Blues müziğinde bir kanaat önderi (*)

Memleketin en büyük J.J. Cale manyağı sanırdım kendimi, Eyüp İblağ’ı tanıyana kadar. Ne gaflet, oysa benim tüm yaptığım plaklarını toplamak, birbirinin peşi sıra defalarca dinlemek ve sevdiğim insanlara tavsiye etmekle sınırlıyken, bu konuda ancak nallarını toplayabileceğim bu adam, yıllar önce ustayı -evet, sadece ustayı- buraya getirebilmek için organizasyon şirketi kurmuş.

Caz Festivalinin adı İstanbul Festivali o zamanlar. Bizimki de konser kaçırmıyordu kardeşi Turgut ile. Bi heves! Taptığı müzisyeni getirmek arzusuyla ofisinin kapısını çalmış, festivalin başında bulunan Aydın Gün’ün. Onayı alınca sadece bu iş için bir organizasyon şirketi kurmuş, ama nereden bilecekti ki baba konser monser vermek bi yana, evinden dışarı adım atmıyordu. Israrlardan bunalan menajeri en son “Japonya’dan 1 milyon dolar karşılığı yapılan 10 konserlik teklifi bile reddetti. Dünya malında yok gözü, münzevi hayatı seviyor ve elini paraya sürmek istemiyor” deyince umudunu kesti tekmil bu sevdadan.

Yıllar geçtikçe nice dev müzisyeni buraya getirecekti Eyüp, sloganı iyi müzik olan Major Müzik çatısı altında, bir tek sevdalısı olduğu J.J. Cale hariç.

***

İlk konser Ian Gillan’a nasip olmuştu, 30 Ocak 1992 tarihinde. Gitarda Steve Morris, basta Brett Bloomfield, davulda Leonard Haze’in yer aldığı “Toolbox” turnesi günleriydi.

Pozitif’ten Ahmet Uluğ vardı ankesörlü telefonun diğer ucunda: “böyle bir teklif geldi, ama biliyorsun biz sadece caz ve dünya müziği yapıyoruz, sen düşünür müsün?”

Fiyatı 7000 dolardı. Hemen Ay-Yıldız’da müdür olan abisini aramış, kendisini çok seven patronu Levent Çebi’den randevu almıştı. Konuşma çok kısa sürdü: “kaç para lazım sana” sorusunun ardından, çekmecesini açarak eline nakdi saymıştı Eyüp’ün.

Lütfi Kırdar’da kar-kış-tipi, o feci günde 4500 bilet kestiler, ama içeride 10.000 kişi vardı. Henüz tam bir çaylaktı, korsan bilet basılmıştı, bir de hiç bilmediği back-line masraflarını karşılamak zorunda kalınca ilk konserden zarar etmiş, ama iyi bir hayat ve iş dersi çıkarmıştı.  

İki yıl iş yapamadı Gillan konserinden sonra, zamanı belini doğrultmakla ve bu işin inceliklerini öğrenmekle geçirdi. 1994 yılında Aydın Gün CRR’in genel sanat yönetmeni olunca, vaktin yeniden geldiğini anladı. Zaten hiç pes etmemişti ki…

Getirmek istediği isimlerin listesiyle gitti, olumlu yanıt alınca kendine güveni yeniden geldi. 5 – 6 konser yaptı onlarla, artık azıcık da olsa para kazanıyordu. Aydın Bey dönemin belediye başkanı Tayyip Erdoğan ile anlaşamayınca görevi bıraktı. Tabii Eyüp için de bir sayfa kapanmış, ama Aydın Bey’in Yapı Kredi’de kültür-sanat’ın başına geçmesi bir başka fırsat yaratmıştı.

Yine teklif götürdü ki bu kez isimler daha heyecan vericiydi. Açık havada Fish, Coco Taylor konserlerine imza attı. Burada son konseri Ben Harper olmuştu. Mekâna gelmek üzereyken yolda duyduğu bir kadın halk müziği şarkıcısını konsere davet etti Harper, mihmandarı Murat Ertel aracılığıyla. Sonlara doğru sahneye çıkardı, türkü söyletti, kadının yanındaki yerel müzisyenlere çaldırttı. Yöneticiler biraz da “avam” buldukları bu kendiliğinden gelişme karşısında mırın kırın ettiler ve uzayan tatsız tartışma işbirliğinin iptaliyle noktalandı.  

***

Anne Kırım Türkü, baba Trabzonlu, altı kardeşler. Müziği en büyük abi aşılamış Eyüp’e; Sweet, Slade, Animals severmiş en çok, ama ilk kez Jesus Christ Superstar’dan etkilenmiş.

Kabataş Erkek Lisesi mezunu, sonra da Uludağ Üniversitesi’nde Turizm ve İşletmecilik Bölümü’nü bitirmiş, 1986’da.

David Hatch ve Stephen Millwark adlarında Amerikalı iki ağır akademisyen tarafından yazılan “Blues’dan Rock’a – Pop Müziğinin Analitik Tarihi” kitabını askerde çevirmiş. Balıkesir’de havacı asteğmen olduğu için bol bol vakti vardı, zaten yapacak daha da iyi bir işi yoktu.

Çeviri askerlikle aynı günlerde bitti, ertesi yıl Orhan Kahyaoğlu’nun patron olduğu Korsan Yayınları tarafından basıldı. İyi sattı, ikinci baskıyı yaptı, tam üçüncüsünü yapacakken yayınevi battı.

Müziğin kültürel kısmı çok ilgisini çekiyordu; sade bir dinleyici olarak kalmaktansa çeviriler hayatının bir parçası olsun, kitaplarıyla katkı yapsın istiyordu. Bundan amaç kesinlikle para kazanmak değildi, zira Beşiktaş’ta bir büroda yeminli mütercim tercüman olarak çalışıyordu zaten.  

1997’de Bostancı Kültür Merkezi’nde yaptığı iki ayaklı Therapy! konseri, sponsorsuz bir işin nasıl kurtulabileceğini öğretmişti ona, ama hemen öyle parayı cebe indirmek yok bu işte; Ankara ayağının zararını ilk konserin kârıyla kapatmıştı.

Bir yıl sonraki aynı yerde yaptığı Alan Parsons konserinden az da olsa para kazanabilmiş, ama esas sevinci o gün aldığı fakstaki teklif olmuştu. Makineden çıkan kâğıda “tanrım bu bir rüya olmasın lütfen ya da münasebetsiz bir arkadaşın soğuk şakası” diye baktı: “Jimmy Page & Robert Plant konseri yapmak ister misiniz”?

***

İki gece üst üste Bostancı Kültür Merkezi’ndeki konser bir kuşak için torunlara anlatılacak cinsten gerçek efsaneydi. Bir de “sıradan bir öngrup” istemişlerdi: Nekropsi…

Topluluk iki gün önce geldi İstanbul’a. Plant ise bir yıl önce Ekim ayında gizlice İstanbul’a gelmiş, gece mekânlarını gezmiş, belli başlı bir iki yeri bellemişti. Kemancı’ya gitmek istediklerini söyledi, bunun üzerine Zeki’yi aradı Eyüp. Güvenlikler eşliğinde - Plant’ın damadı olan davulcu Michael Lee (ki bir süre sonra vefat etti), basçı Charlie Jones, bir de mellotron çalan klavyeci Ed Shearmur- tam kadro içeri girdiler, hafta içi bir Salı gecesi, içerde en fazla 10 - 15 kişi var, sahnede de genç bir topluluk.

Habire ceple konuşan Plant, daha önce tanıştığı birinin yanına gitmek için ayrılınca, Zeki yanlarına gelerek sordu: “rica etsek çalmazlar mı?”

Kırmadılar, sahneye çıkıp “Johhny B. Goode” çaldılar, şarkıyı da o gece sahnede bulunan Kronik topluluğunun solisti -tek kelime İngilizce bilmeden yıllarca atmasyon sözlerle şarkı söyleyen- Burak söyledi.

Ertesi gün İstiklal Caddesi’nden Led Zeppelin korsan CD’lerini aldılar, hatta kendilerini tanımayan satıcıyla pazarlık bile yaptılar, dalgasına. “Bunları etrafımı saran kızlara veriyorum, gerçek sanıyorlar” diyen Page, birkaç çakma Rolex aldı.

Hava kararınca Plant geçen gelişlerinden birinde keşfettiği bir yere davet etti herkesi. Adı Karadeniz Müzikhol, kapısında yaşı hafif geçkin, tombulca kadınların dikildiği beşinci sınıf bir pavyon, ara sokaklarda bir yerde. İçeride Laz amcalar sahne almış, kemençe çalıyor; herkese bira ısmarlayan ve garsonlar tarafından “hoş geldin abi” diye müşteri olarak hatırlanan Plant eğilerek yanındakinin kulağına fısıldadı keyif içinde: “işte gerçek müzik bu, biliyor musun Eyüp”.

İzdiham içinde geçen Page & Plant konserini izleyen meraklı tiplerin dikkatinden kaçmamıştır; bunların birinde Page solo aralarında koştura koştura içeri gidip geliyordu. Kapalıçarşı’da bir seyyardan yediği kokoreç nedeniyle motoru bozmuş, habire tuvalete taşınmak zorunda kalmıştı.  

***

Hayalleri birer birer gerçekleşiyordu Eyüp’ün, hem de giderek büyüyen bir biçimde. Ian Gillan Deep Purple’a dönmüştü. Bu gitarcı Steve Morse’un çaldığı ilk turneydi ve tabii ki ilk teklif Eyüp’e geldi. Turne İstanbul’dan başlayacaktı. O artık misafir ettiği müzisyenlerin yakın arkadaşı ve güvenilir dostlarıydı. Birkaç kez gerçekleştirdiği Jethro Tull konserleri münasebetiyle Ian Anderson ile de ahbap-çavuş olmuş, yurt dışına çıktığında görüşür hale gelmişlerdi.  

Birkaç gün süren konaklamalı festival fikrinin bu topraklardaki gerçekliğini kurcalayan ilk tiplerdendi Eyüp. Sadece bunun için Reading’e gitmiş, tanıdığı müzisyenlerin yardımıyla sahne arkasını gezmiş, elden geldiğince modellemeyi planlamış, ama memlekette hiç örneği olmayan bu işi yapmak için hiçbir sponsoru ikna edememişti, Woodstock mı yapacaksın? deyip gülüşüyorlardı. Nitekim ilk deneme başkalarının başına patladı; H2O festivali…

Eyüp ise en büyük maddi hasarı üç günlük 2005 Rock Republic konserinde görmüştü. Kesilen 2.200 bilete karşın içerde 10.000 kaçak ve korsan biletli vardı. Yapacak hiç bir şey yoktu; yanında çalışanların attığı kazıklar da memleket gerçeklerine dâhildi.

Maddi hasar telafi ediliyor da, bunun manevisi fena. Mesleğinde bu duyguyu ise ilk kez uzun süredir peşinde olduğu Roger Waters macerası ile tatmıştı. 2005 yılında gelen bir faksla umut vermişti, bir yıl sonra “Dark Side Of The Moon” turnesi başlayacak ve teklif isteniyordu. Yeşilli bir banka bütçenin büyük kısmını da kabullenmişti, ama bu işi almak için araya giren bir tanıdık (!) hem sponsora hem menajere ilettiği olumsuz yorumlarla tekere çomak sokmuştu.

Sadece 33 bilet satıldığı için bir hafta kala iptal ettiği Motörhead konseri bir yana; Ankara Saklıkent’in açılışına Syro Gyra getirdi. Eskişehir’e mucize bir konser yaşattı Soft Machine ile 2004 yılında. Mike Stern bu ülkeden ilk Eyüp’ü tanıdı, organizatör olarak, Pozitif’ten yıllar evvel. Keza Robben Ford, John Mayall, David Knopfler, Bill Bruford, Carl Palmer, Adrian Belew, Adam Cohen ile onun sayesinde tanıştık, plaklara imza aldık. Tek konser için gelen Elvin Jones, ikinci geceyi geliri 17 Ağustos depremzedelerine verilmek üzere hediye etti.

Hepsinden para kazanmadı, gün geldi battı, ama işini keyifle ve sevdiği müzisyenleri burada görmek için yaptı Eyüp. İnadı inat; bir gün mutlaka o J.J. Cale konserini de yapacak, bulutların üzerinde olsa da. (**) Ben de plaklarımı imzalatacağım Eyüp’ün yancısı hayran olarak, kefene cep icat ederlerse tabii…

 


(*) Müzik tutkusunu mesleki kazançla sınırlı tutan, sistemin çarklarının arasına sığınmış zamane fırsatçılarından biri değil Eyüp. Organizasyon, book ve -Bulutsuzluk Özlemi ve Bülent Ortaçgil münasebetiyle çok kısa süren- menajerlik dışında işin misyonerliğini de ihmal etmeyen bir divane olarak; kısa süren çevirmenlik ve Stüdyo İmge’deki yazarlık denemesini saymazsak, Hür FM ve TRT3’teki istikrarlı radyoculuğu hatırlıdır. Blues müziğinin kanaat önderi sıfatı, kendisine TRT3’te yapımcı olduğumuz devirde tarafımdan takılmıştır.    

(**) J.J. Cale 2013 yılında vefat ettiğinde, epey bir başsağlığı mesajı almıştı Eyüp.

Murat Beşer ([email protected])