Halk için, halkla beraber-1

Bilindiği gibi, her şeyde olduğu gibi, toplumsal düzenlerde de sürekli bir değişme yaşanmaktadır. Bu değişimi doğuran şey, üretim araçlarındaki gelişmedir söz konusu değişme, var olan mülkiyet ilişkilerini zorlar ve sınıf mücadelesini hızlandırır. Tarihsel materyalizm, işte bu çerçeve içerisinde, sırasıyla ilkel komünizm, feodalizm, kapitalizm sosyalizm ve komünizm gibi beş ayrı toplum modelinin ortaya çıktığını ve çıkacağını savunur. Bu çerçevede, Batı’da 14-19 yy. arasında oluşan, Aydınlanma, Reform, Rönesans hareketleri ve Sanayi Devrimi sonucu oluşan burjuva, işçi sınıfı ve büyük ölçüde halkın katılımıyla burjuva demokratik devrimleri yapılmış ve kapitalist sistem burjuvazinin önderliğinde kurulmuştur. Ulus devletler de bu süreç sonucu tarihteki yerini almıştır.

Osmanlı İmparatorluğu’nda ise bu süreç yaşanmamıştır. Batı’dakinin aksine merkezi olarak kurulup fetihlerle büyüyen imparatorlukta ekonomi tarıma dayanmaktaydı. Halk “askeriler” yani sivil asker yöneticiler ve ulemalar ile “reaya” yönetilenler olmak üzere ikiye ayrılırdı. Osmanlı’da, tüm topraklar padişahın olup, sanayinin gelişmediği ticaretin gayrimüslimlere bırakıldığı bu toplumda doğal olarak, Batı’daki o dönem için ileriye yönelik gelişmeler yaşanmamıştır. Tam anlamıyla sınıfların da ortaya çıkmadığı bu toplumda, ilerici tek bir halk hareketi oluşmamıştır.

Asker toplama ve vergi alma dışında halkla hiç ilişkisi olmayan, askerleri (yeniçeriler) ve yöneticileri devşirmelerden oluşan Osmanlı yönetimi, şehzadelerinin ve saray çevresindeki imtiyazlı kişilerin çocuklarının en iyi hocalarla, en iyi okullarda eğitilmesini sağlamıştır, Daha çok tarımla geçinen. Anadolu halkının çocukları ise az sayıdaki mahalle mektepleri, Kuran kursları, tekke ve zaviyelerde, daha çok dini eğitim görmüşlerdir. Halkın bu şekilde geri bırakılması, bağnaz ve bilinçsiz yetiştirilmesi ise bir anlamda, giderek yozlaşan Osmanlı yönetiminin varlığının da garantisi olmuştur. Üzülerek söylemek gerekirse, halkın bir kesiminin bu durumu ise hala tam olarak aşılamamıştır

İşte bu nedenlerle Osmanlı’da yenilenme hareketleri, hep Batılılaşma olarak anlaşılmış ve 18. yüzyılın sonlarından itibaren önce saraydan, sonrasında ise sivil, asker, bürokrasi ve aydınlardan gelmiştir. Ülkemiz siyasi tarihinde, sivil, asker, bürokrat, aydın kadroların, halkı, geri ve eğitimsiz bularak, düzeni değiştirmek için ve son tahlilde hep askerlerle (zinde güçler!) devrim yapmaya yönelik hareketleri önemli yer tutmakta, hala da önemini korumaktadır. Kadro hareketleri denen ve sonuçta “halk için halka rağmen” diye adlandırılan felsefeleriyle düzeni değiştirip, daha adil ve ilerici bir düzen yaratmaya yönelik bu hareketler, hep hüsrana uğramış, halka ulaşamamış, sol hareketlere ve halkımıza 12 Mart ve 12 Eylül’de olduğu gibi çok önemli bedeller ödetmiştir.

İşte bu anlamda, Osmanlı’nın son dönemlerinde, Batı’daki özgürlükçü ve ulusçu hareketlerden esinlenen Osmanlı sivil-asker aydınları ve talebeler İttihat ve Terakki partisini kurmuşlardır. Meşrutiyet idaresini, hürriyet ve eşitliği amaçlayan 1908 de 2.meşrutiyeti, ilan ettiren bu hareket, iktidara gelmesiyle, Almanlarla flörte başlamış ve ülkeyi savaşa sokmuştur. Osmanlıcılıkla başlayıp Türkçülüğe sarılan bu hareket, Batılı devletlerin kışkırtması sonucu da olsa, başta Ermeni Tehciri olmak üzere, milliyetçi(!) uygulamalarıyla, bu gün hala acısını çektiğimiz şekilde, ülkede yaşayan halkların ilişkilerinde ciddi yaralar açmış ve resmi olarak Osmanlı’yla birlikte son bulmuştur.

1. Dünya Savaşı sonrasında, Mondros Bırakışması ile imparatorluk tamamen tasfiye edilip, işgal edilen ülkede Türklere Anadolu’da ufak bir toprak parçası bırakılmıştır. Bunun üzerine, Mustafa Kemal’in önderliğinde, eski İttihatçılar, dağılan ordunun subayları, eşraf az sayıdaki aydın ve maceraperest çetelerin bir araya gelmesiyle Kurtuluş Savaşı’na başlanmış, Kurtuluş Savaşı sonucu, saltanat ve halifelik kaldırılarak, Cumhuriyet kurulmuştur. Bir anlamda, ittihatçılar, devleti yıkarken, Atatürk ve arkadaşları, bağımsızlık savaşı sonucu, yepyeni bir devletin, Cumhuriyet’in kuruluşunu başarmışlardır.

Cumhuriyet’le beraber Osmanlı devleti tasfiye edilmiş ve İzmir İktisat Kongresi’nde belirtildiği şekilde, kapitalist sistemi oluşturmak için devlet eliyle sermaye birikimi ve sermayedar yaratılmaya başlanmıştır. Bu çerçevede birçok yazımda belirttiğim gibi, bugün AKP’nin hovardaca sattığı, binlerce sanayi, finans vs. kuruluşlarının oluşumu tamamlanmıştır.. Bunun yanında, her alanda daha çok Batı’nın kurumları dikkate alınarak reformlar yapılmıştır. Çanakkale Savaşı’nda genç ve dinamik insanlarının çoğunu kaybeden ülkede, 1923’te 12-13 milyon nüfusun sadece yüzde 10’u okuryazardır. Sosyal ve kültürel altyapısına uygun düşmeyen bu reformları kabullenemeyen halkın yapısına da uygun en önemli uygulama Köy Enstitüleri’yken, Enstitüler yine CHP tarafından kapatılmıştır. Ayrıca, Atatürk’ün kontrolünde kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka da bir süre sonra halkın yapısına uygun olarak Cumhuriyet karşıtlığına dönüşünce, kapatılıp yöneticileri cezalandırılmıştır. Solcuların başına gelenler ise hepimizin malumudur.

Yazarın notu: Bu yazının, önceden planlanmakla birlikte, evvelki haftaki yazıma bazı BDP’lilerin attığı, RTE özentisi, ilkel ve ilkesiz tweet’lerle ilgisi bulunmamaktadır.