Laterna Bülent

Seksenli yılların ikinci yarısında aldığım plakların tek para kaynağı, binilmeyen otobüslerden, pas geçilen öğlen yemeklerinden biriken harçlıklardı. Bir iki hafta bir plak alır, o gün eve inadına dinç, tok ve mutlu dönerdim. Almakta en zorlandığım plak Peter Gabriel’in kendi adını taşıyan ilk albümü oldu.

12 lira Beyazıt Meydanı ya da Karaköy yokuşundan aldığım plaklara nazaran epey çok bir paraydı. Yaklaşık üç ay boyunca gittim geldim, durduğu rafta seyrettim onu. Ne vakit aklıma düşse satılmaması için kafamdan hep iyi şeyler geçiriyor; arada bir bensiz karşı yakaya giden Apaçi Ayhan’a plağın satılıp satılmadığını soruyordum. 

Hele TRT 3’te Sebla Özveren’in hazırladığı “Sizler İçin” programında o “Solsbury Hill”, “Modern Love”, “Here Comes The Flood” şarkılarını her duyduğumda daha da aşeriyordum.

Nihayet gün geldi, birikti o 12 lira, ancak bu sefer de o güneşli Cumartesi sabahının 28 numaralı Fatih-Beşiktaş otobüsündeki ve Karaköy-Kadıköy vapurundaki yirmişer dakikalar bitmek tükenmek bilmedi, bir türlü.

Kapağında Peter Gabriel’in yağmurlu bir havada mavi bir otomobilin içinde kederli bir yüz ifadesiyle göründüğü bu albüm, emek vermekle, kıymet bilmekle ilgili her türlü moral değerin karşılığıydı bende artık, sonsuza değin. Plağı aldığım bu dükkân, Akmar Pasajı’nın 13 numarasındaki Laterna ise artık yok.  

***

Dükkânın sahibi Bülent Ilgar, Göztepe Ortaokulu’nda okurken zehirlenmişti, bu rock müzik denen şeyle. Alt komşuları kendinden iki yaş büyük bir abiydi ve mütemadiyen kaset çekiyordu kendisine. Öyle lüks setlerde falan değil, ara kablosuz mono teyplerde hem de. Gel de baştan çıkma şu delikanlı yaşında, bütün kabahat şu Blue Cheer’lerde, Shocking Blue’lardaydı…

İlk aldığı plak Betül Atlı’nın yaptığı kapakla yerli baskı Led Zeppelin II oldu. Rakçıydı, bluescuydu; caz müziğiyle arasında çok uzun süre bir mesafe oldu. İlk kez Dave Brubeck’in “Take Five”ı ile biraz ısındı. Uyumsuzluk içindeki ahengi keşfetmiş, başka havalardan çalan müzisyenler arasındaki bir arada yaşama ruhunu hissetmişti.

Askerlik bitince, sıra hayata atılmaya gelmişti. Yapabileceği tek iş olarak müzik gibi görünüyordu. Biraz da iş hayatı denen şeyden zevk almak istiyordu.

Laterna ilk kez 1978 yılında Kalamış’ta açılmıştı. Plak ithal edip satan ilk yerlerden biriydi. Kibrit kutusu büyüklüğünde bir sticker’ı vardı; üzerindeki karikatürde sivri burunlu, dilenci kılıklı bir adam, üstüne bir maymunun oturduğu laternasını çeviriyor.

Kendinden evvel Fenerbahçe’de bir Hobby vardı, ama onlar da caz ağırlıklıydı ve sadece puro içen high-end kalantorlarının alabileceği kadar uçuk fiyatlara satıyorlardı. Burası ise -dükkânın önünde elden düşme çizgi romanları işaret ettiği üzere- çok daha mütevazı idi ve tamamen alt-orta sınıfa ve öğrencilere hitap ediyordu.

Laterna Bülent, müzisyenliğe hevesli bir gençti. Nota öğrenmeden çaldığı için herhangi bir toplulukta yer almamış, ama gelişine çalan birileriyle takılmış, hatta bir keresinde, elindeki ağız mızıkasıyla Kudret Kurtcebe’nin ekibiyle bir okul konserine çıkmıştı. Yanı sıra biraz klarnet, biraz da yan flüt çalıyordu. Ancak Jethro Tull hayranlığının asıl sebebi bu değildi. Bu topluluğu 1973 yılında keşfetmiş, tüm albümlerini tamamladığı ilk isim olmuştu. İşte bu yüzden (Peter Gabriel plağını aldığım) Akmar’daki dükkânın girince sağ duvarında devasa bir Ian Anderson grafiği vardı.

***

Altı yıl sonra Selamiçeşme’de Feneryolu tren istasyonu yakınlarında bir kafeye dönüşmüştü Laterna; daha doğrusu hem kafe, hem müzik evine. Rock müzik çalan bir iki yerden biriydi burası; bir Beşiktaş’da Kafe Çello, bir de Kadıköy’de Theatrical, başka neresi var ki? Ama olmayınca olmuyor işte, tekerlek dönmüyordu bir türlü. Ne yapmalı diye kara kara düşünürken kader ağlarını yolda Villa Timur’la karşılaştırarak ördü. Akmar Pasajı’nda 3-4 dükkânı birleştirip kafe açmayı düşünüyordu, “sen de gelsene tam karşısında boş yerler var” dedi. 

Laterna, Akmar’a taşındığında Villa Kafe dışında Tualsan ve Bilim Sanat Galerisi vardı. Müzik dükkânı hak getire. Aslında Marmara Koleji’nin iki katlı spor salonuydu burası. Okulun yönetim kurulu aldığı kararlarla, bu faaliyeti üst katta sürdürüp, altı da dükkânlara bölüp kiraya vererek gelir elde etmeyi planlamıştı. Pasajda açılan ikinci müzik dükkânı Pentagram oldu. Gerçi müzik meraklılarını buraya daha önceden çekmeyi başaran -sonradan spor salonunun iptaliyle üst kata geçen- Sahaf Sadi vardı ama gerçek mıknatıs Pentagram oldu. 

Metalci akını Laterna’nın müşterisi sayısını arttırsa, plak çeşidine renk katsa da Laterna çizgisini değiştirmemişti. Burası baba rokerlerin, blues-rock severlerin yuvasıydı.

***

Sadece müzik meraklılarının toplandığı bir kıraathane değil, aynı zamanda Kadıköy’ün en fazla bira tüketilen noktasıydı Laterna. Buraya takılarak arkadaş olanlar, tam bir komün havasına girmişçesine bağlılardı birbirlerine. Bir de Laterna’nın kendisiyle özdeş meşhur sandalyeleri vardı. Kapı önüne dizilirdi bunlar bazen. Aslında kafe döneminde özel olarak yaptırmıştı o çam sandalyeleri Laterna Bülent, 110 adet. Buraya geçince yetmişini karşı komşusu Timur’a sattı. 

Evinde sayısız çalgı vardı Laterna Bülent’in. Hatta bir keresinde Sultanahmet’te yolsuz kalan bir hippiden 100 dolar karşılığında bir sitar bile almıştı. Yıllar sonra Tik Tak topluluğunu kuracak ve Playground adlı toplulukta gitar çalacak olan oğlu Deniz’in müzisyenliğe heveslenmesinde en büyük pay bu çalgılardı. Evet, Deniz bu ortamda bir müzisyen olarak yetişecekti, ama sahneye ilk çıkışı, onun müzisyen oluşunun çok evveline rastlamıştı.

Tarih 25 Haziran 1990, Açık Hava’da iki gün üst üste Santana konseri vardı. En önden seyredenler arasında Murat Ertel, Zeynep Oral, Adnan Hoca gibi değişik renklerden simalar göze çarpıyor.

Konserin sonlarına doğru kendinden geçmiş herkes, azılı hayranlar sahnenin önündeki çukura doluşmuş, dans ediyordu. Kısa bir göz temasıyla gerçekleşti her şey; Santana 10 yaşındaki çocuğun sahneye gönderilmesini işaret etti. Laterna Bülent, Deniz’i koltuk altlarından tuttuğu gibi kaldırdı. Elbirliği ile karga tulumba taşındı çocuk. Santana, Armando Peraza’nın perküsyon setinden kaptığı gibi çocuğun eline tutuşturuverdi tefi, orkestranın çalmakta olduğu “Jingo” eşliğinde.

***

Cümbür cemaat konserlere gidiyorlardı, dükkânı kapattıktan sonra. Her seferinde de kıyak kafayla içeri girmeyi beceriyorlardı, bilet falan almadan. Bileti alıp alamamak mevzubahis değil zaten, mühim olan macera yaşamak…

Açık Hava’da bir Stanley Clarke konseri oldu, yıl 1983. Buna isteseler de bilet alamazlardı, zira tükenmişti. 1980 Askeri Darbe’sinden sonraki kuraklık yılları, belki de insanların son birkaç yıl içinde teselli bulacakları tek gece.

Muhammed isimli bir arkadaşları vardı, İran asıllı. B plakalı gri Mercedes’i ile doluşarak dayanıyorlar tiyatronun arka kapısına; arabanın üzerinde de astıkları devasa bir Stanley Clarke posteri…

- “Organizasyondan geliyoruz, bunu sahneye yerleştireceğiz.”

Tereddütsüz açılıyor kapılar. Posteri sahneye bıraktıkları gibi oturma yerlerinin aralarında kayboluyorlar. Konseri beleş izlemekle kalmayıp, bir de getirdikleri posteri imzalı olarak geri alıp dönüyorlar.

Yine aynı yıllarda aynı yerde bir Laurie Anderson konseri oldu. Haber geldi, pek bilet satışı olmamıştı, kim tanır ki Allah’ın avangard karısını buralarda, hem de o yıllarda… Tüm tanıdıklarını kapıya çağırıyor Laterna Bülent:

- “Gelin, beleş gireceğiz.”

Konserin başlamasına birkaç dakika kala, kapıda organizatör ile görüşüyor, karşıda dikilen yaklaşık 300 kişilik kalabalığı gösteriyor:

- “Bak, bunların hepsini ben çağırdım, kapıları açarsanız içerisi kalabalık görünür.”

Tabii ki mutlu son…

***

Çok güzel günler geçirdi Akmar Pasajı’nda Laterna Bülent. Ayrılık vakti geldiğinde Laterna’yı Zihni Müzik’e devretmesindeki tek neden para-pul değildi. İnsanın üzerine kâbus gibi çöken bu şehrin temposundan çıkarak, yolunda gitmeyen aile ilişkisini kurtarmayı planlıyordu. Hayatı Akmar olmuştu, sabah çıkıyor gece geliyordu. Olanlarla olmayanlar iç içe geçti; aradaki ikinci evliliği ve gözü çöplükte kalmış misali Zeppelin adını verdiği bisikletçi dükkânını saymazsak, 1992 ile İstanbul’u terk ettiği 1999 yılları arasında iki çocuğu ile ilgilendi.

1999 Haziranında Marmaris’e yerleşti. Bisikletçiliğe burada bir yıl kadar devam etti, derken önce bisiklet turlarında, ardından trekking’lerde rehberliğe başladı.

Şimdi 62 yaşına rağmen halen dinç, sağlıklı, aklı başında ve bira şişelerine eskisi kadar yakın Laterna Bülent. Şu an Zirve Dağcılık Marmaris Şube’de faaliyet sorumlusu olarak görev yapıyor; tüm bürokrasi işlerinden nefret etmesine rağmen. Beri yandan zamane müziklerine ayak uyduramamış baba rocker olarak eskiye ibadetinde kusur etmiyor. Eskiden kalma plakların -Deniz’in zimmetine geçirdikleri dışında- bir kısmı dursa da, kolaylığı yüzünden CD dinliyor. Caz müziği ile de artık arası çok iyi. Geç keşfettiğini düşündüğü davul-bas-piyano triolarına dikkat kesiliyor.

Merak ettim, acaba Peter Gabriel’in ilk albümünü de halen çok seviyor mu?

[email protected]