ayak basmamış oralara. Selanik göçmeni bir ailenin çocuğu, konuşmasında halen muhacir şivesi var. 

Sirkeci’de hamallıkla başlamış, sonra Unkapanı’na gelmiş. 1971 ile 1980 arasında plak dönemini yakinen yaşamış, oradan kâsede geçişi ve sektörde yeni para babalarının doğuşunu, korsandan yapılan vurgunları ve sonra batışını görmüş. 30 sene Harika Plakçılıkta çalışmış, burada kendisinin yerine -iki yıl önce vefat eden- ilaçlarını alabilsin diye hasta karısını sigortalatmış, bir şekilde emekli de etmiş. 

Çoluk-çocuk, torun-torba bol Necati Amcada; biri Feriköy mezarlığında bekçi, ama o da dedeye çekmiş, feci kumarbaz. Necati Amca da reddetmiş evlatlıktan. Bir başkası Nişantaşı’nda özel güvenlik, kendi yağıyla kavruluyor. Kızlarından biri paralı bir hacıya varmış, ama Necati Amca şikâyetçi değil, “en azından durumu iyi” diyor. Diğeri ise Londra’da Ağrılı bir adamla evlenmiş. En hayırlısı buymuş; babasına arada bir harçlık gönderiyormuş ta oralardan, ama Necati Amca da karşılıksız bırakmayıp torunlarına bakıyormuş. 

***

Ayakkabı boyacılığı dışında o blok senin, bu kat benim; sabahtan akşama koştura koştura esnafın fatura yatırma, temizlik, gel-git, getir-götür işlerini yapıyor çarşıda Necati Amca, hali hazırda. İşgüzar, çalışkan, pire gibi atik, sanki kıçında çivi var, bir saniye yerinde oturamıyor. Elindeki kaynar çayı bile iki dikişte bitiriyor, ağzının içi teneke kaplı mübareğin. Taburesine eğreti oturuyor, bir eli dizinin üzerinde, dirsek hafif kırık, bir omuz aşağıda. Bir yandan da fırçasını sallıyor ayakkabının tozuna toprağına; dertlerini kapatırcasına boyuyor derinin üzerini. 

Hayatı koşturmacayla geçmiş, kilo almaya fırsat bulamamış. Bu da onun hayatının antrenmanı işte. Belki Sırım olan soyadıyla müsemma oluşunu buna borçlu. 

Gerçi on yıllarca sigara içmiş, ama -o kadar çok sevmesine rağmen- mecburen bırakmış. Bu meret yüzünden midesinin yarısını ameliyat masasında bırakmış. Hatta sonrasında öldü diye morga kaldırılırken, dirildiği için epey bir cemaati müslimin ödünü koparmış. 

Sigara bağımlılığının aklını başından uçurduğu, elinin ayağını titrettiği günlerden birinde, tüttürmüş bi tane, dumanını savura savura vurmuş kendini Unkapanı köprüsünden Beyoğlu’na doğru. Ramazan mamazan ne umurunda. Dikilmiş karşısına şalvarlı, cüppeli bir sakallı, başlamış “utanmıyor musun mübarek günde milletin gözü önünde şu mereti içmeye, cehenneme gideceksin” diye peşreve. Yarım araladığı göz kapaklarının arasından Bektaşi edasıyla bakmış Necati Amca: “haklısın, oraya da adam lazım.”  

*** 

 

Başka -kimine göre olağan, kimine göre- kötü huyları da yok değil Necati Amca’nın. Parayı çok seviyor. Bir resmini çekeyim desen “parasıyla çekeceksen olur” diyor. Sınıf bilinci yok, politik görüşü yok; onun yerine halkımın klasik uyanıklığını ikame etmiş. Taştan su, sinekten yağ çıkarma ustası. 

Bir zamanlar -bir zamanlar dediğim de 60 yıl önce, hani şu birilerinin ülkemizde demokrasi havarisi olarak gösterdiği politikacıların iktidarında- idam cezaları halka açık yapılır, Sultanahmet Meydanında infaz edilirmiş, ta ki 27 Mayıs’a kadar. Bizim Necati Amca da buraya idam seyretmeye gidermiş. Halen sorsan anlatıyor, boynuna ilmek geçirilmiş suçlunun can verirken nasıl çırpındığını, nasıl sesler çıkardığını. Bir de kalabalık oluyormuş ki sorma, gecenin bi körü, sabaha yakın bir vakitte iğne atsan yere düşmeyecek bir izdiham. Neden meraklıysa halkımız bu sahneye artık! Onu da toplumbilimciler bulsun, Necati Amca’nın izah edecek hali yok ya!

Belki biraz da bunlar ketum yapmış Necati Amca’yı. Kısa cümlelerle konuşuyor, öz anlatıyor. Sanırsın ki 80 yıllık koca hayat üç beş cümleden ibaret. O her şeyi damıtmış, “gereksiz ayrıntılarla” zaman ve enerji harcamıyor. Zaten kendi dünyasıyla o kadar meşgul ki, bazen kendi kendine konuştuğu, sen ne sorarsan sor istediğini istediği şekilde anlattığı da vaki. 

***

Dediğim gibi, bir fırsat bulursanız -hatta yaratın- kalkın gidin, Necati Amcayı bulup ayakkabılarınızı boyatın. Böylesine basit cümlelerinin aralarına sıkışmış hayat dersini milyonlar dökseniz, 10 üniversite okusanız alamaz, halkımın felsefesini onunla oturup bir çay içmedikçe kavrayamazsınız. 

Benden de selam söyleyin. Çıkaramaz “o kim” derse: “hani şu resmini çekmek istediği için 20 lirasını aldığın gazeteci.” 

Murat Beşer ([email protected])