Melodi Adnan

Seksenli yıllarda başımıza nelerin geleceğini önceden mi kestirmişti acaba? Zaman 1977 ile 78 bandında durdu, sonrası yoktu sanki. Varsa da onu ilgilendirmiyordu. Sanki dünyanın sonuna işaret edercesine önce müzik bitmişti.

Üzül, üzül, nereye kadar! Elini eteğini çekti yıllarını verdiği müzik piyasasından. Ne yeni bir albüm aldı, ne de konserlerde göründü. Nasıl olduysa on yıllar sonra bir Jethro Tull konserine niyetlendi, ama onun da Açık Hava’ya metreler kala -yeni bir hayal kırıklığına hazır olmadığını hissederek- kapısından döndü. Her şeyin eskiden bildiği gibi aklında kalması daha güzeldi.

Aslında içinde bulunduğu durumu açıklayan kelime “muhafazakârlık” değildi. İlk bakışta öyle görünse de, değişime gelişime karşı olduğu falan yoktu; rahatsız olduğu şey değişimin içindeki kötülüklerdi, bozulmalardı. Şayet değişim dedikleri şey insanlığa fayda sağlayacaksa ne ala! Boş versene, baksana geldiğimiz noktaya; müzikten geçtik, mimari yapılardan araba ve ayakkabı modellerine kadar hepsi zevksizlik eseri şeylerdi.

Daha da kahredici olan yardımlaşma, arkadaşlık, paylaşım gibi insanlık değerleri sırra kadem basmasıydı. Gelinen nokta romantizmin ölümüydü. Tek çare meşhur hippi lafına sığınmaktı: her yeni gün, hayatımızın geri kalan kısmının ilk günüdür.

Bu nesli tükenmeye yüz tutmuş hippi ruhlu adam, Namdar soyadlı, (yıllarını verdiği plak şirketinden dolayı) Melodi lakaplı Adnan’dı.

***

Biraz konuşursanız fark edersiniz ki, bıraktığı huysuzluk intibaına rağmen huyu suyu yumuşacık bir adamdı Melodi Adnan. Sadece köşeleri sertti, başta müzik pek çok konuda tavizsizdi. Bir iki hadiseyle örneklemek gerekirse…

Henüz elektrik gitarıyla blues çaldığı günlerde Murat Ertel yakın dostuydu, neredeyse kardeşi gibi. Muhabbetleri harlı; Eric Clapton senin, Jimi Hendrix benim… Gel zaman git zaman Murat’ın aklı Kraut’çular gibi önce Doğu müziğine oradan da oyun havalarına takıldı. Haliyle tadı kaçtı bizimkinin. Kendisini zorladı ama akordu eskisi kadar tutmadı. Zira müzik iki insan arasındaki en önemli halattı Melodi Adnan için.

Bir başka örnek… Yakın arkadaşlarından biri gündüzleri kurumsal hayatta kat-kravat çalışıp, akşamları düğün salonlarında davulculuk yapan Hakan Balçık.

Bir akşam iş çıkında, birlikte tutuyorlar yolu Unkapanı’ndan Taksim’e doğru, sağdan sağdan. Yağmur çiselemeye başlayınca Hakan elindeki büyücek çantanın içinden katlanabilir bir şemsiye çıkarıyor, açarak Melodi Adnan’ı da kanatlarının altına alıyor. Bizimki hippi, hiç kaçar mı doğadan, rahmetten, ıslanmaktan. Yakışır mı?

“Ooo Lordum!” diyerek şemsiyenin altından çıktığı gibi hızlı adımlarla yanından uzaklaşarak birkaç metre ötesinden yürümeye başlıyor. 10 dakika sonra yağmur diniyor, yine yanına geliyor; birlikte yürümeye devam ediyorlar.

Tuhaf karşılanabilecek huyları arasında başı çekenlerden biri fotoğrafa karşı oluşu Melodi Adnan’ın. Diplomaları dışında hiç fotoğrafı yok muhtemelen. Yanı sıra şehirlerarası hariç, otobüse taksiye binmez, metro tramvay gibi toplu taşıma araçlarına itibar etmez, yağmur çamur demeden yürür, yürür, yürür, ayağındaki bez ayakkabılarla.

Yavşak bir dünyada alay edilmek pahasına da olsa, hippilik ruhunu yaşatmak böyle bir şey olmalı…

***

Liseyi bitirdikten sonra Ankara’da bir üniversiteyi kazanmış; kazanmış da sıkıyorsa git. Onun da çok gönlü yok zaten, aklı fikri müzikte. İstanbul İl Radyosu dinleye dinleye bir haller olmuş genç adama. Gözü başka bir şey görmüyor.

1974 yılında bir gazeteye Melodi Plak tarafından verilen “eleman aranıyor” ilanıyla başlıyor işe. Öyle, “biz size döneceğiz” türünden yavşaklıklar falan henüz icat edilmemiş, görüşüyorlar ve “yarın başla” diyorlar. Ne de olsa insanlar daha mert, iş dünyasında bile.

Böylelikle Beyoğlu’ndaki merkez binada işe başlamış, basılacak plakları seçecek prodüktör olarak. Kendinden önce bu işi Ergin Bener ve Yeşil Giresunlu yürütmüş.

Sekiz yıl bulunduğu bu vazifede patron Kayhan Bey hiç itiraz etmemiş verdiği kararlara. Hangi plağı, ne kadar isterse tek bir telefonla sipariş eder bastırmış.

İnkâr edemeyiz, tutkulu olduğu kadar taraflı bir prodüktördü Melodi Adnan. Ankara ve İzmir büroları da iyi çalışıyor, çıkardığı her şey çok iyi satıyordu, ama buna rağmen en güvendiği şey kişisel zevkleriydi. Özellikle Southern Rock ve Folk-Rock örnekleri ağırlık kazanmaya başlamıştı zamanında, Melodi repertuarında. İlk onayını verdiği plak işe başladığı yıl çıkan Lynyrd Skynrd albümü “Second Helping” olmuştu.

Bir yandan yeni gelen plakları dinliyor hararetle, öte yandan da kendinden önce bu şirkette çıkan soul, motown albümlerine büyük saygı duyuyor, onların başlattığı geleneği de yeni baskılarla sürdürüyordu.

***

Kökleri münasebetiyle Melodi Adnan’ın kulak dolgunluğunun temelinde esasen Türk Halk ve Sanat müziği vardı. Anadolu Pop’u çok seviyordu, ancak buna rağmen çalıştığı firmanın kurulduğu günlerde -yani altmışların başında- Erkin Koray’ın “Bir Eylül Akşamı” plağının çıktığını çok geç bir vakit öğrenmişti.

“Gavuristan”daki müziği ise öncelikli olarak mümessili oldukları markalardan gönderilen plaklardan takip ediyordu, ama (Hey listeleri bir yana ki, o günleri bir genç olarak yaşayanlar bu listelerin çok sağlam olduğunu, boş bulunmadığını bilir) Billboard ve Music Express gibi dergiler, yanı sıra firmalar tarafından gönderilen broşürler mihmandarlık yapıyordu.

Long Play çıkarmak şimdilerdeki CD çıkarmaya benzer bir iş değildi; hem maddi hem de manevi açıdan. Mesuliyetleri yüksekti, esaslı bir bilgi ve tecrübe birikimi istiyordu. Amerika’da çıkan bir plağın 1,5 ay sonra kalıbı geliyor, kapaktı şuydu buydu derken çıkışı nereden baksan üç ayı buluyordu.

Sanatçının tanınmış olup olmaması ikinci plandaydı Melodi Adnan için, müzik iyiyse tereddütsüz bastırıyordu. Hele hele söz konu olan şeyler Grateful Dead, Allman Brothers, Neil Young, Lynyrd Skynyrd, CCR, Stephenwolf, Canned Head, Free, America ise babası gelse tanımıyordu. Firefall, Marmalade, Seals & Croft gibi topluluklar onun sayesinde bu memlekette yayınlanmıştı. Basılan plak sayısı birkaç yüzü geçmişti.

Ne var ki mutlu zamanlar uzun sürmedi, o “lanet” zamanlar geldi. Breakdance ve disko müziğinin yükseldiği günlerde, Melodi Adnan halen üçlü Woodstock plağı basan bir Don Kişot’tu. Hiç tahmin etmediği birisi tarafından üzüldüğü gün, bu işin kendisi için bittiğini anladı. Canı gibi sevdiği Neil Young’ın “Re-ac-tor” plağı gelmişti 1981 yılında. Dinlemedi bile, kapağındaki o ruhsuz geometrik şekillerden hissetti hemen, “basmayalım bu plağı” dedi. Gelen plaklara kısa bir süre daha tahammül etti, 1982 yılında işten ayrıldı.

***

Tam dört yıl boyunca gezdi tozdu, bira içti. Döndü dolaştı, şirketten gelen ısrara dayanamadı. 1986 yılında yeniden işe girdi, ancak bu kez merkez binada prodüktör değildi. Yeri yurdu vazifesi değişmişti, artık şirketin Unkapanı IMÇ’de üçüncü kattaki dükkânında çalışıyordu.

Tezgâhın arkasındaki yerini aldığında dünya hayli değişmişti. Yapabileceği şeyler sınırlıydı, işe vitrinle başladı. Eskiden bastıkları plaklarla donattı baştan sona.

Plakları bastıkları fabrika satılmış, sahibi oldukları label’lar el değiştirmişti. Teselliyi baskısı tükenmiş eski güzel plakları yeniden bastırmakta buldu. Bir de orada müşteri olarak tanıdığı insanlara ticaretten uzak, inandığı plakları sevdirmekte.

Kendine has bir plak müşterisi yaratmıştı. Aslında boktan bir hayatı olduğunu kendilerinin de çok iyi bildiği bir dolu hali vakti yerinde insan vardı; onun sade ve tutkulu hayatına özendiği gözlerinden anlaşılan.

Karşısındaki insanlara satıcı olarak değil, tavsiye eden ve yönlendiren biri gibi davranıyordu. Onların sevmeyeceğine emin olduğu plağı isteseler bile satmıyordu. Aslında rock ya da değil diye ayırmıyor; Flamenko’dan Çigan’a iyi müzik adına ne varsa telaffuz ediyordu.

Örneğin dükkândaki tüm Frank Zappa plaklarını almak isteyen küstah müşteriyi boş çevirmişti. Adam aynı albümden kaç tane varsa hepsini istiyordu: 50 – 100 fark etmez. Müzik sevdalısı değil, buradan alıp Avrupa’da satan bir tüccar olduğunu hemen anlamıştı. Nereden mi? Herif “parasıyla değil mi kardeşim” demişti. Hem sonra “Apostrophe” albümünü sevdireceği onlarca genç insan vardı, neden hepsini bu dallamaya versin ki! Mecbur muydu?

***

Bunlarla sınırlı olsa neyse. Dükkâna gelen giden gençlerin heveslendiği abidik gubidik müzikler de çok yoruyordu artık onu. Artık bir devrin kapandığını kabullenmek ölümden öteydi. Kim bilir belki de üzüntüden oldu her şey, 1989 yılında sağlık sorunları yüzünden ayrıldı işinden. Bir yıl sonra da zaten Melodi Plak kapandı.

Sertlik göstermesi gereken halleri sezdiği gibi, alabildiğine alaycı, matrak biriydi. Siz de anladınız değil mi? Yalnız, yapayalnız bir adamdı Melodi Adnan. Hiç evlenmemişti, kendi de biliyordu, bir eşe, sevgiliye adapte olması imkânsızdı.

Şimdi altmışların ortasına merdiven dayamış huysuz bir adam olarak, geleceğe dair umutlarını kesmekle beslemek arasında zikzaklar çiziyor Melodi Adnan. Yılın yarısından fazlasını Datça’da geçiriyor, ama öyle denize girerek falan değil. Pasif bir sivil toplum direnişçisi tavrı içinde dağ tepe demeden yürüyor, yürüyor, yürüyor, ayağındaki bez ayakkabılarla…

Murat Beşer ([email protected])