Yeni sezon hayırlı uğurlu olur mu?

Ne yazık, milyonlarca insanın ilgilendiği, onların da çoğunun sıradan bir ilginin çok ötesinde düpedüz kapılıp gittiği bir toplumsal olay başlıyor bugün. O çevrelerde üretilen çirkin Türkçede yerleşmiş deyişle, “start alıyor”.

Adına futbol deniyor. Profesyonel futbol demek gerekmez; öyle olmayanı kalmadı pek. “Endüstriyel” sıfatına da epey yaygınlık kazandırıldı; üstelik buna bırakalım herhangi bir karşı çıkışı, hemen herkes olumlayarak bakıyor: Olması gereken budur ve bizim ülkemizde bunun gereklerine uyulmuyor. Söylenen bu. 

Bana kalırsa, endüstriyel yerine ticari demek daha doğru. Gereklerine uyulup uyulmadığı ise yersiz bir tartışma. Hatta, ne kadar az uyulursa, o kadar iyi. Hiç uyulmasa diyemiyorum; çünkü, köklü bir dönüşüm olmadan, bu artık mümkün değil. Ticarileşme arttıkça, işin eğlence yönüne bakıldığında, oyunun benim gibilerin bir zamanlar savundukları, kendi ölçütleri içindeki güzelliği ya da sevilebilirliğinin büsbütün yok olduğu da ortada. O kadar ki, arada böyle günah çıkarma cümleleri kurmadan edemiyoruz.

Bu sezon da seyredeğerliğini git gide yitiren bir oyunun, bol paranın ve kumarın, türlü çeşitli üçkâğıdın, aldatmanın, kandırmanın, dangalaklığın alabildiğine cirit attığı bir sahnede düzenlenip sergilenişi izlenecek. Üstelik, bu sergilemenin federasyon ve kulüpler düzeyindeki yönetiminde, alışılagelmiş orta karar zenginlerin yanı sıra en büyük zenginlerin, devlet ihalelerinde tekel konumundaki şirketlerin sahiplerinin, siyaset sınıfından kimselerin daha doğrudan katılımlarına tanık olunacak. Buradaki katılımın herhangi bir kılıfla gizlenmeye çoğu kez ihtiyaç duyulmayan çok kaba bir baskı ve denetim anlamına geldiği açıkça ortaya çıkacak. Buna, 12 Eylül’den beri yerleştirilen, zorba merkezi iktidarın her alana yayılmış tekelciliğinin “laissez faire/bırakınız yapsınlar” şarkıları ile el ele gidişinin çarpıcı bir örneği olarak bakılabilir. Türkiye burjuvazisinin eski ve yeni en büyük temsilcilerinin kulüpleri yeterli görmeyip başta futbol olmak üzere bütün spor dallarının yönetimine el koymasından söz etmekte bir sakınca yok. Bu el koyma her sınıftan insanı etkileyen futbol tutkusunun en tehlikeli cisimlenişi olarak karşımıza çıkıyor; ne kadar olumsuz sonuçlara yol açabileceğini görmek için fazla beklemek gerekmeyecek.

Çok kısaca belirtilirse, bir yandan, pek beylik gibi görünse de gerçeğe uygunluğu tartışılmaz saptamayla “gündem saptırmak” kolaylaşacak, bir yandan, emekçi kitleler yolunabildikleri kadar yolunacaklar, bir yandan da gerçek sınıf düşmanlarını unutarak, hatta onlarla kol kola girerek kendilerine düşman belletilmiş başka emekçilerle gırtlak gırtlağa gelecekler.

Şimdi gel de bizim Metin Kurt’un “Bu düzende atılan her gol emekçinin kalesine girer.” sözünü hatırlama…

Hatırlamak ve şu sıralar yeniden gündeme getirilen bir gerçek çözümler belgesinin konuyla ilgili satırlarına bakmak gerekiyor.

“Toplumcu Anayasa için Taslak” adı verilen metin, ilkin 2007 yılında, “sermayedar sınıfın yeni ve daha geri bir rejim kurma çabası içinde olduğu bir dönemde” Türkiye Komünist Partisi tarafından hazırlanmış ve kamuoyu ile paylaşılmıştı. Bu taslağın, rejimin açık seçik bir sahtekârlıkla ve örgütlü suç işleyerek kazandığı 16 Nisan 2017 tarihli referandumdan sonra, aynı yılın Mayıs ayında yeni bir sunuş ve giriş eklenip ana metin yeniden düzenlenerek bir kez daha yayımlandığını biliyoruz. 

İktidarın İstanbul ve Ankara’nın içinde bulunduğu birçok büyük kentte yerel yönetimleri kaybettiği 31 Mart ve 23 Haziran 2019 seçimlerinden sonra, o referandumla getirilen sistemin gözden geçirilmesi için hazırlıkların AKP çevrelerinde başlatıldığı ve bir kısım muhalefetin de çözümü yeniden parlamenter sisteme dönmekte gördüğü bir zamanda, Toplumcu Anayasa hepsinin karşısında ve gerçek çözüm olarak bir kez daha gündeme getiriliyor.

Anılan belgede, bu yazının konusunu oluşturan futbolun da kuşkusuz içinde bulunduğu “spor” başlığını ele alan üç madde var. Bu üç maddenin, konuyla ilgili ilkeleri bir anayasal metinde olabilecek ayrıntı düzeyinde ortaya koyduğunu ileri sürebiliriz.

Bunların ilkinde ve metinde 86’ncı sırada yer alan maddede şunlar yazılı: “Spor yapma olanakları her yaştan, cinsiyetten, meslekten ve bölgeden insanlara devlet tarafından eşit olarak sunulur.” 

Yeterince açık. Öyleyse, bir sonraki maddeye geçelim: “Sporun yıkıcı, düşmanlaştırıcı bir yarışmayı değil; sağlık, eğlence ve dayanışmayı esas alması ve geliştirmesi hedeflenir. Profesyonel spor yasaktır.”

Bu yazının kapsamı dışında kalan bazı ek açıklamalar gerektirmekle birlikte, bunun da yeterince anlaşılır olduğunu ileri sürebiliriz. Yalnız, oradaki son cümlenin altını çizmeden de geçmeyelim.

Spor ile ilgili son madde ise şunları hükme bağlıyor: “Spor özel mekânlara hapsedilmek yerine işyerlerine, okullara, bütün yerleşim birimlerine yaygınlaştırılır. Geniş kitlelerin edilgen izleyici konumundan çıkmaları özendirilir.”  

Şimdi, altını çizmeden geçmeyelim, dediğimiz cümleye dönebiliriz. Orada “profesyonel spor yasaktır” biçiminde sert ve kesin bir önlem vardı. Önce bu yasağın kendisine yöneltilebilecek karşı çıkışlara, sonra uygulanabilirliğine ilişkin itirazlara kısaca göz atmakta yarar var.

En başta, yasakçılıktan hayır gelmez, yasaklamakla olmaz bu işler, türünden ilk bakışta göründüğü kadar genelgeçer ve doğru olmayan ön kabullerin bir kenara atılması gerekir. Spor sözcüğüyle anlatılan çok yönlü, çok boyutlu etkinliklerin toplumsal hayatı çeşitli biçimlerde ve şiddette etkilediği apaçık olduğuna göre, o alanda emekçilerin birliğini, dayanışmasını, sağlığını ve mutluluğunu gözeten düzenlemelerin yapılması son derece doğaldır. Bu düzenlemeler içinde eski düzenin kötü alışkanlıklarını, yeni düzeni çürütücü etkilerini olabilen en kısa sürede gidermek için yasaklar da gündeme gelecektir. Bu anlamda, “yasaklamak yasaktır” ve benzeri hoş söylemler, ya yersiz ya da, en kötüsü, zararlı bir niteliğe bürünüverir.   

Peki bu yapılabilir midir? Spor alanında neredeyse bütün öncelikli sorunların temelinde yer alan ticarileşmenin, onunla birlikte ortaya çıkan, bir bakıma aynı şeyin sahnedeki aktörler açısından anlatılması olan profesyonelliğin yasaklanması için gerekli toplumsal destek sağlanabilir mi? Hatta, destek bir yana, ortaya çıkabilecek ciddi ve belki de eylemli itirazları aşmak mümkün olabilir mi?   

Mümkün olduğunu kesinlikle vurgulamalıyız. Nasıl ya da hangi koşullarda mümkün olabileceği ise aynı tasarının “Tarihsel Miras” başlığını taşıyan birinci bölümünün son cümlesinde belirtilmiş durumda: “Bu dönüşümler için köklü bir altüst oluş anlamına gelen sosyalist devrim, Toplumcu Anayasa’yı uygulamak için gerekli koşulları yaratacaktır.”