Yüzyılı Dörde Bölün

Bu benim yazılışının üstünden daha da uzun süre geçmiş bir şiirimin başlığı. Behice Boran’ın ölümünden bu yana ne kadar zaman olduğunu düşünürken aklıma geldi. Onun, çok eskiden, güzel edebiyat yazıları yazdığını biliyoruz şiirle ilgisi konusundaysa bende yakın tanıklıklara dayanan bir bilgi yok. Yine de bir şiirin başlığının, ona adanmış bir yazı için uygun düşmeyeceğini kimse söyleyemez ayrıca, ölümünden bu yana çeyrek yüzyıl geçmiş olduğuna göre, bu bakımdan da bir uygunluk var.

Bu süre boyunca onun hakkında yazdıklarımı toplasam küçük bir kitap olabilir mi acaba? Bunu kestirememekle birlikte, aynı sürede, çok farklı yerlerde yaptığım konuşmaların kaydı tutulmuş olsaydı, eminim, saatlerce sürdüğü görülürdü.

Bu konuşmalardan sonuncusunu, bu yılın ilkbahar günlerinin birinde, Ankara Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde yaptığımı hatırlıyorum. Şimdi, o gün söylediklerimi belleğimde geri getirmeye çalışarak, bir insan ve mücadeleci olarak Behice Boran için, bazıları başka dost yazarlarla ortaklaşa geliştirilmiş ya da onlardan esinlenmiş sayılabilecek, birtakım saptamaları yazmaya çalışacağım.

Bir: Boran için belki de ilk belirtilmesi gereken saptamalardan biri, onun gerçek bir yurtsever oluşudur. Sosyalizme yakınlaşmasının köklerinde belirgin bir damar olarak, bir yurtseverlik duygusunun bulunduğu söylenebilir. Hayatının ileri dönemlerinde de, eski bir deyişle ve daha çok bir zamanların sıradan ve inançlı müslümanları için söylendiği gibi, “imanından şüpheye düşmeden” yurtseverliğini öne çıkarmaktan çekinmemiştir. Çekinmemiştir, diyorum çünkü, bu deyişte sezdirilene benzer temelsiz ve güçsüz bir inancın sahibi olan bazı sosyalistlerin milliyetçiliğe kaymak yahut öyle görünmek korkusuyla yurtseverliğe soğuk durdukları, kimilerinin de öyle davranmayanlara düpedüz saldırdıkları çokça görülmüştür hâlâ da görülür.

İki: Onda belirgin biçimde gözlenebilecek bir özellik de bilime güvenme ve onu öğrenme, bilimde kendini geliştirme eğilimidir. Sosyalizme bağlanmasında bu eğiliminin etkisi kesindir. Buradan yola çıkarak bir bilim olarak sosyalizmi öğrenmek ve onu kılavuz edinmek gerektiği sonucuna ulaşmıştır, denilebilir. Sosyalizm mücadelesinin en başlarından sonlarına kadar bu yönelişini hep korumuştur.

Üç: Boran’ın içtenlikle benimsediği, bunun da ötesinde, ülkemizde başlıca simgelerinden biri durumuna geldiği bir başka düşünce, siyasal partinin dünyayı değiştirmenin en önemli aracı olduğudur. Ama, burada söz konusu olan, kendi deyişini hatırlamaya çalışarak yazarsak, partiyi incelenip gücüne bakılacak, beğenilirse girilecek, beğenilmezse uzak durulacak bir organizma olarak değil, güçsüzken de güçlendirmek için uğraşma sorumluluğu duymayı gerektiren bir siyasal araç olarak görmektir. Bu anlayışın karşıtına örnek olarak, Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’ndeki “kader arkadaşları”ndan biri olmuş Niyazi Berkes akla geliyor. Berkes’in başka türlü düşündüğünü “Unutulan Yıllar” başlıklı kitaptan biliyoruz. Berkes’in oradaki sözleriyle, sosyalistlik Türkiye’de ya “biri yer biri bakar kıyamet ondan kopar” türünden bir Hazret-i Ömer adaleti, ya çocukların “gelin-güvey” oyunu türünden bir oyun ya da bir “hırsız-polis” oyunu olmaktan ileri gidemez, işçi-köylüler ise bu oyundan habersizdir. Sosyalistlik Türkiye’de okumuşların işidir ve Abdülhamit döneminden beri birilerinin/kendi kendilerinin polisi olmaya dönüşmüştür ve “bir efsaneleştirilmiş martirleri bir de yıllardır hapiste yatan efsaneleştirilmiş şairleri vardır.”

Dört: Mekanik, şabloncu bir yaklaşım olan ve uzun dönemler boyunca sosyalizm mücadelesini kişiliksizleştirmiş, saptırmış ve geriletmiş bulunan aşamacılığın yerine “bağımsızlık-demokrasi-sosyalizm mücadelesi”nin bütünselliği yaklaşımını koymuş, onun geliştirilmesine katkı sağlamıştır.

Beş: Türkiye’nin, başka ülkelerden çok da farklı sayılamayacak bir biçimde, birtakım özgüllüklerinin bulunduğunu ve onları inceleyip gerekli yol gösterici işaretleri çıkarmanın önemini kabul etmekle birlikte, “nevi şahsına münhasır” bir ülke olduğu iddiasının yanıltıcılığına, kendi tercih edeceği deyişle “bilim dışılığına” prim vermemek, Boran’ın temel tutumları arasındadır.

Altı: Nihayet, onun hem bir kadın, hem bir eş, hem bir gelin, hem bir anne, hem bir bilim insanı, hem bir politikacı, hem bir sosyalist mücadeleci olduğunu, bu kimlik ve özellikleri ile birlikte burada saymayı atladıklarımızın hepsini gönüllü olarak üstlendiğini, bunların her birinin hakkını vermek için çaba gösterdiğini ve elbette, ne anlamlı ne de insaflı görünen “başarı” düzeyleri tartışması bir yana, hepsinin gereğini yerine getirdiğini saptamak durumundayız. Bu bağlamda, şöyle bir cümlenin yerinde olacağına inanıyorum: Behice Boran, doğanın düzenine ya da doğanın düzeni olarak kabul edilene bile isteye uyum göstermiş, toplumun düzenine başkaldırmış devrimci bir kadındır.

Bundan yirmi beş yıl önce, ölümünü izleyen ayda, “Toplumsal Kurtuluş” dergisinde onun için yazdığım yazının son satırları şöyleydi:

“Sosyalist mücadelemizin büyük adlarından biridir. Adını yaşatacağız.

Sosyalist iktidarımızın üniversitelerinde, amfilerinde, kütüphanelerinde, dersliklerinde. Çok isteyip de barındırılmadığı Türkiye’nin üniversitelerinde, o zaman yerini alacaktır.

Üniversitelerimizin dışına çıkacaktır. Sosyalist ülkemizin sokaklarına, caddelerine, alanlarına adı yazılacaktır.”

Yaşadığımız yıllar biriktikçe, onunla aynı çatı altında olmanın, onunla birlikte mücadele etmenin, hatta onunla kavgaya tutuşmanın bile, hepimize neler kattığını daha iyi anlıyoruz.

Anladıkça, aziz hocamız ve yoldaşımız Behice Boran’a duyduğumuz minnet çoğalıyor. Yirmi beş yıl önce ona verdiğimiz sözü yerine getirebilmekten hâlâ uzak oluşumuz ise, kuşkusuz, taşımaktan yorulduğumuz utancımızdır.