Çivisi çıkmak

Bu hafta, bütçe ve özellikle de son vergi zamlarından sonra bütçe gelirleri ile ilgili yazmak istiyordum. Ancak artık hayatımızın bir parçası haline gelen yolsuzluklar, kamu görevlileri ile ilgili operasyonlar ve AKP-CEMAAT yargısının artık itiraflarla da kesinleşen hukuka aykırı, politik kararları her iki tarafın müttefik bulma çabaları ve tuzağa düşenler nedeniyle ben de bu iğrenç gündemden kopamadım.

Her geçen gün midemizi biraz daha bulandıran bu gündemle ilgili çok şey yazmak mümkündür. Ancak her şeyden önemli olup pek de üstünde durulmayanı, ABD’den, milli(!) burjuvadan, ordudan, legal, illegal türlü çeşitli tarikat, cemaat ve İslami örgütlerden aldığı destekle iktidara gelen AKP’nin halkımıza verdiği en büyük zarar devleti yok etmek yani çivisini çıkarmak olmuştur.

Belki de devletin çökmesinden bile daha önemli olarak ülkemizde bir arada beraber yaşamanın olmazsa olmazı bireysel ve toplumsal güvenlik duygusu yok edilmiş, toplum tam bir sosyal çözülme içine girmiştir.

Aslında,12 Eylül’de hızlanmak üzere, 12 Mart’tan beri var olan bu çözülmenin genel nedenleri olarak öncelikle adaletsizlikler, sınıf ve tabakalar arasındaki gelir uçurumları, kuralsızlık, siyasi belirsizlikler, istikrarsızlık ve çatışmalar, işsizlik, enflasyon gibi nedenler, psikolojik ve kültürel faktörler de belirtilmelidir. Ayrıca dünyada küreselleşme olgusundan dolayı toplumsal güven uluslararası ekonomik ve siyasal olaylara, kriz ve gelişmelere de bağlı hale de gelmiştir.

Aslında 12 Mart’tan beri devam eden bu süreç içinde, küreselleştikçe daha da haksız hale gelen bu düzeni sürdürebilmek için insanlarımız ve dolayısıyla toplumumuz, kültürü birbirine yabancılaşıp, bölünen ve düşmanlaşan, ahlaki olarak dejenere olmuş, tamamen tüketmeye alışmış, çıkarcı, küçük hesapların peşinde koşan ve dürüst olmayan bir yapıya kavuşturulmaya çalışılmaktadır.Bunda da büyük ölçüde başarıya ulaşıldığı sanılırken Gezi eylemleri süreci başta biz solcular olmak üzere ezberleri bozmuş ve bir anda umutlarımızı ve mücadele azmimizi körüklemiştir.
Sonuna gelinen ama oldukça uzun süreceği anlaşılan bu oyunda, yasama, yargı ve yürütme organlarının hepsi de yasa dışına çıkmış, aralarındaki kuvvetler ayrılığı yok edilmiştir. Özellikle de haberleşme özgürlüğü yok edilerek yapılan soruşturmalar sonucu sabah operasyon yapılırken, öğleden sonra operasyonu yapanların görev yerleri değiştirilmektedir. Emniyet teşkilatı yargının emirlerini yerine getirmemekte, zanlılar kaçarken suç konusu olabilecek ve dolayısıyla el konulması gereken mal varlıklarını kaçırmaktadırlar. Binlerce kamu görevlisinin yerleri değiştirilmiş, görevlerinden alınmaktadırlar. En son hazırlanan HSYK tasarısında da görüldüğü gibi Anayasaya aykırılık alışkanlık haline gelmiştir. Artık devletin tüm teşkilatı harap edilmiş, kriz devlet ve rejim krizine dönüşmüştür.

Zaten devlet kavramı ve geleneğini bilmeyen, tarikatlarda, cemaatlerde yetişmiş dolayısıyla hayat bilgisi de olmayan devlet kadroları daha da kötülerine devredilmektedir. Bir zamanlar devletin temel kurumlarından olup, Cahit Kayra, Erhan Işıl, Z. Müezzinoğlu, Cemal Süreyya vb birçok devlet adamı yetiştirmiş Maliye müfettişliği sınavına girdiğim 1974’te, yazılıya 1500 kişi, sözlüye 9 kişi girebilmişken, 3 kişi kazanabilmemiz ve 1 saatten fazla süren sözlü sınavda, bilginin yanında tipimize, kültürümüze de bakılmasını yadırgadığımı hiç unutamam. Şimdi ceplerden çıkan listelerden yüzlerce kişinin alındığı devlet kurumları sınavlarında nelere bakıldığı ise üst düzey yönetici ve bürokratlarımızın görüntülerinden bile açıkça anlaşılmaktadır.

Bu ortamda, okur yazarlık oranı yüzde 10’dan az olan halkın, Osmanlı’dan gelen altyapı eksikliğini dikkate almadan ve solu da yok ederek, klasik deyimiyle, ‘HALK İÇİN HALKA RAĞMEN’ burjuva yaratmaya ve Batı kültürünü getirmeye çalışarak, eksiğiyle yanlışıyla da olsa bu devleti kuran CHP’nin, bugün taraflardan biri olan cemaatle ilişkisinin artık gizlenecek tarafı kalmamıştır. Üzülerek söylemek gerekirse, daha önceki yazılarımızda uyardığımız gibi ulusalcı dostlarımızın bir kısmı ise, ‘askerleri kurtarmak’ için olacak AKP ile işbirliği tuzağına düşmüşlerdir. Bugüne kadarki çizgisini beğendiğimiz Barolar Birliği başkanımızın birkaç günde düştüğü durum ise gerçekten yürekler acısıdır.

Bu kesim tarafından, 11 yıllık AKP iktidarının kanunsuzlukları, polis tarafından öldürülen ve katilleri dışarıda dolaşan gençlerimiz, haksız hukuksuz yargılamalarla perişan edilen solcu, ilerici insanlarımız unutulup, sorun sadece Ergenekon, Balyoz gibi soruşturmalara indirgenmektedir.Bu davalarda yargılanan subaylarımızın çoğunluğu, özeleştiri de yapmamış olan, AKP’yi iktidara getiren 12 Eylül görevlileridir. Solun görevi ise, tüm hukuk kurallarına aykırı şekilde yapılan yargılamalara karşı bunları da savunmak olup, gündemi buraya kilitlememek ve AKP’nin oyununu bozmaktır. Savunulabilecek tek şey bu kanunsuzluklar gerekçe gösterilip bir an önce çıkarılacak tek maddelik bir af yasasıdır. Taraflardan birisiyle uzlaşıp, meşruiyet kazandırmanın bunların suçlarına iştirak anlamına geldiği herkes tarafından bilinmelidir.

Ülkemiz gerçekten de acınacak haldedir. Irak ve Suriye gibi komşularımızın durumuna düşmek artık gerçekleşemeyecek bir kabus değildir. Geldiğimiz noktada, halktan yana olan, asgarisinden demokrasiyi savunan insanlarımızın yapması gereken hep söylediğmiz gibi suça batmış, ülkeyi bu hale getirmiş tarafların tümüne karşı mücadele etmek ve AKP İSTİFA sloganı etrafında birleşmektir.

Yaklaşan yerel seçimler öncesi, demokrasi mücadelesindeki boşluğu dolduracak tek güç SOL’dur. Bu bağlamda, bir taraftan SOL CEPHE ÖRGÜTLENİRKEN, buna paralel olarak Ankara’da oluşturulan güçbirliği doğru bir adımdır. Cephe daha da genişletilerek diğer illerde de, özveriyle, komplekse kapılmadan güçbirliği çalışmaları hızlandırılmalıdır. Bunun dışında sol adayların, iller ve beldelerdeki, şehircilikle ilgili, ilerici tüm meslek odaları ve STK’larla beraber şehirlerimizi yaşanır hale getirecek programlar hazırlamaları ve solun soyut bir kavram olmadığını, kent sorunlarına da çözüm getirebilecek tek güç olduğunu göstermeleri son derece önemlidir.

Artık, bırakın çivisi çıkan devleti, insanlarımızı bir arada tutan, bir toplum olmamızı sağlayan, 91 senede kazanılmış ne varsa yok olmaktadır. Solun önündeki program, klasik görevlerinin dışında olarak giderek genişlemektedir.Ancak bu noktadan sonra toplumsal değerlerimizi yeniden yaratacak, toplumu bir araya getirecek SOL’dan başka güç olmadığı da açıkça görülmektedir.