Sloganlar

Sadece yürüyüşlerde, gösterilerde, kapalı salon toplantılarında mı vazgeçilmezdir? Hayır. Gerçi, çok eskiden, bugün bayağı ileri sayılabilecek yaşlarda olanların bile hatırlayamayacakları, çünkü yaşayıp görmedikleri zamanlarda “sessiz yürüyüşler” yapılırdı. Bugünkü ülke nüfusuna göre bile büyük sayılabilecek kalabalıklar, kuşkusuz bir yığın irili ufaklı pankartlar taşımakla birlikte, hiç haykırmadan, bağırmadan, hiç ses çıkarmadan yürüyüşler yaparlardı. Onların içinde bulunmuş insanların, çok sonraları, “Sessiz Yürüyüş” diye kitaplar yazdıkları da olmuştur hatta. Demek istediğim, oralardan, tek tek ve bir bütün olarak o yürüyüşlerin şiiri, öyküsü, tarihi, şusu busu da çıkmıştır. Ama onlarda da, dediğim gibi, pankartlar taşınırdı ve pankartların üzerinde sloganlar yazılı olurdu.

Kitlelerin katıldığı ve katılmayıp kenardan izlediği yürüyüşler, gösteriler, toplantılar slogansız olmaz olursa pek tadı olmaz. Tadı olmaz, derken, işe yaramaz, amacına ulaşmaz, demek istediğimiz besbellidir. Bir adım daha atarak, slogansız toplumsal-siyasal mücadele olmaz, demekle kimsenin herhangi bir yanılgıya düşmüş olmayacağını öne sürebiliriz.

Neredeyse her dile böylece girmiş olan bu sözcük, bir davayı, iddiayı, düşünceyi anlatmak, ilk anda benimsetmek, hiç değilse benimsenme durumuna yakınlaştırmak, propaganda etmek için bulunmuş ve sık sık yinelenen kısa söz anlamına geliyor. İlkin ve en çok siyaseti akla getirse bile, örneğin, bir ürünün reklamını yapmak için uydurulup kullanılan bu türden sözlere de slogan deniliyor.

Sloganların, hem de aynı amaca yönelen ve çoğu da birbirinin aynı sloganların, en batıda Edirne’den başlayarak Van’a diyemesek bile, daha oralara ulaşmadı galiba, Samsun’a, Muğla’ya, Gaziantep’e kadar pek çok yerde haykırılmakta olduğu günlerde, onların kışkırttığı çağrışımlar az olmuyor. Dolayısıyla, üç beş laf edebiliriz edecek olursak, nereden çıktı şimdi, diye şaşkınlık yahut alayla tepki gösterilmez. Gösterilmeyeceğini umabiliriz, demek istiyorum.

* * *

“Zafer, direnen emekçinin olacak.”

“Direne direne, kazanacağız.”

Aşağı yukarı aynı anlama gelmek üzere söylenen bu sloganların ilk kez duyulduğu ileri sürülemez. Son dönemin bildik sloganları arasındadır ikisi de. Son dönem ise, nereden bakılsa, on beş yirmi yıldan az değildir. Her ikisinde de belirgin bir kararlılık dile getirilmekle birlikte, ilkinin bana daha yakın geldiğini söylemekte sakınca görmüyorum. Sonuç olarak, herkesin böyle bir seçim hakkı vardır. Bu seçim, yakın bulduklarını daha yüksek sesle haykırmayı da haklı gösterebilir ama, o kadar da yakın bulmadıkları topluca seslendiriliken büsbütün sessiz kalmamak koşuyla…

“Kurtulmak yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz.”

Şiirsel bir esin kaynağı bulunan bu sloganın geçmişi için de benzer şeyler söyleyebiliriz. Ayrıca, şu sıralar her yöredeki emekçileri sokağa döken direniş bağlamında da uygunluk ve yerindelik taşıdığı ortadadır.

“Ölmek var, dönmek yok.”

Geçmişi bizim bilebildiğimiz solculuğun falan da çok öncelerine giden bu sloganın Tekel direnişinin gözü kara işçileri tarafından canlandırıldığını söyleyebiliriz. Ölüme dayanan bir anlamı olsa da, tuhaftır mı diyelim, canlanmayı anlatıyor ya da canlanmanın simgesi durumuna geliyor. Bununla birlikte, kaderci bir tonun çokça ağır basan varlığının beni rahatsız ettiğini itiraf etmeliyim. Kuşkusuz, mücadelede ölüm bile vardır ve göze alınır ama bunu hemen, en başta ve sık sık değil, daha sonra ve daha seyrek dile getirmek en iyisidir.

“Yan gelip yatmadık vatanı satmadık.”

Sloganlarda genellikle bir polemik öğesi bulunur. Burada bunu görüyoruz ve güncellik özelliği de kazandırılarak başarıyla gerçekleştirildiğini ileri sürebiliyoruz. Politik hasmın en yetkili ağızdan dile getirdiği saldırı ve suçlamalara, işiten herkesçe hemen algılanabilecek ve akılda kalıcı bir yanıt verilmiş oluyor.

“Gün gelecek, devran dönecek akepe halka hesap verecek.”

Güncelliği tartışılmaz. Ayrıca, bu güncelliğin bir iki yıl sonra büsbütün ortadan kalkması ve bu sloganın arkaikleşerek neredeyse gündemden düşmesi söz konusu olabilir. Gündemden düşmeye bir “neredeyse” yumuşatması eklememizin nedeni, öyle bir durum gerçekleştiğinde, gerçekleşme biçimine bağlı olarak, bu hesap verme ya da sorma işinin savsaklanmaması bakımından böyle bir hatırlatmayı bir süre daha gündemde tutma gereğinin ortaya çıkma olasılığı ile ilgilidir.

Bir de, sloganın ikinci bölümünde apaçık bir inanç ve kararlılık bulunsa da, ilk bölümde yine biraz kaderci, biraz arabesk bir tını var bana kalırsa. Bunlar, bu tonlar ya da tınılar, bizim doğululuğumuzdan mı geliyor acaba? Açıklayıcılık bakımından herhangi bir ilerleme sağlamayacak kadar basmakalıp bir soru olsa bile, sormadan edemiyor insan.

“Susma, sustukça vatan elden gidiyor.

Bence harika! İki nedenle. Birincisi, doğru ve esaslı bir güncel politik bağlantı ya da ileri bildirim sağlıyor. Ne kadar doğal ve haklı olursa olsun her türlü mücadele sürdürülürken yurtseverlik olarak anlatılabilecek bir ortaklaşma ihtiyacının ortaya çıktığını akla getiriyor.
İkincisi, o en azından son iki onyılın çok bilinen sloganını (Susma, sustukça sıra sana gelecek.) hem dolaysız biçimde hatırlatarak onun yarattığı destekleyici çağrışımlardan yararlanıyor hem de ondaki bireye dönüklüğü aşıyor. İnsanları kötülüğün sillesini yeme sırası birey olarak kendisine geleceği için değil, bir kolektivitenin yok edilmesi tehlikesine karşı uyararak mücadeleye çağırıyor.

“Fabrikalar, tarlalar, siyasi iktidar… Her şey emeğin olacak.”

Biraz uzunca, dolayısıyla hep birlikte ve uyumlu biçimde haykırılması zor olmakla birlikte, yine bana sorulacak olursa, hem güzel hem her zaman vazgeçilmez bir slogan. Epeyce eski bir slogan olduğunu ayrıca, artık anonimleşmiş olsa da çıkışı itibariyle belli bir imza taşıdığını biliyoruz. Çıkaranların aklına ve nerede olursa olsun haykıranların soluğuna sağlık, dememiz gerekiyor.

Gerekiyor gerekmesine ama, irkiltici bir işareti de atlamamak durumundayız.

Geçenlerde, tam hatırlamıyorum, Tekel işçileri adına ya da onları desteklemek amacıyla konuşan bir sendikacınındı galiba, şöyle bir söz yansıdı basına: “Fabrikalar, tarlalar, siyasi iktidar, hepsi sizin olsun biz ekmeğimizi (haklarımızı mıydı yoksa) istiyoruz.”

Aman, diyelim! Aman ha!

Sakın!

Ötekilerden, başta söylenenlerden vazgeçersek, ne ekmek kalır geride, ne hak, ne şu, ne bu!