Caddeye tüneyen göçmen leylek

Tünel’de tramvay durağından söylese, Taksim meydanından duyarsınız.

Öylesine davudi, öylesine güçlü ve etkileyici bir sesi var ki, her yankıda adeta bir Ramazan topu gibi patlıyor İstiklal Caddesi kalabalığının üzerinde.

Konfetiden fırlamışçasına yayılan binlerce minik ses dalgası, her biri başka başka ifadeler taşıyan insan çeşidinin üzerine dağılıyor sonra, özel bir mutluluk anının sembolü gibi.   

Şayet öğleden sonraki saatlerde yolunuz buralardan geçiyorsa, dikkatinizi çekmemesi olanaksız. Kathe Kollwitz desenlerinden kopyalanmış kadar acıyla güçlenmiş görünen bu tabloya bir kez bakmanız, o etkileyici şarkılarından birini birkaç nota olsa dahi duymanız kâfi, bir daha unutmamak için.

Kolunun altından başlayıp pantolonunun katlanmış sağ tarafında mola veren, yolculuğunu bir ayak gibi kaldırım taşında noktalayan yaslandığı koltuk değneği, en belirgin eşyası. 

Aslında göğsüne bastırdığı yadigâr Parrot marka kırmızı akordeon belki de yegâne sermayesi; tabii bir de hayat karşısında yenilgiyi kabul etmemiş geniş yüreği ve benzersiz sesi.

***

Flütü yok, şüphesiz virtüözlük ve tek ayak üzerine tüneme konusunda da Ian Anderson ile yarışamaz, ama sesiyle herkese şapka çıkartır.

Para verdiğinizde başını öne doğru eğer belli belirsiz; verdiği selamla teşekkür eder ve hafifçe gülümser. Hemen anlarsınız minnettarlığını; ihtiyaç sahibi olduğunu, ama bunun için ucuz duygu sömürüsüne ve samimiyetsiz vücut çalımlarına tenezzül etmediğini. 

Yanında nadiren karısı ve çocukları da görülür, sevecen gözlerle ocaklarının direğine hayranlıklarını belli eder vaziyette onu seyrederken, ama katiyen durumları trajik olarak algılansın diye değil. Onlar sadece kaldıkları otel odasının oksijensiz havasından, ışıksız duvarlarından bir nebze olsun kurtulup gezmeye çıkmışlar ve o esnada babalarını görmek istemişlerdir.

***

Adı Florin. Çingene. Romanya’da doğmuş, güneyde Ploiesti adı verilen kalabalık bir sanayi bölgesinde.

Henüz 36 yaşında, 12 yıldır da akordeon çalıyor. Roman halk şarkıları söylüyor; babaanne ve dedesinden öğrendiği.

Onuncu sınıfa kadar okumuş, ardından bir meslek okuluna devam etmiş, motorlu araçların mekaniği üzerine eğitim almış. Ancak fiziken bu işi yapması olanaksız.

Sağ bacağını bir tren kazasında bırakmış, kökünden. Küsmemiş, yılmamış; bir protezin her şeyi geri getireceğine olan inancını hiç kaybetmemiş. Ancak ülkesinde bu işin maliyetinin 3.000 Euro olduğunu öğrendiğinde, daha ucuza çözebileceği bir yer düşünmüş. Kalkmış, tüm aileyi toparlayarak 2012 yılında gelmiş Türkiye’ye, bir protez bacağın ümidiyle.

Şimdi elinde pasaportu, Eminönü’nde Küçükpazar’da konforsuz bir otelin, tek göz kırık dökük odalarından birinde kalıyor; biri kız dördü oğlan beş çocuğu ve eşiyle birlikte. Eşinin ne işi var, ne de mesleği. Zaten iş bulsa ne olacak? Onca çocuğa kim bakacak?

***

Muhiti, Galeri Salt ile Çiçek Pasajı arası; çizgiyi geçmiyor, kalabalığın zıvanadan çıktığı Taksim’e doğru uzanan bölgeye adım atmıyor. Öğle vakitleri geliyor, fazlaca karanlığa kalmadan gidiyor. Ne de olsa bekleyenleri var.

Sadece “Selamünaleyküm” ile “İyi Günler” arasına sıkışmış birkaç kelimeyle de olsa konuşmaya çalışıyor yanına yaklaşanlarla. Arada hatırını soranlara gülümsemeyle karşılık veriyor; hatta “Sen de Maşallah ” diyerek iltifatta bulunuyor.

Zaman içinde ahbap olmuş, dükkânının önünde çaldığı esnaflarla. Olmayan Türkçesiyle, hepsinden öte el kol hareketleriyle anlaşmayı becermiş. En azından sigara, olmadı ateş istemeyi öğrenmiş.

İçtiği sigaranın etkisiyle kararmış dişlerinin eksikleri arasından fırlıyor kelimeler. Bir açılıp bir kapanan dudaklarından yankılanıyor sesi, caddenin gürültü terörünü bastıracak kadar cesur.

Rastladığınızda boş geçmeyin, bir şarkı dinleyin ve cüzdanınızın yeşilleri müsait değilse de, cebinizdeki madeni yuvarlakları atıverin, önündeki ayakkabı kutusunun içine. Bilin ki, otelin günlüğü ödenip, peynir ekmek alındıktan sonra şayet geriye bir şey kalmışsa, kumbaranın içinde protez için birikenlerin içine yuvarlanacaklar. 

Fiziki yoksullukla gönül zenginliğini birleştirmiş bir görüntü içinde dikiliyor Florin, yağmur çamur, kar kış demenden. İstiklal Caddesi’nin etten kemikten heykellerinden biri O; tek ayağı ile tünemiş göçmen bir leyleği temsil ediyor. Mevsimi gelince göçecek, bacağı yerine takılınca ailesiyle birlikte kalabalığın arasına karışacak ve o masallardaki sıcak ülkeye uçacak.