Rock barlardan modern pavyonlara

Doksanlı yılları (hele hele seksenlerin sonunu) özellikle bugünlerde özleyeceğim aklımın ucundan geçmez hatta rüyamda görsem inanmazdım.

Hepsi iş icabı yaptığım günübirlik Ankara, İzmir ve Eskişehir ziyaretleri yüzünden oldu ya da birikmişti, infilak etti. Eski kuşak damardan bir roker olarak, artık eskiyi yeniye tercih ettiğime iyiden iyiye kani geldim.

Büyük hayal kırıklığı! İstanbul’dan sonra Ankara ve İzmir’de de o bizim eski rock barlar, eller havaya Türkçe çalan piyasa mekânlarına (tabiri caizse modern görüntüsünün altında ucuz pavyonlara) dönüşmüştü, hem de şaşılası bir hızla. Şehirlerin eğlence hayatı haritası, ölümcül bir virüsün ya da kanser hücresinin yayıldığını söyleyen tahlil sonuçlarına benzemiş. Pavyonculuktan gelen irikıyım işletmeci abiler özüne dönmüş.

***

Kim bilir? Toplumda gittikçe azalan saygıya ve sevgiye ayak diretiyorlardı belki de, o yırtık blucinli, solmuş tişörtlü ve uzun saçlı bira seven çocuklar...

Kendilerine ayrılan karanlık, küçük sahneli, ucuz biralı ve (Taksim, Ortaköy ve Köprüaltı’nda yoğunlaşan, kasetten müzik çalan) oksijensiz gettolarında, tüketim toplumunun vicdansız rekabetçiliğine pasifçe direniyorlardı.

Rock müzikle ruhları yıkanmış bir avuç insan, sessiz bir çığlıkla meydan okuyordu fırtınaya kürek çekiyordu akıntıya… Barbarlığa doğru dev adımlarla koşan bir dünyada sıcak bir sığınak arıyorlardı.

Halkevlerinin, devrimci-demokrat derneklerin, sosyalist partilerin olmadığı bir düzende kendi adaletlerini arıyorlardı, aralarındaki düşünce ve birliği pekiştiren sert davul ritimleriyle, köşeli elektrik gitar melodileriyle…

Tüm siyasi ve toplumsal olumsuzluklarına rağmen, seksenlerin son, doksanların da ilk dilimi, (günümüzün çorak eğlence ortamlarıyla karşılaştığımızda) kulağımıza ve gönlümüze şehirli bir zenginlik sunuyordu. Hatta devrimci anma günleri ve şenlikler de elektrik gitarlı rock toplulukları, sahneyi sazlı bağlamalı âşıkların ellerinden ufaktan almaya başlamıştı bile.

***

Doksanların başı Türk rock topluluklarının konser salonlarından barlara doğru sürüldüğü yıllardı. Notalardaki izdüşümünde kıdemlisi çömezi genel olarak trash tınılarından uzaklaşarak melodik motiflere yöneliyorlardı.

Büyük şehirlerde uç veren underground camia nispi bir genişleme yaşıyor, yeni topluluklar pıtırak gibi bitiyordu.

Rock City! İşte o zamanlar inanmayacaksınız ama Bursa’nın sıfatıydı. Sayısız rock topluluğunun öğrenci mekânlarında çaldığı güzel şehir şimdi mazide kalmış durumda. Rock dinleyebileceğiniz mekân sayısı bir elin parmaklarından az burada şimdi. Eh! Şaka değil, Ergin Altınel kadrolu Bandaj’ı, Murat Özyüksel tarafından kurulan Işığın Yansıması’nı ve henüz ikona dönüşmemiş bir Şebnem Ferah’ı çıkaran şehirden söz ediyoruz.

Keza sayısız topluluk çıkaran Çanakkale, Eskişehir, Adana, Gaziantep gibi şehirleri, özellikle de Samsun’u unutmamak gerek Rock City deyince en azından Vecdi Ünalan’lı Objektif’in hatırına…

Oralarda da durum farklı değil şimdi memlekette alternatif müziğin bitişinin mekânlar nezdinde resmileşmiş hali olmalı bu.

***

Öncelikli olarak (her mevzuyu peşin koklayan) İstanbul tam anlamıyla umutsuz vakaya dönüştü, bu konuda. Taksim’in bilinçli olarak tecridinin ardından, neredeyse elde kala kala bir Kadıköy kaldı. Çok mu iyimseriz, bilmiyorum burası rock müziğin Kâbe’si şu an (siyaseten ilericiliğin olduğu üzere), ancak bu durumun ne kadar süreceğinin hiç garantisi yok.

Bir başka açıdan, sistemin bizi sıkıştırıp izole ettiği (bir süre sonra taarruza geçeceği) yer olarak da görülebilir. Her halükarda üzücü zira bazı Kadıköy mekânları kapitalizmin ticari temayüllerine ideolojik olarak direniyor çünkü.

Beyoğlu’nda Dorock ve Rock’n Rolla ve Pendor, Asmalımescit’te Rasputin, Kadıköy’de Zincir, Bodrum’da Kule maazallah kapanmaları halinde yerlerine yenisinin açılamayacağı yerler. Bir dönemin efsane mekânı Kemancı’yı saymıyorum bile…

Ankara sistemin parçası olmak konusunda bayrağı İstanbul’a kaptırma niyetinde değil.

Gaziosmanpaşa’da bulunan Cult adlı mekânın kapanması, Ankara’da iyi müziğin kapısına vurulan mührü sembolize ediyor.

Artık (birkaç divane dışında) hiç kimse iyi bir arşivle ya da müzik birikimiyle ilgilenmiyor bu şehirde. Örneğin şehrin büyük konser mekânlarından Jolly Joker, Uriah Heep etkinliğinin ardından Murat Boz konseri düzenlemekte bir beis görmüyor. Alan razı, veren razı Ankara elbirliği ile bir kültür taşrasına dönüştürülmüş.

***

Peki müzisyenlerin ya da bizim hiç mi suçumuz yok?

“Aman abi artık pop iş yapıyor” diye diye sahne repertuarına gıdım gıdım piyasa şarkıları katan topluluk ve şarkıcılar, çıkaracağı albüme mutlaka popüler bir şarkının kavırını koymayı şart koşan yapımcılar, piyasa albümleri köşelerinde baş tacı eden boyalı basın şakşakçıları…

Peki mahalle baskısına dayanamayan DJ’ler ne yapsın? Peçeteye The Clash yazan utangaç kızların yerini, cep telefonundan Rihanna gösteren şımarık ergenler almış…

Memlekette canlı rock mekânı yokken inatla düğün salonlarında Deep Purple, Led Zeppelin çalanlara hiç mi saygımız yok? Piyasaya taviz verildiğinde gelinen nokta trajik elinizde dünyanın en etkili güçlerinden biri olan rock müzik varken, plak şirketleri varken, ulusal gazeteler dergiler varken boyun eğerseniz, sonucuna katlanırsınız.

Rock müziğin makûs talihinin konuşulduğu bir iklimde, birisi çağdaş müzik, elektro akustik, doğaçlama, avangard, modern caz mı dedi?
İyi müzik için gece dışarıya çıkan kuşağın yaşlandığını söylüyorlar.

Murat Beşer ([email protected])