Apaçi Ayhan ve Alman Okulu 3

Akmar ziyadesiyle karanlık bir yer. Güneş ışığından nasibini alamayan dükkânlar ampulleri elverdiğince aydınlanır burada.

Şayet puslu bir loşlukta uzanan koridorun sahaf kakafonisini geçip Atlantis’e ayak basarsanız, önce içeriyi boş sanırsınız. Sonra biraz dikkatlice baktığınızda soldaki uzak köşede, katlanmış yerlerinden açılarak bir kalkan haline gelmiş Hawkwind (Warrior On The Age of Time) plağının altında, açık vaziyetteki dizüstü bilgisayardan yüzüne yansıyan ışık sayesinde bir karaltının kıpırdadığını fark edersiniz.

Siz kolaylıkla fark edemeseniz de, Apaçi Ayhan aldığı stratejik pozisyonla tüm dükkânı göz kontrolünde tutar buradan; ne de olsa, bir Apaçi’nin arazi hâkimiyeti kusursuz olmak zorundadır.

Mor ötesi ışınlarla bakarcasına algılar sizi, müzikle münasebetinizin röntgenini çeker, muhabbet faslına geçmeden muradınızı yüz mimiklerinizden okur. Ola ki dediklerinizi önemsemedi ya da hoşlanmadı; fark etmez, doğru bildiklerini aşılama konusunda bitip tükenmek bilmeyen bir enerjiyle konuşur, bir de hep gülümser. Gençliğinin en iyi gitar solosu atan müzisyenlerini, az bilinen Kraut topluluklarını öğretmekten dört köşe olur.

Yalnız öğretmekle kalmaz Apaçi, yanına uğramayı bir kıraathane keyfiyetine dönüştürmüş gençlerden de Spiritual Beggars, Opeth gibi sonraki kuşak metal topluluklarını öğrenir, onlar arasından gitarına kuvvet olanları çıkınına ekler. İşte bu ilişkidir Apaçi’yi kuşaklararası kült bir figür haline getiren.

***

Apaçi Ayhan dediğin yaşamını müziğe, kendi gibi duyanlara, elindekini avcundakini paylaşmaya, sosyal medyadaki kızlarına ve oğullarına adamış federal bir mahkûm, hani şu ünlü Alkatraz Kuşçusu filmindeki Stroud gibi. Siz ona Akmar Kuşçusu ya da Alkatraz Plakçısı da diyebilirsiniz, fark etmez; her halükarda pasajın Burt Lanchester’ıdır O. Hem sonra o kadar yalnız bir adam olduğu iddia edilemez, en azından bizim kuşçuya göre. Gönül trafiğini boşverin, ama en azından gönlü zengin, muhiti kalabalık.

İşte en yakındakilerden biri Sedat (Özdoğru), göbek adı Tuğçe, Atlantis’in Feto Gomez’i (Telly Savalas). İki günde bir mutlaka, iki eli kanda olsa uğrar, uğramazsa hayatından endişelenip ararlar.

Her üç kelimesinin arasına mutlaka “falan filan” sokuşturarak konuşan, dünyalar tembeli bir adam, o kadar da sempatik. Cebindeki paraya acımadığı tek yer lokanta. Nadiren de caz plağı alır, ucuz bulursa. Dediğine göre müzisyen olsaymış davulu seçermiş.

Pasajdaki turu rutin; aynı dükkânlara aynı sürelerle uğrar; üç aşağı beş yukarı aynı şeyleri konuşur. Dâhil olduğu konulara sohbetlere fıkraları ya da esprili yaklaşımıyla katkı yapar. Özellikle söz konusu olan bir caz plağı ise mutlaka ciddiye alınacak birkaç cümle kurar.

Hal böyle olunca, Apaçi’nin hayatındaki hapishane müdürü Shoemaker’ı (Karl Malden) ise, statüsüne münasip şekilde Atlantis’in patronu Tansel Tetik oynar.

***

Emeklilik kapıyı çaldığında da ayrılamaz pasajdan Apaçi. Yıllar yılı sabah akşam kilidini çevirdiği yuvadan uçmak içini burksa da, pasaja dâhil kalmak avutuyor onu. Hemen karşı sırada (Bülent Koçoğlu tarafından önce müzik dükkânı olarak açılan sonra ağırlıklı olarak) tişört üreten ve satan Prene Müzik’e transfer olur.

Usta dövmeci (yanı sıra okuduğu fizik dışında her işe biraz bulaşmış bir atsız kovboy; amatör keyboardcu, biraz heykeltraş, azıcık dalgıç, hatırı sayılır motorcu, sağlam piizci) Güven Araz ile omuz omuza çalışır, sırt sırta içer. Tozlu konfeksiyon dağının ardında, tombul bira şişelerinin şıngırtıları arasında yaşıyordur artık. Yarım asra yaklaşan ömründe ağzına içki koymayan Apaçi, burada başlamıştı biraya. İdrar yollarında baş gösteren bir rahatsızlık nedeniyle doktor tavsiyesi ile.

Mamafih neyle teselli bulursa bulsun, müzik etrafında dönmeyen bir yaşantı harcı değildi Apaçi’nin, reşit olmayan çocuklara sattığı One Direction tişörtüyle huzuru bulması ise olanaksız.  

Artan günlük bira tüketimi ve mutsuz geçen beş yılın ardından Prene’den ayrılmış ve yuvaya dönmüştü yine; ancak bu kez kapıdan girerken elinde tombul, kahverengi bira şişeleri vardı. Zaten bir Apaçi namusu olarak gördüğü saçlarını kesmemek için dışarı çıkmayı aklından bile geçirmez. Dışarıdaki hayatın kendisi için Being There’in Bahçıvan Chance’inden farksız olduğunu o da bilir.

***

Tıpkı içki gibi yıllarca bilerek mesafeli kaldığı bilgisayara, internet âlemine, sosyal medyaya bu aralıkta sert bir giriş yaptı. Youtube sahillerinde plaklarına ulaşamadığı toplulukların video kliplerini avladı; avını facebook duvarlarında paylaştı, binlerce takipçisiyle, her boydan soydan arkadaşıyla. 
Kendisiyle gönül bağı kuran herkesi kızı ve oğlu olarak görüyor Apaçi. Akmar’ın tepesinde kara bulutların dolandığı “satanizm cinayeti” günlerinde olduğu gibi… Bir gazetecinin “kim çıkarıyor bu dergileri?” sorusuna verdiği yanıttaki “çoluk çocuk”, aslında öz evlatlarıydı onun. Yanıt ise babanın, üzerlerine yıkılmaya çalışılan suçtan mesul olmayan, saf ve temiz çocuklarına dair sahiplenmesi. 

***

Haftada bir izin yapıyor; ama mutlak surette facebook duvarına “Yarın gene yokum. Evde istirahat edeceğim. İnternet yok, aramak isterseniz dumanla ya da telefonla ulaşabilirsiniz. Beni özleyin, üzmeyin. Duvarımı temiz tutun, birkaç kişi hariç hepinizi seviyorum. Ertesi sabaha kadar hoşçakalın” yazarak sevenlerini durumdan haberdar ediyor.

Yıllardır annesiyle baş başa yaşıyor; tatil gününü masraf olmasın diye evinde geçiriyor. Arada çok sevdiği birileri konser verirse geceleri dışarı da çıkıyor, güneşin tepede olmadığı zamanların birayla neşelendirilmiş sosyal hayatına iştirak ediyor.

Pasajın oksijeni az, dumanı bol ikliminde bir ara yeniden rahatsızlanıyor. Göründüğü doktor tahlil istiyor. Neticesinde her tahlil sonrası doktor görüşmesinin klasiği ile karşılaşıyor: “sigarayı keseceksin”. Hem hazırcevap, hem lafını esirgemeyen bir adam Apaçi; üstelik ne derse desin, kızamayacağınız tipler vardır ya, onlardan. Hadisenin ciddiyetini “aman doktor bey, ç….. kesin, ama sigaramı kesmeyin” diyerek karşılıyor.

Şeyi dâhil ne bir yerini kesiyor Apaçi, ne de kes diyenleri ipliyor…

 

Murat Beşer ([email protected])