Atlantis’ten Gelen Adam

Haliyle uzun saçlı, ne de olsa rakçı, hem de sert çocuklar koğuşundan. Ufak tefek, sarışın ve renkli gözlü, bu yanıyla turist gibi. Sürekli gülerek konuşuyor, heyecanlı ve bıcır bıcır, bu haliyle bizden biri.

Kimileri onu “Atlantisten Gelen Adam” olarak tanıyor, 2001 yılından beri çıkardığı (dört sayı fiziki baskı yapan internet yayını) Deli Kasap dergisinin editörü sıfatıyla yazdığı sözünü esirgemeyen müzik yazılarından. Metal camiasının bir elin parmaklarını geçmeyen sayıdaki sosyalistinden, rock müzikle Marksizm’in buluşup buluşmayacağını tartan biçen, müziğin devrimci yanına kalem sallayanlardan biri.

Atlantis’ten gelip gelmediği tam olarak bilinmiyor, ancak ailesinin kökleri Adapazarı’na kadar uzanıyor. Kendisi ise olay mahallinde, İstanbul’da doğmuş, 1974 yılında. Doğma büyüme Beşiktaşlı, ezelden beri Çarşı taraftar grubunun bizzat içinde.

Anadolu Üniversitesi’nde işletme okumuş, ama kendini farklı konularda yetiştirmiş. Liberal sevmez halk çocuğu gerici resmi ideolojinin tulum çıkardığı, vahşi küresel kapitalizmin ayakları altında ezilen emekçilerin tüketimin hayalleri altında yaşatıldığı doksanları bizzat damardan hissetmiş kayıp kuşağın has mensubu. Ancak tahmin edileceğinin aksine, hiçbir kötü huyu olmamış, arada bir birkaç bira içmek dışında hatta tam bir sağlık düşkünü.

İstanbul müzik camiasının haylaz ve sevimli çocuğu Murat Arda’nın hikâyesinin ayrıntıları, şimdi kalınca bir romanın sayfaları arasına gizlenmiş. Bu çarpıcı sahneleri idrak edebilmek için sonuna kadar doğru anlamamız gereken kişinin adı Pelin.

***

“Pelin” Murat’ın ilk romanı, daha doğrusu Kara Roman’ı. Belki de bir romandan fazlası. Fazlalığı şurada: tüm sınırda yaşayanlar sanki sözleşmiş biri burada toplanmış. Ne var ki, sadece ve sadece “delilerin, felaket tellallarının, ecinnilerin, hastane kaçkınlarının, sapkınların, hayat arsızlarının, hayvanetiyemişlerin, löpoğlanlarının, gulibiklerin, yatacakyeriolmayanların, mantaratoların, iblislerin, şereflerin ve uyumsuzların” içinden gelip geçtiği bir roman değil “Pelin”.

Toplumun dışına itilmiş bir kayıp kuşağın hikâyesinin arka planından dönemin kültürel, toplumsal ve siyasi olayları da gelip geçiyor, inceden. Turgut Özal’ın parmağından vuruluşu, Uğur Mumcu’nun ve Musa Anter’in öldürülüşü, Sivas katliamı, Papa’nın Mehmet Ali Ağca tarafından vuruluşu, Bosna Hersek katliamı duvara yansıyan silik bir görüntüden akıp giderken Karadeniz’e Rus kadınları akın ediyor.

Köprüaltı tarihe karışırken, yeni Kemancı’da (yanı sıra Mojo, Gitanes) ucuz bira içip kafa sallanıyor. Nirvana, Pearl Jam, Soundgarden, Bon Jovi, Guns’n Roses, Iron Maiden, Metallica, Motörhead ve Slayer’ların yıkıcı, acımasız ve kulak patlatan şarkılarıyla barları inlettiği zamanlar yani.

Teşvikiye Camii önünde kitap ve kaset tezgâhı açan rakçılar, Bilsak Kafe’de punk konserleri, Kurt Cobain’in intiharı, Beyoğlu’nun işkenceci polisleri, medyanın satanist yalanları, Ortaköy’de Duman’ın emekleme yaşları, Murat Çekem ve Cenk Taner şarkıları hepsi cirit atıyor sayfalarda.

Murat’ın yaptığı iş ise tanık olduğu olayları, muhatap aldığı kişileri, bulunduğu ortamları çarpıcı bir gerçeklikle, yalın bir dürüstlükle, acımasız bir toplumsal eleştirellikle yan yana getirmesi, bu resmigeçit töreninin önünde.

***

Aslına bakarsanız “Pelin”i yazmak için fazlaca temiz biri Murat. Feleğin çemberinden tam olarak geçmemiş, ama etrafında dolanmış, bir de çapını ölçmeyi ihmal etmemiş.

Üç tarafı din baskısıyla çevrili bir yarımadada büyümüş denize açılan tarafı, şahsi bir Rönesans hikâyesi, tıpkı romandaki Can Sancak gibi. 18 yaşına değin alnı secdeden kalkmamış, o nedenle İslam lügatine hâkim. Kitapla Murat’ın yaşamı ve karakteri arasında pek çok konuda paralellik var eklektik bir dil, biraz da argo, ama kesinlikle sıkıcı ve monoton değil.

Beşiktaş sahilini gören bir çatı katında otururken, yıllarca penceresine gelip camını tıklatarak ilgi isteyen kuş şimdi yok, ama yeni taşındıkları evinde başka kuşlar penceresine gelmeyi yine sürdürüyor, çünkü biliyorlar onun Can gibi nesnelerle ve hayvanlarla konuştuğunu hatta evin içine girmelerine izin verdiğini.

Artık haftada bir Beyoğlu’na çıkıyor önce Lades’in pahalı olmayan dükkânında pilav üzeri tavuk yiyor, ardından yoksul ailelerden gelen öğrencilerin ve işçi sınıfının müdavimi olduğu Rock’n Rolla’da ucuz birkaç bira atıyor, son olarak gece boyu DJ’lik yapacağı mekâna Bohem Cafe’ye geçiyor.

Bir de geçenlerde Kemancı’nın hararetli günlerinde abim dediği, edebiyatımızın bilimkurgu şövalyesi yazar Zühtü Bayar’a son arzusu üzerine verdiği sözü yerine getirmiş, rahmetlinin öz yeğeni ile mezarına rakı dökerek.

Şimdi Pelin fırtınasının sürüklediği yerde (belki de Atlantis’te) yaşıyor Murat, onun yalnızlaştırıcı çokluğu altında…
[email protected]