Müziği Pan Yayıncılık sayesinde okuyabilirsiniz

Benim için bir karı-koca olarak bilimde -keşifleriyle insanlığa yön veren- Marie ve Pierre Curie, edebiyatta -diz dize 10 Martin Beck Polisiyesi yazan- Maj Sjöwall ve Per Wahlöö neyse, müzik yayıncılığında da Işık Tabar Gençer ile Ferruh Gençer odur. Gençer çifti, ne bilim insanı, ne yazar, ne müzisyen; ama her ikisinde de olması gereken entelektüel hassasiyet ve kolektif bilinç fazlasıyla mevcut.

Mamafih ticarette uyanık değiller. İş para hesabına geldiğinde aynı zekâ kıvraklığını gösteremediklerini, bilerek göstermek istemediklerini gururla söylemeliyim. 

Tahsilleriyle hiç alakası olmayan bir işe yönelmişler. Babıali’nin Arnavut kaldırımlarıyla döşenmiş yokuşlu sokak aralarında başlamış maceraları, 1986 yılında; müziği sadece dinlemenin -hele boş kulakla dinlemenin- bir şeylere yetmediğini anladıkları gün, notaların da paradan daha kıymetli olduğuna hükmettiklerinde…

Popüler olmasına, çok satıp satmayacağına aldırmaksızın basmışlar kitapları. Yeter ki gerekli görsünler, seviyeli bulsunlar. Müziğin kültürü adına bir şeyler ifade ediyorsa, gerisini boş koy. Bir şeyin basılıp basılmayacağına karar veren en önemli kriter gereklilik.

Titizlikte kimse ellerine su dökemez, ama öte yandan en ufak bir profesyonelliğe has bir tahribat da bulamazsınız tutumlarında.

Vahşi kapitalizmin yok ettiği kültürel ve insani değerlere sahip çıkmaya mecbur; neslinin son örneği olan, yerine yenisinin konamayacağı türden insanlar onlar. Çeyrek asrı aşkın bir süredir inatla, sevgiyle ve tutkuyla müzik kitapçılığı yapan Pan Yayıncılık’ın kurucuları ve -tüccarlaşmamış- sahipleri.  

***

Başlarını bir ömür boyu derde sokacak tatlı belanın evveliyatı İran’da kadar varıyor aslında. Karı-koca gitmişler, Alarko’da mühendis olarak çalışan Ferruh abinin işi münasebetiyle. Yedikleri içtikleri, gezip gördükleri bahane; akılları hep kitap yayınlamakta. Okuldan tanıştıkları Murat Bardakçı çıkmaz mı karşılarına? O da henüz Milliyet Gazetesi’nde dış haberlerde savaş muhabiri, 1979’da gerçekleşen İran İslam Devrimi’nin beşinci yılı münasebetiyle bir davet almış.  

Yayıncılık yapmak için can attıklarını öğrenince derhal Musiki Mecmuası’nda Rauf Yekta Bey’in meşhur Türk Musikisi monografisini yayımlayan Orhan Nasuhioğlu’nun kucağına itivermiş bizimkileri. Orhan Bey’in çevirisi Pan’ın ilk kitabı olarak belirlenmiş böylece.

Işık Abla’nın hamileliğine denk gelmiş bu ilk kitap. Matbaa matbaa koştururken aklında tek bir soru var: Çocuk mu çıkacak önce, kitap mı?

Kitap önce çıkınca çocuğun altını kolilerin üzerinde değiştirmek zorunda kalmışlar, tuttukları ilk depoda. Göçebe çingene ailesi gibi yaşamışlar bir dönem, İletişim Yayınlarının arka tarafındaki -ne tesadüf- Işık Sokak, Işık Han adresinde.

Orhan Gencebay abimiz Maragalı Abdülkadir kitabı almaya gelmesin mi, buraya? İşte o zaman isimleri biraz biraz bilinmeye başlamış. Buna karşın ilk bastıkları kitabın tükenmesi tam 13 yıl sürmüş.

Yer yeni ve temiz ama başka açıdan sorunlu. Sahiplerinin borçları nedeniyle binaya banka tarafından el konunca, bir başka yerden üçe beş büyüklüğünde bir han odası tutmuşlar, depo olarak. Karanlık, pis, tuvaletsiz, sidik kokulu bir yer.

1989 yılında Beşiktaş Barbaros Bulvarı’na gelmişler, resim piyasasının çakallarından yaka silktiği için resim galerisini bırakan Işık Abla’nın babasının yerini onlara vermesi üzerine.

Bir kısmını evlerindeki odalara benzettikleri bu mekânda geceli gündüzlü çalıştıkları yetmezmiş gibi eve de iş getirirlerdi, tabii eve gelebilirlerse!

***

Boğaziçi Üniversitesi’nin Türk Sanat Müziği Korosu’nda tanışmışlar. Işık Abla koroda, Ferruh Abi ise bir arkadaşını getirmiş, sesi iyi diye.

Aslında koro bir yana her ikisinin de çok alakaları yokmuş Türk Musikisi ile öğrencilik yıllarında. En fazla Amerikan folku ve caz dinliyorlarmış, biraz da Cat Stevens, The Beatles falan… Moda akıma da kapılmamışlar, uzun saçlı hippilerden, baba rakçılardan falan da olmamışlar. Daha ziyade sosyalist sola yakınlık duymuşlar, orta mesafeden.

1500 nüfuslu okulda -Müzik Kulübü, Türk Müzik Kulübü ve Folklor Kulübü olmak üzere- mevcut üç müzik kulübü birbirini küçümsemekten iş yapamazken, bizimkiler hepsini aynı toplantıda yan yana getirmeye gayret ederlermiş.

Eğitim toplantıları yaparlarmış, müzikoloji üzerine. Mühim konuşmacılar yer alırmış, davetlerini kırmazmış kimse. Sonra da konuşmaları kaleme alıp, okul panosuna asarlarmış, birileri yararlansın diye, ama nafile, kim okusun ki? 

***

Tarık Öcal vasıtasıyla tanıştıkları Erol Pekcan önermişti Cüneyt Sermet’in Cazın İçinden kitabını basmalarını. Mevzuu üzerine toplaştılar ofiste. İçerisi kalabalık, Tarık Öcal’ından Erol Pekcan’ına, Selçuk Sun’undan Süheyl Denizci’sine hepsi orada. Devrin mühim cazcıları, Cüneyt Bey’in yanında mum gibi duruyor, hepsi ağzının içine bakıyor. Cüneyt Bey huysuz mu huysuz bir karakter, lafları da bıçak gibi ki, hakaret sözcükleri bile masum kalıyor yanında.

Nihayetinde Savaş Dinçel’in güzelim kapak grafiğiyle basılıyor o fantastik kitap. Cüneyt Bey hazırlıklar esnasında bizimkilerin başına sayısız tuhaf iş çıkarmak konusunda üstün bir performans sergilemekten geri kalmıyor. 

Örneğin “gene” lafından hazzetmiyor, bunların hepsini “yine” yapın diyor. Eh tek tek elle değiştirilecek hali yok ya koca kitabın. Bilgisayarın tuşları ile işlem tamamlanıyor, ama bu sefer de caz tarihinin efsane davulcusu Gene Krupa oluyor mu sana Yine Krupa.

Cüneyt Bey’e rağmen yetişiyor kitap İstanbul Müzik Festivali’ne. Tüm konserlerde görücüye çıkıyor bir tezgâhın üzerinde, ancak topu topu dokuz tane satıyor. Hemen öyle yitirmiyorlar heveslerini. Ardından Bursa Caz Festivali’ne götürüyorlar, Erol Bey’in ısrarıyla. Aralarında da tartışıyorlar arabayı yüklerken “yahu, sadece 200 tane aldık ama yetecek mi bu kadar?”

Bu işe önayak olan Erol Bey kendini mesul hissediyor, satması için elinden geleni yapıyor. Konserinin önünde ortasında ve sonunda olmak üzere anons ediyor kitabı, övgü dolu cümlelerle. Sadece 13 tane sattıklarında artık iyice emin oluyorlar, Müslüman mahallesinde salyangoz sattıklarına.

***

Zor da olsa tekerlek dönüyordu. Neyse ki çocuk da iyi huylu, işyerinde büyümesine karşın hiç çok sorun çıkarmıyordu. Ah bir de o Boom Müzik Dergisi için söyleşiye gelen Kadir Çöpdemir’in açık teybine gidip her yerde bangır bangır çalan “Beyaz Gül, Kırmızı Gül” şarkısını okumasa, İbrahim Tatlıses gibi!

Ancak listeleri kabarmaya başlayınca bir başka sorunla karşılaşıyorlar. Kitapçılarda müzik kitabı rafı yok, bu da sergileme ve tanıtma güçlüğü yaratıyor. Bunun üzerine “Müziği Okuyabilirsiniz” sloganı ile yola devam ediyorlar.

Müzik satmıyordu, bunu iyiden iyiye bellemişlerdi, ama yel değirmenlerine karşı açtıkları bayrağı artık indirmeleri söz konusu değildi. Müzik harici bastıkları ilk kitap Murat Bardakçı’nın Son Osmanlılar’ı. Sonra Gri adında bir seriye başlamışlar, yayınevi azıcık para kazansın da biz de Don Kişot’luk yapmaya devam edelim diye. Derken bilim serisine, Nar adında… Son Osmanlılar’ın ardından, bir de çok insanın hayatını değiştiren bir felsefeye giriş kitabı olarak Sofie’nin Dünyası yetişmiş imdatlarına.

Felsefe, çocuk kitapları, bilim serisi derken şimdi müzik kitapları listenin yüzde 60’ını oluşturuyor. Bu arada hiç ummadıkları şekilde Nail Yavuzoğlu’nun Caz Müziğinde Akor Dizileri’nin sekiz bin, bir de Gülşen Tatu’nun Yan Flüt Metodu’nun neden üç bin sattığının sırrını çözememişler.

***

Mesai başındayken birbirini tamamlayan zıt karakterlere sahip olduklarını gözlemlemeniz kabil. Işık abla alabildiğine telaşlı ve mükemmeliyetçi; aslında yaratıcı tarafının sonucu bu ve her konuda ön açıcı oluyor. Ferruh abi ise son derece cool. İşi ağırdan alıyor, sakinliği ve soğukkanlılığı sayesinde olası bir hatanın önüne geçiyor. Bir de büyüyüp işe hâkim olduktan sonra -şimdi Amerika’da tahsil hayatını sürdüren- cin fikirli oğulları Emre’yi dâhil etmeli bu simyaya. O da aklıyla müthiş katkılarda bulunuyor. Böylece Voltran’ı oluşturuyorlar.

Bu üçgende cereyan eden, zaman zaman komik durumlar yaratan olaylar, arada bir yakın dostlarının muhabbetlerine konu oluyor. Emre ile Metin Solmaz’ın çevirdiği geyiklerde, Işık Abla’ya dayanan Ferruh Abi’nin gizli lakabı “Peygamber Ferruh”a çıkıyor.

Bir gün yemeğe davet ediyor Metin bunları ailecek, ama önceden iki kafadar tuzak kurmuş çifte. Ferruh abinin bir vesikalığını vermişler ressam Ömer Menteş’in ellerine, durumu da anlatmışlar. Akşamına almışlar Ferruh Abiyi bir El Greco portresi gibi peygamber olarak tabloyu. Bir güzel de çerçeve yapıp, asmışlar yemek yiyecekleri masanın karşısına. Yemeğe oturduktan kısa bir süre sonra fark etmiş çift tabloyu ve hep birlikte basmışlar kahkahaları. Tabii hiç kimse sormamış nedir bunun anlamı diye. Çünkü herkes biliyor!

***

Memleketin en ticari yayınevleri bile zar zor dönüyorken, Pan Yayıncılık’ı ayakta tutmak neden benzersiz bir başarı hikâyesi olarak kabul edilmesin?

İkili kültür hizmeti namına her garibana destek atmaktan bir tür iyilik kölesine dönüşmüşken, yanlarında çalışan meleksi insanları da kendilerine çevirmiş, birer hayalperest haline getirmişler. Yani hayatlarının geride kalan kısmında zengin olma ihtimallerini ellerinden almışlar.

Bir tanısanız, ellerindeki üç kuruş parayla gidip ev alarak Fethiye’ye yerleşmez ki onlar. Hadi hayatınızı yeni kitaplar çıkarmaya, birer kültür misyoneri olmaya adadınız, oradan kazanılan üç-beş kuruşu da eski kitapları korumaya harcamak da ne oluyor?

Şimdi bir de kütüphane açmışlar, yayınevinin bir alt sokağında. Işık Abla’nın inşaat mühendisi olan ama Türk musikisinin ses sisteminin matematiğine kafa patlatmış rahmetli babasının kitaplığı, yazarları Romen asıllı Amerikalı müzikolog Eugenia Popescu-Judetz’in kütüphanesi ve yayınladıkları kitaplardan oluşan. Yaklaşık 5.000 kitap var içeride.

İlerde genç insanların şimdiki gibi 300 kelimeyle konuşmasını istemiyorlar, o yüzden de kütüphaneye gelen insanlardan para almıyorlar. Bir de insandan kitap okuyor diye para mı istenirmiş diye tersliyorlar.

***

Evin İlyasoğlu’ndan Alper Maral’a kendini vakfetmiş her türden müzik delisinin buluşma yeri burası. Çayınızı içer, sohbetinizi ederseniz, sonra da aileden biri haline gelirsiniz. Gerçi bana hiç kitap etiketi yapıştırtmadılar, ama her defasına kapıda uğurlarken “bunlar yeni çıktı” diye elime bir sürü kitap tutuşturdular.  

İşyeri dışında bir yaşantıları var mı diye merak ediyor insan değil mi? Işık Abla inanç işlerine vermiş kendini son zamanlarda. Homeopati kurslarına gidiyor, iyi saatte olsun kitapları okuyor. Yorulduğunda polisiye TV dizileri ya da komedi filmleri izliyor. Zihnini açmak için sudoku çözüyor. Bir vejetaryen olmasına karşın eşine ve çocuğuna köfte yapmaktan geri kalmıyor. Ferruh Abi ise Fenerbahçe maçlarının özet görüntülerine göz atıyor o esnada.

 

Murat Beşer ([email protected])