Kasetlerin üzerindeki hattat; Eloy Hakan

Bakırköy Meydan Tayfası, doksanlı yıllarda İstanbul rock camiasının şüphesiz en müstesna kalabalığıydı.

Toplandıkları yerin adıyla çağrılmalarına aldanmayın, aslında hiçbiri Bakırköy çocuğu değildi. Avcılar, Küçükçekmece, Bağcılar, Esenler, Sefaköy, Mahmutbey gibi civar semtlerden kaçıp takılıyorlardı. Ne yapsınlar, muasır medeniyetin, modern şehirleşmenin henüz uğramadığı bu bölgelere en yakın merkez burasıydı.

At Kemal, Rasputin Tanju, Deep Purple Ahmet, Ozzy, Punk Levent, (sonradan Tarkan’ın koruması olan) Yarma Talat, Pinker Yüksel; hepsi işçi sınıfından gelmeydi. Ekseriyet muhacir çocuğuydu. Bir mahallelilik adabı vardı aralarında ki, işte herkesin bir lakabının olması da bundan mütevelli.

Gürültü patırtı hiç eksik olmazdı. Birbirlerini yerler, bağırıp çağırırlar, atışırlardı aralarında habire, ama yabancılar mevzubahis oldum mu, satmazdı kimse kimseyi. Kardeş gibi kenetleniverirlerdi hemencik orada. Açıkçası ne katlanabilirlerdi birbirlerine ne de ayrı olabilirlerdi.

Aralarında biri vardı ki, Bakırköy Meydan Tayfasını oraya çeken mıknatıs adeta. Hani bu şenlikte düğün sahibi gibi biri; lakabı Eloy, adı Hakan, soyadı (ki pek kimse bilmez) Yürüsün. Yani kısaca Eloy Hakan… 

***

Sert, kavgacı ve maço bir mizaca sahipti, aslında memleketteki (Grup Perişan bantlarına konu olan) metalci karakterinin en enteresan örneklerinden biriydi Eloy Hakan.

İlk bakışta soğuktu. Onu anlamak ve sevmek için mutlaka uzun süreli muhabbete ve sabırlı bir mesaiye ihtiyaç duyulurdu.

İnce uzun fiziği, Status Quo’nun gitarcısı Francis Rossi’yi andıran köşeli yüz hatları, üzerinden eksik etmediği bel çantası, tiyatrocu gibi etkileyici tok sesi, sinirli davranışları ve plaklardan okuduğu her satırı kaydeden mükemmel müzik hafızası ile hafızalara kazınmış özgün bir portreydi, Bakırköy Meydan Tayfasının bu bıçkın siması.

Senfonik-progresif rock topluluklarını, klasik hard-rock’ı, en çok da klasik rock ve klasik metali seviyordu. Metalin dalağını yarmış “aşırı” tarzlarla işi yoktu. Death, Doom, Noisy, Brutal gibi tarzları hiç sevmedi, sevemedi. Metal müziğine Black Sabbath ve Motörhead ile başlamış olsa da, damardan Hard’n Heavy’ciydi. 

***

Fatih Karagümrük çocuğuydu. Buradan geliyordu metalcilikle buluşturarak kestiği nevi şahsına münhasır delikanlı raconu.

10 yaşlarındayken ailesiyle Avcılar’a taşınmış, rock müzikle Beyazıt Üniversite’sinde işletme okurken hayranı olduğu şair Hüseyin Avni Dede’yi görmeye gittiği günlerde Çınaraltı’nın uzun saçlıları sayesinde tanışmış, ufaktan bir plak arşivi yapmaya başlamıştı.

Arşivi hatırı sayılır bir rakama ulaşınca, Bakırköy’de yasal kaset ve hi-fi satan bir tanıdığının vitrinine, bulunması pek kolay olmayan isimlerden oluşan ve hayli kalabalık bir liste astı; maksat kasetlere çekmek için sipariş almak.

Yıl henüz 1982, kendisi kat-kravat bir Alarko çalışanı; dışarıda askeri-faşist darbenin insanı yalnızlaştıran soğuğu var. Ne Yapsın? Hafta sonlarını –kim çektiriyor bunları, bir göreyim diye- merakla dükkânda geçiriyor.

Yıllar geçiyor, gel zaman git zaman iş büyüyor, muhabbet artıyor, çevre genişliyor. Bu sıcak ilişkileri daha tanımlı hale getirmek (işin ticari tarafı bir yana, en azından birbirlerine benzeyen, ama dışarıda soyutlanan bu sıra dışı insanları buluşturmak) için bir kafe açmak zaruri oluyor.

İki ortak: Eloy Hakan ve tanıdık dükkâncı, 1989 Eylülünde bir merdiven altını, önemli buluşmalara sahne olacak bir yer haline getiriyorlar: Eloy Kafe…

***

Mekânın isim babası kendisi tabii, ama nereden bilecek ki o vakit bu ismin sadece bir yıl ömrü olan kafeden ziyade, ömür boyu kendi üzerine asılı kalacağını. Çok uzun uzadıya düşünüp taşınmıyor bunun için, müziği öne çıkarmaktan gayrı. Eloy’dan iyisi can sağlığı. Bu Alman senfonik rock topluluğunun adı hem çok özel bir paylaşıma işaret ediyor, hem de meraklılarını dış dünyadan kalın çizgilerle ayırıyor.

Çölde bir vaha oluyor Eloy Cafe, yalnızca bulunduğu bölgeye değil, neredeyse tüm İstanbul’un rokerlerine. Siyaha boyanmış duvarları, tavana aslı balıkçı ağları, gürültülü müzikleri dışardan tekinsiz görünen mekânın o dönem merkezdeki muadilleri Köprüaltı ve Kemancı.

Aptülika’sından Kramp elemanlarına kadar camianın ne kadar Olağan Şüphelisi varsa hep orada. Kıç kadar olmasına rağmen, bir defasında 75 kişinin alt alta üst üste tıkıştığını anımsıyor Eloy Hakan.   

Özellikle önemli konserlerin öncelerinde siyah tişörtü çeken ergenler soluğu önce burada alıyor; dar alanda, kesif duman altında, henüz uzamamış saçlarla head-bang’lerini yapıyor, biralarını yudumluyorlardı.

Ayrıca kafe dışında da çevresinde toplanan ufak bir klan örgütlemişti Eloy Hakan, Bakırköy Evlendirme Dairesi karşısında, eski minibüs duraklarının yanından uzanan ince patika yolun ucundaki son sokak tezgâhının etrafında. Judas Priest, Metallica, Testament, Running Wild, Megadeth ve Mötley Crüe’yu ilk defa onun kasetlerinden tanıyıp hastası olan bir tabur yaratmıştı neredeyse. 

***

Yıl aynı yıl: 1989; önceleri kayıtları yetiştirmek için Akbulut Pasajı’nda ufak bir stüdyo kiralamış, bir yılın sonunda bu mesaiyi evinde bir odaya taşımıştı. 

O vakitler memlekette malzeme sıkıntısı var; öyle her aranan şıp diye bulunmuyor. Yeni çıkan albümlerin önce plağını, varsa CD’sini yurt dışından getirtiyor; şayet gelen albüm plak ise, zamanla çıtırtısı artmasın diye kromlu kasete bir master alıyor ve ondan çoğaltıyordu. Siparişleri genelde 60’lık kasetlere çekiyor, arta kalan yere de müşterinin hoşlanacağını düşündüğü başka bir şeyi ekliyordu ki, ne olduğunu merak edip yine gelsinler.

Kasetlerin üzerini ve sırtını, alta cetvel koyarak yazdığı etkileyici bir yazı ile taçlandırırdı. Sadece şarkı listesiyle yetinmez, tarih, müzisyen malumatlarının yanına artık ne varsa yazar da yazardı. İç kâğıdın arka tarafında ise bir Aptülika karikatürü koyardı.

Peki neden cetvelle yazıyordu ki? Bu lise yıllarında edebiyat öğretmenin baskısından kalma bir travma idi. Muhasebe kökenliydi, takıntı derecesinde düzenliydi, ama kafasına silah dayasan çizgisiz kağıda düz yazamıyordu. Çareyi alta yerleştirdiği cetveli kâğıdın çizgisi niyetine kullanmakta bulmuştu. Belki farkında değildi ama bu yöntemle hazırladığı kaset kapaklarıyla hem gotikten türeme bir tarz yaratmış, hem de roker camiasında kült olmuştu. Zamanla bu kapaklardan da masterlar üretmiş, fotokopiyle çoğaltıp kasetlerin üzerine yerleştirmeye başlamıştı.

***

Korsan kasetçiliğin bilinen en arkaik örneği olarak, kimseleri etrafta olmadığı bir devirde çekim kasetlerinin ünü (biraz arşivinin güzelliği, biraz etkili kişiliği ve tabii hepsinden önemlisi karakteristik el yazısı sayesinde) şehir sınırlarını aşmış, yurt sathına yayılmıştı. Camianın hattatı ve gerçek bir alt-kültür efsanesiydi artık Eloy Hakan.

Özellikle soğuk havalarda misafirperverliği hamiliğe dönüşürdü; okuldan çıkan sivilceli taze rokerleri yaktığı küçük mangalın başında ısıtır, pişirdiği kestanelerle, simit arası sosislerle besler, eğlenceli hikâyeleriyle eğlendirirdi. Yazın birayla serinletir, kışın kanyakla ısıtırdı.

İyi kayıtlar yapardı, çünkü hi-fi merakı vardı, özellikle de kasetçaların en iyisine düşkündü ama arada yanlış çektiği kasetlerle de ünlüydü. Bir de akşam tezgâhı kapatırken, dışarıya astığı plakları toplamayı unuturdu, arada bir. Onu tanıyan, huyunu suyunu iyi bilen esnaf, arkasından toplar, ertesi gün iade ederdi.

Beden dili güçlü, ticari kafası gelişkindi. Bir malzemeden son damlasına kadar para kazanmayı çok iyi bilirdi. Karşısında birini görünce ellerini ovuşturarak bakar, keyfi yerindeyse tavsiyelerde bulunur, hatta yeni gelen albümleri dinletirdi.

Bir şey mi sordunuz, hemen “süper, kesin hastası olursun” cevabını yapıştırır, sonuna da “anam” diye eklemeyi ihmal etmezdi. Muazzam gaz verir, sevdiği toplulukları yere göğe sığdıramaz, bazı albümler hakkında kendinden başkasının ahkâm kesmesinden hazzetmezdi. 

Müzik müşterisine ayrı, takı müşterisine ayrı davranırdı; zira rock müzik sevgisinden beslenen bir takıcıydı; toplulukların kolye, bileklik ve yüzüklerini üretip satıyordu.

Her ne kadar “Türkiye’de Kreator’un orijinal albümü çıksın, bu işi bırakırım” demişse de, çekim kaset işini “Renewal”ın yayınlanmasından sonra değil, belediyenin tanzim kararıyla noktalamıştı.

***

Devirle birlikte müzikle takı-gümüş işleri de ticari olarak yer değiştiriyordu Eloy Hakan için. Belediyenin hışmına uğramasının ardında, kuyumcuların yoğun olduğu Pelin Pasajı’nda küçük bir takı dükkânı açacak ve 2010 yılına kadar tam 14 yıl burada kalacaktı. Artık sadece gümüş (ya da müzikle ilgili şeyler) değil, İngiltere’den ithal edilen farklı metalik takılar da satıyordu.

Bakırköy çarşısı, iş hanı, pasajı bol bir semt. Eloy Hakan şimdi Marmara Pasajı’nın girişinde. Ortadan mıknatısla buluşan emekli okuma gözlüğünden baktığı değişen dünyaya ayak uydurma konusunda haklı olarak temkinli; henüz bir yıl öncesine değin akıllı telefon bile almamış. 

Dükkân raflarında tuttuğu plaklarını olabildiğince aza indirmiş; sadece en çok sevdiklerini bırakmış. Zamanının çoğunu bir çocukluk tutkusuna, evinin terasında yetiştirdiği güvercinlerine ayırıyor. Özellikle (kökü Osmanlı saraylarına uzanan) Mısıri cinsine meraklı olsa da, buna en çok benzeyen Bango’ları üretmekte ödüllü bir usta. 25 takımı var, yani 50 tane…

***

Evlendikten sonra müzikten elini eteğini çekenlerden, masada göbek yapanlardan, televizyonun başında domestik olanlardan değil Eloy Hakan. Her gün biri dişi diğeri erkek iki Kukır’ın (Cocker) gezdiriyor. Fırsatını bulunca ayda bir iki kere Beyoğlu’na çıkıyor, eski dostlarının mekânına uğruyor, eski günlerden hasbihal ediyor, minyatür rock kalesi Rasputin’de bir iki bira parlatıyor. 

En son Kuruçeşme Arena’daki Judas Priest konserinde pogo yapanların arasında kalarak ayağını kırmasına rağmen, eski güzel toplulukların konserlerini halen kaçırmıyor, arada bir güzel gitar çalan Radio Moscow gibi yeni toplulukları da sahnede izlemeyi ihmal etmiyor.

Çektiği kasetler insandan insan anlatıldıkça anlam kazanan, yaptıklarının kıymeti kaybedildikçe anlaşılan güzel insanlardan biri Eloy Hakan.

Şimdilerde o bir kuşak için en güzel anıların etrafında yaşandığı efsane tezgâhının yerinde yeller esiyor, Saray Muhallebicisinin her telden zamane müşterileri, dışarıya atılmış masaların başında ayak tepiyor. 

Murat Beşer ([email protected])