Sömürücülükten aklanmak mümkün mü?

Evetiyle hayırıyla halkoylamasını kısa süreliğine bir kenara bırakmakta ne sakınca olabilir, hiç değilse bir yazıyı okuyuncaya kadar!

Başlıktaki soruda geçen “aklanma”nın sözcüğün daha çok hukuk alanındaki yaygın kullanımının çağrıştırdığı süreçler ve sonuçlarıyla ilgisi yok. Kendilerine sömürücü denilen kişilerin ve sınıfların, bu nitelemenin onlara yüklediği kötücül yakıştırmadan yakalarını kurtarmalarının kolay olmadığı, dahası imkânsız olduğu, soru biçiminde dile getiriliyor.

Nereden aklıma takıldığını ise Hürriyet gazetesinin bu haftanın ilk günündeki birinci sayfa manşetinden biçiminde açıklayabilirim; daha doğrusu, aynı gazetede ertesi gün konuyu sürdüren bir iki yorum yazısından…

Haber, aslında, çok bilinen bir konuyu gündeme getiriyor: çocuk işçiler ve onların çalışma koşulları. İstanbul’un Fatih ilçesindeki, benzerleri İstanbul’un ve bu “cennet vatan”ın her köşesine yayılmış bir yere gitmişler; fotoğraflar çekmişler, birtakım görüşmeler yapıp bilgi toplamışlar. Basında her zaman varlığını duyurmuş genç emekçilerin kotardıklarını sandığım bir haber işte. Her gün sermaye sınıfının memleket hizmetlerini göklere çıkaran, haber mi parası ödenmiş reklam mı olduğu fark edilemeyen ekonomi sayfalarıyla doldurulan bu gazetede ara sıra böyle haberler de çıkıyor işte.

Çocuk işçilerin Suriye’den, Pakistan’dan, Irak’tan, Türkmenistan’dan gelen göçmenlerin çocukları oldukları belirtiliyor. Havalandırması bir yana camı bile olmayan odalara tıkıştırılmış 10 ile 14 yaşlarındaki çocuklardan, onların çok uzun sürelerle ve asgari ücretin çok altında, ayda 400-600 lira ücretlerle çalıştırıldıklarından söz ediliyor.

Ertesi günkü yorum yazılarının birine de değineceğim. Onu seçmemin iki nedeni var. Birincisi, bu yazının başlığına çıkardığım aklama konusunu akla getirişi. İkincisi, yazarının hemen her yazdığına en azından göz atıyor oluşum.

Ama, oraya gelmeden, birkaç değinmenin yararlı olacağını düşünüyorum.

Birincisi, çocuk işçilik sorunu, başka bir anlatımla, çocuk emeğinin sömürüsü, kapitalizmin kendisi kadar eski bir sorundur. Aslında, o çocuklar ve emekçi sınıflar açısından sorundur; kapitalizm açısından ise bir olgudur; bir “imkândır” da denilebilir. Sorun olarak görülmeye başlaması, pek çok benzer konu için olduğu gibi, emekçi insanlığın çok uzun sürmüş mücadeleleri sonunda ortaya çıkmıştır.

İkincisi, bunun, coğrafya olarak Türkiye ve daha az gelişmiş ülkelere özgü bir sorun olduğu doğru değildir. Bütün kapitalist ülkelerde, sömürüdeki ve çalışma koşullarındaki vahşet düzeyi önemli farklılıklar göstermekle birlikte, aynı sorun vardır. Hele, demokrasinin beşiği olduğu masalının sabah akşam yinelendiği en gelişmiş kapitalist ülkelerdeki dev tekellerin uluslararası ve/veya ulusötesi ortaklıklarının yeryüzünün değişik bölgelerine yayılmış  işletmeleri hesaba katıldığında, bu saptamanın geçerliliği her türlü tartışmanın üstündedir.

Üçüncüsü, bu küçük işçilerin son yıllarda sayıları çok artmış göçmenlerin çocukları olduklarının haberde vurgulanıyor oluşu, bir yanılgıya yol açmamalıdır. Çocuk işçiliği ülkemiz açısından kesinlikle yeni değildir; dolayısıyla, göçmen çocuklarıyla sınırlı bir geçerlilik taşımamaktadır. Yeni olan, sadece, emperyalizmin zaten çekilmez durumdaki hayatlarını büsbütün alt üst ettiği doğu ve güneydeki ülkelerden bizim topraklarımıza ve bizi aşarak daha batıya doğru yönelen bu çağdaş kavimler göçünün yarattığı ek sorunlardır. Ayrıca, hiç unutmamak gerekir ki, insanlık açısından bir sorunun çıktığı her yerde ve her durumda, kapitalist sınıf açısından birtakım imkânlar ortaya çıkar ya da bulunup çıkarılır.

Dördüncüsü, andığım habere konu olan tekstil sektörü, yine ezelden beri, kapitalizmin ilk günlerinden bu yana demek istiyorum, çocuk emeğinin sömürülmesinde coğrafya farkı olmaksızın karşımıza çıkmış ve çıkmaya devam eden bir üretim dalıdır. Örnek olsun, madencilik de böyledir. Daha yakın dönemlere gelinirse, kadın ve çocuk işçilerin çalıştırıldığı elektronik sanayii de böyledir. Çocukların küçük bedenleri yeraltındaki maden işletmelerinde yetişkinlerin sığamadığı yerlere girip çıkabilir. Kadınlarla çocukların küçük elleri ve ince parmakları elektronik araç gereçlerin montaj hatlarında iri ve kalın parmaklı ellere göre çok daha işe yarardır. Bütün bunlar, kapitalist üretim açısından sorun değil, kölelik ücreti avantajının yanı sıra kaçırılmaması gereken avantajlardır.

Hepsini toparlayıp yinelemek bakımından ve cümlenin sonunda ulaşacağımız deyişin uygunluğu üzerinde fazla durmadan, beşincisi, çocuk emeğinin kullanımı, dolayısıyla bunun kaçınılmaz ve doğal sonucu olarak, sömürüsü, kapitalizmin genlerinde vardır. Çözüm ise ister kapitalizmde ister sonrasında olsun, tektir ve basittir: çocukların kesinlikle çalıştırılmaması. Bunun tek çözüm olduğu ne kadar belli ise, kapitalizm koşullarında hayata geçirilmesinin emekçi sınıfların mücadelelerinin gerileme dönemlerinde imkânsız olduğu da o kadar açıktır.

Şimdi, az önce dediğim yorum yazısına dönebiliriz.

Yazarının adı Kanat Atkaya. Fotoğrafından ve yazılarından, bir de onun için övgülü değinmeler yapan Ertuğrul Özkök’ün yazdıklarından anladığım kadarıyla, genç bir yazar. Bu son belirttiğim, olumlu bir işaret değil; Özkök’ün övgüleri, övülen için kuşku tohumları saçar. Buna karşılık, Atkaya’nın iyi diyebileceğim birçok yazısına rastlamışımdır. Örnek olsun, Fidel’in ölümünde pek içten, güzel bir yazı yazdığını hatırlıyorum. Ayrıca, burada belirtilmesi çok kişisel ve biraz da ciddiyetsiz bulunabilecek bir olumlu yanı var: Galatasaray taraftarı ve ara sıra o tür yazılar da yazıyor.

Yazımızı tetikleyen haberle ilgili yorum yazısında da birçok olumlu yan, genellikle emekçilerden yana bir tavır var. Ancak, yazının sonuna doğru, İngiliz basınında daha önce çıkan benzer haberlerin sektör temsilcileri tarafından “Türk ekonomisine, tekstil sektörüne, sektörün itibarına saldırı” olarak nitelendirilmesini eleştiriyor ve onlara şeffaflaşma, teknolojiyi geliştirme gibi önerilerde bulunuyor. Hemen ardından gelenler ise şöyle: “Made in Turkey etiketli ürünlerin ‘çocuk işçi çalıştırılmayan, sömürü yapılmayan’  bir üretim süreci neticesinde ortaya çıktığını her aşamada görüntülemek, yayınlamak gibi alternatif yöntemler denenebilir.”

Oysa, kapitalist üretim faaliyetinin gerçekleştirildiği ne bu sektörde ne de herhangi bir başkasında sömürünün olmadığını gösterebilecek bir görüntüleme aygıtı icat edilmiş değil bugüne kadar. Bundan sonra icat ve imal edilmesi de mümkün değil; çünkü, hiçbir aygıt var olması imkânsız bir “şey”i görüntüleyemez.

İnsanlık toplumsal üretim faaliyetinde bir artık üretmeyi başardığından ve bu artığa el koyarak sömürücü konumuna geçen bir sınıf ile o üretimi gerçekleştiren sınıf olarak ayrıldığından beri sömürü vardır. Aradan geçen yüzyıllar boyunca sömürü değişen biçimlerde, ama her zaman var olmuştur. Bugün var olansa kapitalist sömürüdür ve üretim araçlarının mülkiyetine sahip olan sermaye sahipleri sınıfının yanı sıra yaşayabilmek için emek gücünü kiralamaktan başka çaresi olmayan emekçiler sınıfının varlığı ile gerçekleşebilen toplumsal üretim faaliyetinin kaçınılmaz sonucudur. Uygun sıcaklıkta, havalandırma koşulları yeterli, pırıl pırıl üretim yerlerinde, öyle “üç paraya” falan değil, çok daha fazla ücretler karşılığında çalıştırılan işçilerin varlığı da sömürünün ortadan kaldırıldığını göstermez; bütün bunlar, olsa olsa, emekçilerin mücadelesiyle sömürünün belli ölçülerde dizginlenebildiğinin işaretleri olabilir. Kapitalist sınıfın köpeksiz köyde değneksiz gezer, belki daha doğru deyişle, köpeksiz köyde çifte değnekle gezer konumda bulunduğu uzun bir süredir, o işaretler de büsbütün yok olmaya yüz tutmuştur.

Artık her türlü dizginlerinden boşanmış bir sömürüyü yaşıyoruz. Nerede kalmış “sömürü yapılmayan bir üretim”!