Duvarın arka tarafı: Roger Waters

O günün gelmesi iple çekildi. Mevsimler, aylar sayıldı hatta son bir iki hafta kala da her gün geri sayım yapıldı.

Beklenen an nihayet geldi çattı efsane topluluk Pink Floyd’un basçısı, söz yazarı ve beyni Roger Waters, rock müzik tarihinin en büyük ve benzersiz projelerinden biri olarak lanse edilen The Wall konseri için İTÜ Arena’da sahneye çıktı, takvimler 4 Ağustos 2013 yazarken, saatler 21:00’i gösterirken…

Astronomik bilet fiyatına rağmen sahnenin önü, yanı, berisi gerisi her yeri kalabalıktı anlaşıldı ki memlekette Floydiyanlar Iron Maiden’cılardan daha iyi bir dünyalığa sahipti. İki saate yakın bir süre sanki 10 dakika kadar kısa sürdü, su gibi aktı gitti. On binlerce izleyicinin tamamının rızasını, hayır duasını aldı, verdikleri parayı helal ettirdi. Hani yoktu ya, haksızlık eden ayıp eder şimdi doğruya doğru, şikâyet edeni Allah çarpar.

Seksenlerde bu albüm için verilen konserlerden çok daha şaşaalı bir gösteriydi bu, kesinlikle. Hani klişe bir tabir vardır boyalı medyada, “unutulmaz bir gece yaşattı” diye işte Waters ve kalabalık ekibi hakikaten kelimenin tam anlamıyla unutulmaz bir gece yaşattı.

***

Neler olmadı ki. Waters, tarihimize ilişkin bir parça sapla samanı karıştırsa da, ülke gündemine ilişkin (hakkını yemeyelim) epey çalışmıştı. Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, Mustafa Sarı, Ali İsmail Korkmaz ve Abdullah Cömert resimlerinin arasında (Necati Şaşmaz’a oranla daha iyi) Türkçe konuştu, “Merhaba İstanbul, hoş geldiniz. Burada olmaktan çok mutluyum. Bu konseri adalet için yapıyoruz ve tüm dünyadaki devlet terörü kurbanlarına adıyoruz” dedi.

Dev Anası kuklanın önünde söylenen “Mother” çalarken sordu: “anne, hükümete güvenmeli miyim?”. Kalabalık yanıtladı “Hayır”. Ve aynı anda duvarda yazı belirdi: “Kesinlikle hayır”.

Son sözü de “bugüne kadarki en iyi iletişimi sizlerle kurduk, ne yaptığımızı anlıyorsunuz” olunca, konserin giriş-gelişim-sonuç kısımlarında “Her Yer Taksim, Her Yer Direniş” sloganı eksik olmadı...

Bu işin duvarda görünen kısmıydı. Biz geçelim arka tarafına…

***

Waters işi gücü bırakmış, üç yıldan beri 1979 tarihli “The Wall” albümünün konseriyle yatıp kalkıyor daha doğrusu yegâne işi bu olmuş, yeni bir projeyle iştigal etmiyor artık. Çünkü çok büyük bir proje ve yüksek bir ticaret bu, başka bir şeye fırsat tanımayacak kadar.

Rock tarihinin bu rakipsiz sahne gösterisi, ülkeden ülkeye 75 tır ile taşınan, çatısı altında yüzlerce emekçi çalıştıran bir fabrika adeta. Yaklaşık bugüne dek 4 milyon kişi tarafından izlenen gösteri, son üç yılın en çok hasılat yapan turnesi. 120 metre uzunluğundaki duvar manzaralı bu sahne, şimdiye değin 30 ülke gezdi.

Neticede Waters (tilki avını çok sevdiği ve vazgeçemediği için şimdilik sadece) insan haklarından yana, muhalif bir müzisyen. Ancak bu kadar büyük sektör haline getirilmiş, bu kadar yüksek paraların döndüğü bir muhalefet, insanda bazı şüpheler ve rahatsızlıklar uyandırmıyor değil.

***

“The Wall”, Pink Floyd diskografisi içindeki en büyük ekmek teknelerinden, tüketim kapitalizmini rock müzikte ayakta tutan albümler listesinin vazgeçilmezlerinden biriydi öteden beri. Liste başındaki “Dark Side Of The Moon” ile başa güreşiyor, hatta son üç yıldır yapılan konserler sayesinde ona kafa tutuyor, çünkü yeni turne albümün satışına kendini katlayacak kadar ciddi bir ivme kazandırmış durumda.

Karısının her şımarıklık krizi tuttuğunda rock zengini Jethro Tull flütçüsü Ian Anderson’un turneye çıkmasını hatırlayın. Peki, Waters ne yapıyor? “The Wall”un ruhunu mu satıyor? Bence hayır, çünkü bu albümde bu konuda satılık bir şey yok. “The Wall” hiçbir zaman politik açıdan devrimci değildi kendinden önceki başkaldırışları biraz farklı bir sunuşla ısıtan bir çalışma olarak, Punk çöküşüne denk gelen dönemin amiral gemisiydi.

“The Wall” halen popüler malzemeleri ve nesneleri güncel rötuşlarla vaz etmeye devam ediyor, tıpkı 30 küsur yıl önce yaptığı gibi. Bunun kanıtı ve sonucu, topluluk üyeleri arasındaki arkadaşlığın bitişi, yerini para ilişkilerini ve ego savaşlarının alışı ve nihayetinde Waters ile topluluğun gitarcısı David Gilmour’un mahkemelik oluşuydu.

***

Ana-akım ile muhalif kültür arasındaki tansiyondan evimizdeki ampulü yakacak kadar elektrik enerjisi üretmek olanaksız. Kültürel isyan artık sistem için bir tehlike oluşturmuyor. Tükettikleriyle düzeni aştığını düşünenler ya da böylelikle alternatif kültürler ürettiğini varsayanlar da, sistem için bir tehdit oluşturmuyor.

Kapitalizm bu türden meydan okumaların tamamını kapsamayı başardı bugüne değin.

İsyanın pazarlandığı bir isyan piyasasını çoktan yarattı. “The Wall” konserinde birilerini rahatlatıp, birilerini rahatsız eden her şey için en fazla olacak olan şey, bir ihtimal sponsor Ferit Şahenk’in, Başbakan’dan azar yiyecek olması.

“Gösteri bir imaj haline gelecek derecede biriken bir sermayedir” diyor Guy Debord, Gösteri Toplumu kitabında. İsyan ettiklerini düşünerek mutlu olan insanlar, daha fazla ödemeye hazırdır. Bu yıllardan beri kâşifleri arasından yer alan Starbucks ve Wolkswagen tarafından kullanılan iş modellerinden biri.

O halde kapitalizm her şeyi, ama her şeyi bize satmaya daha ne kadar devam edecek? Duvarın karşısında “unutulmaz bir gece” yaşadığımız sürece sanırım sorun yok.

[email protected]