Plak piyasasının derin devleti

Mübalağa yok; garanti istediğiniz plağı bulur. İnternette peydahlanan, dünyanın öbür ucundaki genç plak satıcıları dâhil, hangi taşın altında ne var, bilir. Aradığınız plak Alaska’da olsa, yılanı bulur deliğinden çıkarır. Plak piyasasının derin devletidir -Tülüş soyadlı- Emekcan. 

Tanıdığımda taviz vermez bir new-wave militanıydı. Hem de ilk dönemine bayılsa bile, Style Council’in içinde siyah müzik etkileri barındıran son dönem albümlerini sevmeyecek kadar. Mamafih new-wave’den caz ve funk sempatizanlığına geçiş süreci çok kısa sürmüştü. Bu durum duygularının içinde esen fırtınaya kapılmış bir yaprak gibi savrulduğuna işaret etse de, konuşkan, cin bakışlı plak evliyası, arşivinizin talihi ve istikbali, plaklarınızın velinimetiydi.

Keskin dönüşlerine rağmen insanda sağlam bir inanmışlık hissi yaratan bu ufak tefek adamın devletinin derinliği, içinden sürekli sürpriz plaklar çıkardığı ve arkasında oturduğu rafın alt gözünün uzunluğundan daha fazlaydı.

***

İlk plağını bir ortaokul öğrencisi iken, Çarşaf dergisine çizdiği karikatürlerden gelen ufak harçlıklarla almıştı. Beyazıt meydanında rastladığı Jefferson Airplane’in “After Bathing At Baxter’s” plağı. Topluluğu tanımıyordu; kapakta yer alan uçak grafiğine vurulmuştu sadece. İlk gördüğü arşiv ise, eniştesinin Anadolu Rock plaklarıydı. Bir de babasında üç tane imzalı plak vardı; Cem Karaca, Aşık İhsani ve Ruhi Su.

Lise yıllarını klasik bir metal ve hard-rock fanı olarak geçirmişti. Elindeki çekim kasetler yetmiyordu ona; yurtdışındaki underground şirketlerle yazışıp harçlığının elverdiği oranda ucuz plaklar getirtiyordu. Bir süre sonra epey bir malzeme birikince “neden bunları değerlendirmiyorum” diye düşünmeye başladı. Fanzin çıkarmaya karar vermişti. Yedi sayı çıkan Gorgor adlı dergi kült oldu, bir sayısı da İngilizce çıktı ve yurtdışında dağıtıldı. 

Lise yılları geride kalıp, Akademi hazırlıkları başladığında değişim rüzgârları da sert esiyordu. Bıkmıştı metalden.

Kaderi, yatılı okulda yatağının altında bulduğu bir kasetin içindeydi. Pink Floyd’un “Animals” albümüydü bu. Bir gariplik yok mu sizce! Oysa Pink Floyd, Genesis, Yes, King Crimson gibi topluluklardan açık açık nefret eden muhafazakâr bir metal anlayışının tipik temsilcilerinden biriydi kendisi. Yok, demek ki kazın ayağı öyle değilmiş. İlk dinleyişten sonra tüm Pink Floyd plaklarını toplamaya karar verdi. Sonradan “Animals”ı plak olarak edindiğinde kapağından hatırladı ki, aslında bu albüm eniştesinin ona yıllar evvel dinleterek bilinçaltına tohum ektiği plaktı.

Çizerlikten hallice paralar kazanmaya başlamış, Narmanlı Han’da Deniz’e, Aslı Han’da Meral Hanım’a ve Yüksek Kaldırım’daki dükkânlara dadanmıştı. Tüm parasını bilip bilmediği plaklara yatırıyor, ertesi hafta beğenmediklerini beşte biri fiyatına iade ediyordu.

Gide gele arkadaş olduğu Narmanlı Deniz, tatile çıkarken yeni taşındığı Atlas Pasajı’nın üst katındaki dükkânını iki haftalığına Emekcan’a emanet etmişti. O günlerde dünyaca tanınmış Belçikalı bir plak tüccarının dükkâna uğraması yaşamına yeni bir yön verecekti. Adamın Emekcan’ın arşivinde bulunan bazı yerli baskı plaklara astronomik rakam biçmesi, yerli piyasada yeni bir alışveriş formatının doğmasına sebebiyet veriyordu. Her ay Velvet Underground, Nico, The Modern Lovers, Kraftwerk gibi burada aranan yüzlerce plakla gelen bu tacir, karşılığında Emekcan’ın piyasadan topladığı yerli baskı plakları alıp gidiyordu.  

Böylelikle plağın sadece dükkânda alınıp satılan bir şey olmadığını keşfetmişti. Bu olay sokaklara, dükkânlara ve insanlara bakış açısına yeni bir madde eklemişti Emekcan’ın plak kanunlarında. Her gün önünden geçtiği dükkânlara içerde plak olabilir, sürekli tokalaştığı insanlara elinde dinlemediği plakları vardır diye süzgeçten geçirmeye başlamıştı.

Gerçekten de iyi plağın nerde, ne zaman çıkacağı belli olmuyordu. En tuhaf plak alımlarını yapmış adam sıfatını da kazanmıştı bu faaliyetiyle. Elektronik postasını da Sismik Fibroz adıyla alışı rastlantı değildi.

Kazancı Yokuşu’nun ortasındaki Laz Bakkal, ziyadesiyle cins bir adamdı. Sıfatı bakkaldı ama, tüp, odun, koltuk, perde dahil akla gelebilecek her abuk nesneyi de satıyordu. Evlerden ikinci el eşya alıp bunları dükkânın münasip yerlerine yığıyordu. Bir evden yetmişli yıllar ait plaklar bulmuş, bunların içini dükkânın ünündeki genişçe duran ahşap bir panoya çaktığı çivilere göbeklerinden asmış, kaplarını ise içerde bir yere koymuştu. Iggy Pop, David Bowie, Patti Smith gibi zamanın bulunmayan plaklarını buradan avlamıştı. Plaklardan birini çivisinden aldıktan sonra düşürerek kıran Laz Bakkal, “hay sıçtığım, plakçılık senin neyine? gitti 500 Lira” diye hayıflanıyordu.

Aynı yokuştaki köhne bir binada bulunan Kanarya Sevenler Derneği, yıllarca ev sahipliği yapmıştı 200 değerli plağa sessizce. Taş plaklara mekanizma takarak saat haline getiren garip yaşlı adama, tırcı arkadaşının bir hatası sonucu gelmişti bu longlar. Yıllar sonra aldığı ilk teklife hayır demedi ve hepsini verdi Emekcan’a.

Sürekli havayı kokluyordu. Gelen bir haber üzerine hemen atladı gitti bir arkadaşı ile Bursa’ya. Plakları satacak adama ulaşamadılar, ama yaptıkları istihbarat üzerine buldukları Çokran Plak adlı dükkân, yıllar evvel tüm plaklarını hatırlı bir abilerine satmıştı. Abi arandı; müsait değildi, karate çalışıyordu. O yüzden saatler sonraya randevu verdi. Meyhaneleriyle ünlü bir sokaktaki binanın üst katına geldiklerinde, iki ızbandut tarafından sorguya çekildiler, içeriye alınmadan evvel. Antikalarla döşenmiş salonda, içinde 10.000 plak barındıran bir dolap ve onları bekleyen Abi vardı. İçerdeki ağır hava iliklerine kadar titretmişti onları. Kısa bir sohbetten sonra hava yumuşadı; aslında abi hoşsohbet birisiydi. Gerçi plaklar biraz tuzluydu, ama değerliydi. Ceplerindeki parayı son kuruşuna kadar seçtikleri plaklara yatırmış, ilerleyen zamanlarda da cüzdanları dolu vaziyette defalarca abiyi ziyaret ederek, arzuladıkları parçaları indirmişlerdi.

Gazeteye verilen ilan üzerinde, kibar konuşan, resmi sesli bir beyefendi aramış; boğazda randevu vermişti. Gittiğinde son model bir Mercedes bekliyordu kendisini. Arabanın arka koltuğuna kurularak, özel şoförü ile gelen beyefendiyi hiç görmemişti bile. Hiç inmemişti arabadan, yüzünü ise okuduğu gazete kapatıyordu. Şoför inmiş, bagajı açmış, plakları indirmiş ve parayı alarak gazlamıştı.    

Askerliği yaptığı günlerde asteğmeninden aldığı, askerliği bitene kadar yakalanma korkusuyla dolabında sakladığı plaklar ise, tuhaf alımlar koleksiyonunun değerli parçalarından biri olarak rafındaki yerini almıştı.  

Aslında avcılık ve toplayıcılıktaki bu yaman namı bir yandan zarar veriyordu kendisine. Onun adını duyanlar, dükkânında görenler, elini attığı her plağı rare zannederek fahiş fiyatlar çekiyorlardı. Bazen yüzü tanınmamış aracılara plak aldırdığı oluyordu. Aynı dertten mustarip dostları Tayfun ve Ozan ile plakları gerçek değerine satacakları bir dükkân açmakta buldular çareyi. Memleketin namlı dub DJ’i Dafrogg Selim’in, Kod Müzikten aldığı dükkânı devretmek istemesi, üç kafadar için bulunmaz fırsattı. Tüm imkânlarını buluşturdular; 2003 yazında Deform’u açtılar.

***

Şartların iyiden iyiye zorlaştığı bir dönemde vücuda gelmişti Deform. Nasıl ki deniz kıyısındaki lüks bir lokantada balığın fiyatı günden güne, havanın ve denizin durumuna göre değişiyorsa, plak piyasası da kurtlar sofrasına dönüşmüştü.

Plakçı enflasyonun başlangıç noktasında, her yerde uluorta gezinen malları satmak yerine, meraklısına yönelik konseptlere yönelmişlerdi. Bu tercih daha bilinçli ve entelektüel bir dinleyiciyi çekiyordu bu dükkâna. Gençliğin verdiği hevesle bu üç ortak güzel bir müzik Mekke’si yaratmışlardı. 

Bir müddet sonra ayrılık vaktini koklayan Emekcan yoluna gitmeye karar vermiş, ancak hayalindeki dükkâna geçmeden evvel, bir yandan grafik işleri yapmış, öte yandan da internet satışlarını sürdürerek kısa bir hazırlık dönemi yaşamıştı.

2010 yılında Kadıköy’de açılan Zoltan, Deform’un devamı gibi görünmekle birlikte, daha kişisel zevkleri de barındırıyordu. İşin yeni keşiflere döküldüğü bir dünyanın plakçısıydı Zoltan. Bir topluluğun tüm plaklarını sergilemek, bulundurmak yerine, merakları kaşıyan bir duyguyu öne çıkarıyordu. Müşteriler arasında yazarlar, sanatçılar, müzikologlar ve ileri derecede koleksiyoner ve dinleyiciler vardı. Oysa dışarıda -eski hurdacısından emekli memuruna- bir dolu insanın alaturka esnaf zihniyetiyle plakçı kesilmesi ciddi bir kirlenme yaratırken, Zoltan gibi yerler yeni çıkışlar üretmek mecburiyetinde kalıyordu. Zoltan sadece raflarıyla değil, müziği çaldığı antika değerindeki cihazlar, duvarına astığı konsept kapakları ve vitrinindeki Retro nesnelerle de dikkat çekiyordu; dışarıda kirlenen dünyaya karşı direnmeye çalışan bir avuç insanın yaşam alanı olarak.  

[email protected]