Caz ve Partizan

Zamanında kızdırmışlar Ernest Mandel’i. Neymiş efendim, Marksistler yaşamın ve sanatın pek çok dalına, zevkine uzakmış, örneğin polisiye roman okurlar mıymış? Cinayet öykülerinden anlarlar mıymış? Adam dünyanın en önde gelen Marksist kuramcılarından maazallah, ayağına basmaya gelir mi hiç? Sen misin bunu diyen liboş, oturmuş Hoş Cinayet’i (Delightful Murder – A Social History Of The Crime Story) yazmış.

İyi ki de yazmış bu kitabı yazarak tarihsel materyalizmin tüm toplumsal olgulara uygulanabileceğini (hatta uygulanması gerektiğini), niteliği gereği bu tip incelemelerin hayatı anlamamız konusunda, diğerlerine göre daha az ehemmiyet taşımadığını, önemli olanın kuramın üstünlüğü ve olguları açıklayabilme kabiliyetinin olduğunu ispatlamış. Sadece bununla kalmamış, kendinden sonraki Marksist spor meraklılarını, sosyalist müzik sevdalılarını da aklamış. Telaşa mahal bırakmadan, ortada bir çelişkinin olmadığını gözler önüne serivermiş.

İşte benzer bir tepkiyle yazılmış Sidney Finkelstein’in önemli kitabı “Caz – Bir Halkın Müziği” (Jazz: A People’s Music), Mandel’den yıllar önce tabii, 1948 yılında.

Diyeceksiniz ki, neresi benzer? O vakitler gece hayatı, eğlence müziği üzerine atıp tutan münasebetsiz, gerici, ırkçı, milliyetçi sayısı şimdikinden az değil. İşte bunlara sinirleniyor Finkelstein.

Yaman adam Finkelstein. Gözünü budaktan sözünü dudaktan esirgemiyor. Amerikan Komünist Partisi (CPUSA) üyesi. Resimden fotoğrafa, felsefeden müziğe, heykelden mimariye kalem oynatıyor estetik sorunlara sosyolojik ve politik yöntem arayışları üzerinden çözümler öneriyor.
“Caz – Bir Halkın Müziği”, cazı dört bir yandan kuşatan yalanları ve çıkar amaçlarını hatta onun sanatsal gücünü inkâr niyetlerini ifşaa ediyor. Bu müziğin başına musallat olan ırkçılığa gettoculuğa karşı bir manifesto gibi görünüyor.

İlk satırlar kaleme alınırken, öncelikli olarak karşı durduğu iki görüş var biri, cazın “aşağı ırktan” gelen bir müzik olduğu için, toplumsal bakımdan da aşağı nitelikte bir müzik olduğunu iddia eden bir ırkçı klişe. Bunlar hatta bu müziğin sadece dumanlı, pis kokulu izbe mekânlarda dinlenebileceğini gecenin, alkollü içkinin ve cinselliğin müziği olduğunu iddia ediyorlar. Charlie Parker, Dizzy Gillespie, Thelonious Monk’un aralarında olduğu bir avuç müzisyen bir yandan geçim mücadelesi verirken, öte yandan bu tip aşağılamalara maruz kalıyor.

Diğeri ise, bebop’u caz tarihinden ayırmak için elinden geleni ardına koymayanlar. Bu zorlama ve bozuk emelli saptama, kuşaklararası suni bir kan davası üzerinden sınıfsal ayrım niyeti güdüyor.

“Caz – Bir Halkın Müziği”, öncelikle amansız bir kamu siyaseti yaratan bu iki gerici görüşe karşı kaleme alınmaya başlanıyor, Finkelstein tarafından. Dili ve kalemi keskin usta bir polemikçi bizim Finkelstein. Her konu başlığında, Mandel’in Hoş Cinayet’i gibi, Marksist dünya görüşünün öneminin ve gücünün altını çiziyor. Semt kıraathanesinde sohbet eder gibi yazmanın çok uzağında bir halk kültürü olarak cazın entipüftenleştirilmesinin ve meta haline getirilerek seçkin beyazlara satılan bir mal gibi kullanılmasının, büyük bir cesaret ve donanımla dikiliyor karşısına.

Pek çok bakımdan güncel bir kitap “Caz – Bir Halkın Müziği”. Sadece yukarıda sözü edilen kavgalar değil, armoni, ritim, kompozisyon gibi konularda da, cazı her türden tutucunun, püristin, fırsatçının eline bırakmamaya kararlı bir tutum sergiliyor Finkelstein. Hemen her konuyu Marksist bir perspektiften inceleyerek, sıra dışı çözümlemeler ve açılımlar teklif ediyor.

Küçümseyenler ve taparcasına abartanlar her iki kesimi de son kertede caza faydalı insanlar olarak görmüyor Finkelstein. Bir caz partizanı olarak, kendinden önce yazılmış tüm caz kitaplarıyla hesaplaşıyor mezhepçileri, züppeleri ve muhafazakârları elinin tersiyle ringin dışına itiyor. Cazı sadece basit ve şahsi bir protesto aleti olarak gören kısır görüşlere de karşı çıkarak, caz tarihinin ırkçılık karşıtı demokrasi mücadelesiyle sıkı sıkıya bağlı olduğunu vurguluyor. Bu müziği halen çözüm bekleyen bir konudan hareketle, dünya müzik sanatının ayrılmaz bir parçası olarak, hak ettiği yere yerleştirmeye çalışıyor.

Yazıyı Finkelstein’in önsözünden bir paragrafla bitirelim: “Bugün gerekli olan bir partizanlık var. Bu hem popüler müzik, hem de konser müziği dünyasını kaplamış bir durumda bulunan samimiyetsizliğe, müzikal fikirlerin kaşarlanmış taklidine ve aşırmacılığa, insan dehasının kötüye kullanılmasına ve mahvına karşıt olan partizanlıktır”.

Aradan 65 yıl geçmiş, ama sanki bugün söylenmiş gibi, değil mi? Evet, caza ve o partizanlara bugün daha fazla ihtiyaç var...

([email protected])