Son bir not

Kim bilir kaç kez anlatmışımdır: Pek az yazmış olmasına hep üzüldüğüm, iyi bir şairdi aslında hiç de öyle az yazmadığını kendisine dayanarak söylemek mümkün olabilir, ama okur önüne çıkardıklarını çok sınırlı tuttuğu kesindir. Üniversitedeki, Sosyalist Fikir Kulübü’nün de üyesi olan, genç hocalarımızdan biriydi çoğu gençtiler zaten, hocalarımızın demek istiyorum. Genç olarak da öldü Ergin Günçe “Gencölmek” koymuştu tek şiir kitabının adını.

Benim yayımlanmış ilk yazımın tarihi 1968’in Ocak ayına rastlıyor. Demek, sadece bir ay eksiğiyle, kırk beş yıldır yazıp duruyoruz. Aşağı yukarı o sıralardaydı, Ergin Günçe, canı sıkıldıkça, kim bilir belki sıkılacak vaktinin olmadığı kadar işi gücü varken de, bizim kantine inerdi oturur konuşurduk. Ne çok anlatırdı daldan dala, iktisattan siyasete, şiirden hayatın kendisine… Unuttuklarım hatırladıklarımdan çok daha fazla benim zavallı belleğim için tersi ne mümkün! Ama, birincisi, Amerikalı siyahların neden kısa mesafe koşularında çok üstün olduklarına benzer ve kendisinin ilgi alanlarının çok dışında sandığımız konulardan yetkiyle söz ettiği belleğimde yer etmiştir. İkincisi, bugün gibi hatırladığım bir sözü vardı. Ancak, ona gelmeden önce, buradaki yazılarda neredeyse hiç atlamadığım bir alışkanlığa, ne zaman bir şairden söz etsem onun birkaç dizesini olsun aktarmadan geçmeme alışkanlığına uyarak, bizim Ergin ağabeyin “Özlem” başlıklı şiirinin son iki dörtlüğünü buraya alayım 1964 yılının Kasım ayında yayımlanmış tek kitabından:

“Güneş uzun günlerden öylesine yoruldu ki
Öyle azaldı ki hayata karşı sevgi
Çılgınlığı unuttu bütün çocuklar
Kapılar ardına dek kapanıverdi.

Sokak lâmbalarını tanık gösterebilirim
Yalan söylemem zaten hâcet de yok
Özlediğimiz şeylerin adları
Saymakla tükenmez.”

Konuştuklarımızdan kesinlikle hatırladığım ikincisine gelince, onun şu sözünü unutmam mümkün değil, ama hüzünle mi söylerdi dalgasını mı geçerdi, o günlerde de şimdi de karar verememişimdir: “Ben illegal bir şairim çocuklar,” derdi “yazıp yazıp çekmeceye atıyorum.”

Bu sözü kendime de o kadar yakıştırmış olmalıyım ki, ilk şiir kitabım yayımlandığında, o çok geride kalmış günlerden yirmi beş yıl kadar sonra bugünden on yedi yıl kadar önce, bazı yakın arkadaşlarıma imzalayıp armağan ederken, “işte artık legale çıkıyorum” türünden sözler karaladığımı hatırlarım.

Şu anda geriye dönüp bakarken, yazarlık yaptığım uzun süre boyunca ne kadar çok yer altına geçmiş olduğumu fark ediyorum. Uzun süre yazan birçok insan için geçerli olduğunu sanıyorum bunun. Yazdıkları kendisi ve/veya başkalarınca yayımlanıp okunmaya değer bulunmadığı için olabilir, bir tür damıtılma ya da demlenme süreci olarak bekletilmeye muhtaç durumda bulundukları ya da, neden olmasın, yazar bolluğu ile okur kıtlığı birlikte aynı döneme rastladığı için de olabilir… Neyse, uzatmaya gerek yok, bunlara benzer nedenler ileri sürülebilir kimileyin birinin kimileyin öbürünün geçerli olduğu söylenebilir.

Öte yandan, gönüllü olarak ortadan çekilme durumunun, gerçekten ekmeğini yazarak kazananlar için pek mümkün olmayacağı kabul edilmelidir. Bir de, yazarlığı ticari bir iş, bir tatlı kazanç kapısı olarak yapma becerisini gösterenleri bunun dışında tutmak gerekir herhalde “beceri” denebilir mi, evet denebilir, ne olumlayarak ne de olumsuzlayarak kullanıyorum bu sözcüğü, örnek olsun, art arda taklalar atabilmek de bir beceridir, aynı işi ellerini ve başını yere değdirmeden yapabilmekse o becerinin daha ileri bir aşaması.

Açıkçası, yer altında bir yazar konumuna geçme kararımı duyurmak için yazıyorum bunları. Biraz uzatıp lafı dolandırmak gibi görünüyorsa, elden ne gelir, bir tür mesleki sapma, der işin içinden çıkarım.

İllegalite ne kadar sürer, kestiremiyorum. Hatta, bir daha legale çıkar mıyım, şu anda onu bile söyleyecek durumda değilim. Yine de, çekmeceler dolup taşarsa, öyle umuyorum, o zaman bir çare düşünülür, diyebilirim.

O halde, bizim eski tiyatrocularımızın çok bilinen son sözünü yineleyerek kapatalım:

Her ne kadar sürç-i lisan ettiysek, affola!