Morrissey ve hayranlar âlemi

Caz Festivali’nde Morrissey’i izlerken, Werner Herzog’un “Aguirre Tanrının Gazabı” filminden unutamadığım bir sahneyi gözlerimin önünden bir film şeridi gibi defalarca akarken yakaladım kendimi. Hani şu 1972 yapımı başyapıt müzikleri Popol Vuh imzalı olan… O sahnede İspanyol fatih Gonzalo Pizarro, içi kurtarılmak üzere ellerini havaya yalvarırcasına kaldıran genç İnka kadınlarıyla dolu kocaman bir çukurdan birini işaret ediyor adamlarına. Bir geceliğine liderin yatak odasında alıkonacak olan esir kadın, hazırlanması ve temizlenmesi için çukurdan adamlarınca çekip çıkarılıyor.

O akşam Açıkhava sahnesinin bir çukuru andıran ön boşluğuna, sayıları hayli kalabalık bir ergen topluluğu yerleştirilmiş konser sponsoru tarafından, “şanslı izleyiciler” kontenjanından.

Konser sonrasında ilk işi ellerini yıkayarak banyo almak olacağına hiç şüphe duymayacağım Morrissey, sahne seviyesine ulaşmak için zıplayarak uzanan onlarca ele, eğile eğile birkaç saniyeliğine değiyor. Sonra kendisini pür dikkat izleyen güvenlik görevlisine aralarından birini işaret ediyor. Şanslı kişi sahneye çekilerek yine birkaç saniyeliğine sarılma mertebesine eriyor Morrissey’e.

Şarkı tüm hızıyla sürüyor: “And tell me how long, before the right one?” (Ve söyle bana daha ne kadar var, doğru kişiye dek?)

O doğru kişi, sanırım hiç gelmeyecek Morrissey şarkılarına kendilerini mesnetsizce kaptıranlar için, en azından Susan Sontag haklılığını sürdürdüğü müddetçe: “İnsanlık, çağlar öncesine dayanan alışkanlıklarıyla hala gerçeğin basit görüntüleriyle oyalanarak, akıl almaz bir şekilde Platon’un mağarasında oturmaya devam ediyor”.

* * * *

Film şeridi kâbusunun öncesinde kırmızı tişörtler ve bayraklar var. Davulların üzerindeki Türk bayrakları bir yana File çorapları, peruğu ve kadın elbisesiyle drag queen olarak sahneye çıkan gitarcı Boz Boorer dışındaki üyeler, “Assad is Shit” yazılı cart kırmızı tişörtler giymişler. Morrissey ise elinde önce yere, sonra dinleyicilerin üzerine atacağı koca bir Türk bayrağı sallıyor.

Morrissey tarafından deklare edilen bu gösteri, acaba arkasında çalan tüm müzisyenler tarafından benimseniyor mu, yoksa onlar kişiliksiz birer görev adamı mı? O tişörtü giyenler, küfür cümlesi dışında, gündelik yaşamlarından politik konulara ne kadar zaman ayırıyor? Ekibine başka konserlerde de kraliyet ailesinin üyelerine yönelik “William ve Kate’ten Nefret Ediyoruz” ve NME dergisine yönelik “NME is Shit” t-shirtleri giydirtmişti, yanında çalışanları kendine has kişiliği olmayan ücretli emek muamelesi yapan Morrissey.

Keşke ağzından çıkanı kulağı duymayan Bono’nun burada yuhalandığını kuliste birileri fısıldayıverseydi kendisine. Ayrıca O yaka bağır açık beyaz gömleğiyle, mürit ilişkisine yeni bir boyut getirerek komedyenlikle tarikat liderliğini harmanlayan Adnan Hoca’ya ne kadar benzediğini de söylememe izin verin lütfen!

Hiç kimse geri plana işaret etmeyen bu boyutsuz tutumu savunmasın. Bu slogan politik oluştan ziyade, küfür içeriği nedeniyle seviyesiz ve zekâdan uzak sırıtkan bir tepkiye daha çok benziyor. Nitekim konserden iki gün sonra aynı yerde konsere çıkan Grup Yorum tarafından haklı olarak eleştirildi bu ucuz davranış.

* * * *

Morrissey, hakkında hem göçmen işçilere, hem Çin halkına hakaretten mütevelli ırkçılık davaları, ayrıca eski topluluğu The Smiths’in üyeleri tarafından açılmış davalar olduğu bilinene sabıkalı bir milliyetçi.

Sicilinde ise eski topluluğu The Smiths var. Topluluğun anlamı Morrissey’in tüm yaşamına yansımış olan eklektik bir lirizmde yatıyordu. Onun topluluğa damgasını vuran arka cep orkideleri ve Oscar Wilde takıntısı, New York Dolls ve James Dean hayranlığı, yapıcı ve alternatif bir konumlanış çabalarına denk düşer. İstisnailiği, kendinden önceki binlerce rock-pop yıldızını piyasanın sığ sularında dize getiren hipokrasiden kaçışta. The Smiths sonrasında Morrissey’in özgün idealleriyle gerçekleştirdikleri arasındaki açıklık belirginleşir ve soğuk bir elitizme doğru ağır ağır yol alır.

The Smiths ve Morrissey, yaşadığı süre içinde devamlı olarak toplumsal ilişkilerden sıkılmış insan tipolojisini sergiledi. Bu tip, ilişkilerden kaçmayı ve bireyselciliği örgütledi. Sık sık peşinden koştukları özgürlük kavramının ancak bu yoldan elde edilebileceğini sandı. Bu yanılsamalı özgürlük savaşımı, çok kısa bir süre sonra kendi karşıtını doğurdu. Sonunda övünerek özgürlüğünü ilan ederken, gerçekte ortaya çıkan hapsolmanın şiiri oldu. Hapishane “Strangeways” idi.

* * * *

Morrissey’in bu tutumu, izleyiciler arasında çok azında çekimser bir üzüntüye, belli belirsiz bir hayıflanmaya neden olduysa da, hayranlar aleminde sessizce karşılandı ya da apolitik fanatiklik çerçevesinde önemsiz bir hadise olarak algılandı. Onun ne kadar büyük bir insan, hatta “adamın dibi” (ne demekse, şişenin dibine benziyor mu?) olduğu naraları arasında geçiştirildi. Bu bir yana aralarında yanlış anlaşıldığı yolunda safça ve onu anlamıyorlar bağnazlığına sarılarak savunanlar bile oldu.

Pop müzik konusunda züppe olanlar her zaman kendi sevdikleri gruplara haksızlık edildiğini düşünürler. Hayranlık nesnesinin her eylemini ve tepkisini de abartırlar. Örneğin şu son beylik “sir” tepkisi… Morrissey’in şarkı yazma konusundaki yeteneğini, Paul McCartney’nin yaşam tarzına tercih ederim, ama Paul McCartney’nin neden daha büyük bir yıldız olduğunu bilmiyormuş gibi yapmam fazlaca komik olur. Et yemek katillikse, fanatiklik gericiliktir…

[email protected]