AB rüyası

Mete Gönenç'in “ AB rüyası” başlıklı köşe yazısı 16 Aralık 2012 Pazar tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Brüksel’in merkezindeki çok yıldızlı otelin lobisindeki kokteyle üç özel uçakla gelmişlerdi. Salonda 600’ü aşkın insan vardı. Bakanlarımız, belediye başkanlarımız, meslek odalarımızın, STK’larımızın yöneticileri, basın mensuplarımız hepsi oradaydı. “Meme Derneği” yöneticileri ile de orada tanıştım. Onlar da diğerleri gibi görevlerini(!) yapıyor, AB’ye katılım için var güçleriyle çalışıyorlardı.

Tahmin ettiğiniz gibi, bu sahneler 17 Aralık 2004 günü, benim de geçici görevli olarak katılma şansı bulduğum AB’nin başkentinde yaşanmıştı. İktidara gelir gelmez, her konuda olduğu gibi, AB’ye giriş konusunda da atak yapan anlı, şanlı AKP iktidarının çabaları ile, 1959 yılından beri kapısında beklediğimiz AB ile müzakereler tekrar başlamıştı. Tam üyeliğe çeyrek kalmıştı. O günden bu yana geçen sekiz yıl içinde ise, hepinizin bildiği gibi sonuç tam bir fiyaskodur.

Bir taraftan küresel finans kuruluşlarından sürekli aferin alan, borsası coşan, dünyanın en büyük 18 ekonomisi arasına giren ülkemiz ekonomisinin gelişmesi, iş AB’ye girmeye gelince, kriz içinde yüzen bu kuruluş tarafından nedense yeterli görülmemekte, “daha çok çalışmanız lazım” denmektedir. Ekonomiyi düzenleyen diğer yasalarda olduğu gibi, en son AB’ye uyum için çıkarılan Ticaret Yasası’nda da, önemli birçok değişiklik maddesinin geri alınması, yasanın kuşa çevrilmesi ise hala belleklerde tazeliğini korumaktadır. 800 bin sermaye şirketinden yarıya yakını “uyuyan”, ortada gözükmeyen, kayıt dışılığı çok seven ama yine de yakında dünyanın ilk 10 ekonomisinden biri olacak ülkemizde, emekçilerimiz, “acaba yarın şirketimiz kapanır mı, işten çıkarılır mıyız” korkusundan nedense hala uyuyamamaktadır.

Demokrasi konusu ise daha da ilginç. Bu konuda baştan bu yana ülkemize çifte standart uygulayıp, demokrasiyi, kendi çıkarları doğrultusunda belirlediği Kürt, Ermeni ve türban haklarına indirgeyen AB yönetimi bile, çıkarılan “demokratik” AB’ye uyum yasalarını yetersiz bulmaktadır. İnsan hakları açısından bizi 12 Eylül’den bile geri götüren Anayasa değişiklikleri, kısıtlanan işçi hakları, yargılanma sürecini bile hapiste geçiren insanlar, basına yapılan baskılar, bunlarla pek ilgilenmeyen AB’de bile hoşnutsuzluk yaratmaya başlamıştır.

Küresel finans düzeninin bir dişlisi haline gelip, kirli sanayiden kurtulma gerekçesiyle, yatırımlarını Güney Doğu Asya’daki ucuz işçilik cennetlerine ve faize kaydıran AB’nin en gelişmiş ülkelerinde bile, bugün işsizlik oranı yüzde 20’lerde seyrederken, genç nüfusta bu oran yüzde 50’lere çıkmaktadır. Kapitalizmin gelişme dönemlerinde yaptıkları muhteşem alt yapıya rağmen, bu yemyeşil ülkelerin eskisi kadar temiz olmadığı, insani ilişkilerin bile eskiye göre bozulduğu, küresel sermayenin girmesiyle sosyal güvenlik sisteminin çatırdadığı, kumarhane ve “sex shop”ların çoğaldığı, özellikle, barınma ve ulaşımda ciddi fiyat artışlarının olduğu çok net görülmektedir.

Sekiz yıl önce, Belçikalı bir sosyalist arkadaşıma, “biz AB’ye girer miyiz” diye sorduğumda, “Biz AB’yi İkinci Dünya Savaşı’ndan ders alarak, bir daha savaş olmasın diye kurduk. Bu konuda başarılıyız. Ancak ekonomide çok sorun var. Belçika, çalışan sayısının yüzde 75’i ile, sendikalı sayısının en çok olduğu ülke, bu yüzden çok hak elde ettik. Ama şimdi bunları geri alıyorlar. Siz çok büyük ve kalabalık bir ülkesiniz. Girmeniz söz konusu olursa, bizim hakları tekrar masaya yatırırlar. Daha da önemlisi, bu gerekçelerle Avrupa’da ırkçılık giderek yükseliyor” dediğinde, “barış konusunda bu kadar başarılıyken, Doğu Avrupa niye böyle parçalandı” dememiştim ama, diğer konularda gördüğünüz gibi oldukça öngörülü çıktı.

Liberal solcularımızın(!) “bize demokrasi getirecek” diye bekledikleri AB, henüz kendi anayasasını bile oluşturamamıştır. Tam üye olmak uğruna, başta Gümrük Birliği olmak üzere, ekonomimizi felç eden birçok antlaşmasını gözü kapalı imzaladığımız AB üyeliği artık rüyalarda bile pek görülmemektedir. Belki ders olur da demokrasiyi, gelişmiş batı standartlarını getirmenin zor ve zahmetli olduğunu, ancak bizim tarafımızdan verilecek bir mücadele sonunda mümkün olabileceğini anlarız! Ne dersiniz?