Sonrası Kalır

Sosyalist solun referandumdaki hemen herkesin alkışladığı tutum ve biraz da eylem birliği devam edecek mi? Ederse, nasıl edecek örneğin, seçimlerde de sürecek mi?

Şu sıralar, akıllarda en çok yer tutan sorulardan biri herhalde budur.

Bu soru ya da birbirinin uzantısı birkaç soru üzerinde durmaya çalışırken, referandum öncesinde o tutumu gösteren solda yapılan bazı değerlendirmeleri hatırlayalım.

Bir yarılma ortaya çıkmış durumdadır sonuçlar, şu ya da bu yönde, bunu doğrulayacak, evet ile hayır birbirine yakın olacaktır. Böyle derken kastedilen, 12 Eylül’ün siyaset yasaklılarının azat edilmeleri ile ilgili 1987 referandumu kadar kılpayı yakınlıkta olmasa da yüzde 55-45 ya da biraz daha yakın olabilir biçimindeydi elbette. Ortaya çıkan resmi sonucun bu yakınlığı tahminlerin biraz üstünde açmış olmasını “seçmenin kararına saygı” centilmenliği ile karşılamaksa, daha ağır bir yakıştırmayı bırakalım, pek çocukçadır. Oysa, siyaset çocukların yaptığı, yapabileceği iş değildir. O örgütlerle yıllarca savaşmış üst düzey polis şefinin bile akıl dışı bir saçmalık olarak nitelendirdiği solun ve Kürtlerin her türlü silahlı örgütlenmesinin yanı sıra Hizbullah benzerlerinin de “derin devlet” yönetim ve güdümünde olduğu iddiası, bir yargılama sürecinin resmi iddianamesine dönüştürülebilmiştir. Bu fütursuzluğu gösteren iktidar yapılaşmasının, seçimlerle ilgili türlü işlemlerin, bu arada, seçmen kütüklerinin düzenlenmesini yargı organı niteliğindeki kurumun elinden alıp doğrudan hükümete bağlı, sıradan bir bürokratik kuruluşun sorumluluğuna verecek kadar rahat davranabildiği de görülüyor. Bütün bunları yapabilen iktidarın, sonucuyla kendisini epeyce zora sokmaya aday bir evet/hayır oylamasını örnek bir dürüstlükle yürüteceğini kabul edenlerin siyasetle ilgilerini fazla ciddiye almak mümkün müdür?

Kısacası, solun referandum öncesinde dillendirdiği yarılmanın göstergelerinden biri olacak birbirine yakın evet/hayır tahmini, resmen açıklanan sonuçla yanlış çıkmış değildir. Hem o tahmin soldaki hiç kimse tarafından yarı yarıya biçiminde karikatürize edilmediği, hem de şaşılacak bir biçimde göz ardı edilen seçmen sayısı artışı, seçmen kütüklerinin hazırlanışı, mükerrer oy ve benzeri tuhaflıklar apaçık ortada olduğu için… Öte yandan, bunun yarılma sözcüğünü haklı kılacak çarpıcılıkta bir bölünmeyi gösterip göstermediği tartışmaya açık olmakla birlikte, böyle bir bölünmenin ne ölçüde gerçekleştiği ve nereye doğru evrileceği, gelecek günlerin siyaset gelişmeleri, bir başka deyişle, sınıf mücadeleleri içinde ortaya çıkacaktır.

Bu tür değerlendirmeler yapan solun gerçekleştirdiği ise ikirciksiz bir tutumla hayır demek oldu. Bu birlikte yapıldı ve, yazının ilk cümlesinde de değinmiştik, yeterli olmasa bile ortak iş ve eylemlerle desteklendi. Böyle bir yaklaşım, kuşkusuz o eksiklik de olabildiğince giderilerek, genel olarak önümüzdeki dönemde, özel olarak da en geç yaz ortalarında yapılmak zorunda olan genel seçimlere kadar geçecek dokuz ayda nasıl sürdürülebilir?

Sorunun yanıtı üzerinde düşünürken, yeni durumun bazı farklı özelliklerini de dikkate almak gerekecektir. En başta, bu kez, iki seçenekten, destekleme ya da karşı çıkmaktan birini seçmeyi gerektiren bir tutum belirleyip ona uygun davranmanın kolaylığı olmayacak. Öte yandan, farklı tüzel kişilikler olan partilerin yarışmasını zorunlu kılan yasal düzenlemeler var. Üçüncü olarak, yine o yasal düzenlemeler arasında pek çok adaletsiz ve kısıtlayıcı yan da bulunuyor: O farklı tüzel kişiliklerin kendi iradeleriyle bir araya gelip seçimlere birlikte katılabilmeleri yasal olarak engellenmiş durumda, hele böyle onyıllarca sürüp gittiğinde temsili demokrasiyi insan aklını hiçe sayan bir ikiyüzlülük anıtına dönüştüren oy barajı var, vb… Buna karşılık Kürt siyasetinin geçen genel seçimlerde denediği yola benzer yollar denenebilir. Bunu ya da şimdiye kadar denenmemiş başkalarını Kürt siyaseti ile birlikte uygulamaya geçirmekse, en azından şu anda, siyasal açıdan imkânsız görünüyor ve bu imkânsızlığı aşmayı düşünebilecek kadar hayalci olmak, yukarıda eleştirilen çocukluğa oranla daha bağışlanabilir sayılmaz.

Bu tür koşullar altında ne yapılabilir? Birincisi, önümüzdeki dönemi bu partilerin birbirleriyle yarışarak değil, olabilen her durumda, omuz omuza vererek mücadele edecekleri bir dönem olarak görmek. İkincisi, bunun doğal bir uzantısı olarak, önceden planlayarak ve/veya kendiliğinden ortaya çıkan durumları değerlendirerek ortak iş ve eylemler yapmak. Üçüncüsü, süresi şimdilik kestirilemeyen, kestirilmesi de gerekmeyen bu dönemin içindeki, bugünden yaklaşık 7-8 ay sonrasına denk gelecek genel seçimler öncesinde ve sırasında da aynı anlayışı sürdürmek. Bunun içinde yasal sınırlamaları zorlayarak ortak ya da paralel seçim kampanyaları yürütmek, yasalarla engellenmiş seçim ittifakını bir biçimde oluşturmanın yollarını aramak, ortak adaylarla seçimlere girmek ve benzeri usullerin, araçların, çözümlerin bulunması doğaldır.

Sözgelimi, bu araçlara örnek olarak önceki cümlede sıralananların sonuncusuna Selim Yalçıner 22 Eylül günkü SoL yazısında değinmiş ve bu yolla seçilebilecek birkaç sosyalist siyasetçinin parlamentoya gönderilmesinin önemini belirtmişti: “Herkesin bir düşü vardır. Benim düşüm de, sosyalistlerin (…) önderlerini, seçilmiş pilot bölgelerde yoğunlaştırılacak çalışma sonucu Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne sokmalarıdır. Parlamento'da bir ya da bir kaç sosyalist milletvekilinin yapacakları konuşmaları, verecekleri önergeleri, karşı çıkacakları tasarılar üzerine görüşlerini ve çıkarılmasını istedikleri yasalarla sunulmuş tasarılarda yer alan yasa maddeleri hakkındaki önerilerini dinlemeyi düşlüyorum. Bir sosyalist milletvekili nasıl olur, bunu göstersinler istiyorum, muhalefetin ne olduğunu ülkenin tüm emekçilerine kanıtlasınlar istiyorum. Ezilenler, hakları yenenler, sömürülenlerden yana tutum yürekler ortaya konularak nasıl alınır sergilesinler istiyorum. Yürütmeyi kıyasıya denetlesinler istiyorum. Düşüm bu.”

Önce, Yalçıner’in bağışlamasını dileyerek söylüyorum, bunun düşlerimizde yer alabilecek kadar değerli ve erişilmesi güç bir beklenti olduğunu sanmıyorum. Önemli olduğu kuşkusuzdur ama hiç değilse düşlerimizi görürken daha az mütevazı olmalıyız.

Sonra, bu durumun bir benzerini, kırk beş yıl önce yaşamıştık. Şimdiyse, ondan farklı koşullarda gerçekleşecek, ama o zamankinden çok daha “göstererek anlatıcı” olabilecek birkaç yıllık ikinci bir deneyi bu ülkeye yaşatmak, elbette büyük yarar sağlar. Ayrıca, sosyalist solun, düşmanlarının epeydir köpeksiz köyde dolaşmaktan gelen özgüvenleriyle, dostlarının bir bölümününse kabulü güç bir karamsarlıkla iyice sıfırladıkları birikiminin gücünü kavramasına yardımcı olur. Kısacası, üzerinde ciddi olarak durulması ve somut adımlar atılması gereken bir konudur. Aynı ciddiyet ve somutlaştırma çabası, birkaç örneğine yukarıda değindiğimiz öteki başlıklar için de gereklidir.

Bütün bu çalışmaların genel doğrultusundan sapmasını önlemek bakımından, başlıca iki tane de hedef belirlenebilir: Birincisi, sosyalizmin sesini ve emekçilerin kurtuluşunun tek yolu olduğunu, mümkün olan en doğru, en etkili ve en yaygın biçimde kitlelere ulaştırmak. İkincisi, seçim sonuçlarına bakıldığında ortaya çıkmasına alışılmış, sosyalizmin hâlâ binde bilmem kaçlarla anlatılan bir seçmen ve, buradan kaynaklanan daha kötü izlenimle, halk desteği bulabildiği yanılsamasına son vermek.

Bunları, şu referandum dolayısıyla işbirliği yapmayı başaran partilerden birinin üyesi olmakla birlikte şu anda hiçbir yöneticilik görevi bulunmayan ve epeyce yaşını başını almış bir solcunun, çaresiz, aklına takılanlar olarak yazıyorum. Ancak, aşırı tevazu ile sakatlanmış görünen bu satırlara bakılmasın, herkesin de aklına takılması gerektiğini ileri sürerek yazdığım besbellidir.

Madem yazının başlığı için o pek güzel Edip Cansever şiirlerinden birinin adını ödünç aldık, aynı şiirden üçbeş dizeyle de bitirelim. Bilenler, gerisini hatırlayabilirler bilmeyenler için bulup okumakta bir zorluk yok.

On kalır benden geriye, dokuzdan önceki on

Dokuz değil on kalır

On çiçek, on güneş, on haziran

On eylül, on haziran

On adam kalır benden, onu da

Bal gibi parlayan, kekik gibi bunalan

On adam kalır.

Ne kalır ne kalır

Tuz gibi susayan, nane gibi yayılan

Dokuzu unutulmuş on yüz mü kalır

Onu da unutulmuş bir şiir belki kalır

On çizik, on çizik, on dudak izi

Bir çay bardağında on dudak izi

Aşklardan sevgilerden

Suya yeni indirilmiş bir kayık gibi

Akıp geçmişsem, gidip gelmişsem

Bir de bu kalır.

Ne kalır benden geriye, benden sonrası kalır

Asıl bu kalır.