Şimdi Sosyalizmin Sırası mı?

Tam da cumhuriyet elden gidiyorken… O cumhuriyetin dayandığı ya da başlangıçta yahut bir ara dayandığı, ayrıca ona rengini verdiği söylenebilecek ve hem kuruluşunda hem de şimdi önemi, ileri niteliği tartışılmaz olan ilkeler hızla geçersizleştirilirken… Dolayısıyla, üzerine ayaklarımızı basarak başka hedefler ortaya atabileceğimiz toprak altımızdan kayarken…
Bir yandan böyle itirazlar gelecektir gelebilir hatta geliyor.

Tam da ileri demokrasiyi engelleyen, hepsi bir yana elinde silah bulundurma ve kalabalık olma özelliklerine göre en büyük sayılan güç hizaya getirilip herkese, bu arada sosyalizm için uğraş vereceklere de özgürlük kapıları ardına kadar açılmaya yüz tutmuşken…

Öte yandan bu tür itirazlar…

Bir de, her iki yanın ortaklaşabileceği bazı çekinceler, eleştiriler, suçlamalar, saldırılar:
Zaten, “reel sosyalizm” geçen yüzyılda insanların her bakımdan hayal kırıklığına uğratmış, o kadarla da kalmayıp, herkesin gözünü korkutmuşken… İnsanlar ya sosyalizmi unutmuşlar, özellikle gençler, ya da unutmayanlar onu iyi bir şey olarak hatırlamazlarken…

Bu sonuncusu, yukarıda varsayılan iki kamp tarafından da dile getirilebilecek bir argüman. Ayrıca, tam olarak o iki kampta gösterilemeyecek olanlar ve/veya kendilerini orada görmeyenler de bunu ileri sürebilirler.

Oysa, tam da bu günlerde, sosyalizmin sırasıdır sosyalizmden söz etmenin, onu amaçlamanın sakatlıkları, güvenilmezlikleri, işe yaramazlıkları az çok hissedilmekle birlikte “çaresiz” katlanılan, girilen, tutulan yollardan hiçbirinin çıkar yol olmadığını, tek kurtuluşun sosyalizm olduğunu ısrarla seslendirmenin bunu yaparken de sosyalizmi hiç bilmeyenlere, bir ölçüde bilenlere ve yanlış bilenlere anlatmanın tam zamanıdır. Anlatının muhataplarını buradaki gibi üç kümede toplamak yanlış değilse eğer, ilk iki kümeyi oluşturanların daha çok gençler, “yanlış bilenler” başlığı altındaki üçüncü kümeninse yaşı daha ileri olan, yaşanmış sosyalizme ilişkin olarak dolaylı tanıklıkları ve kulaktan dolma bilgileri bulunan insanlar olacağı da eklenebilir.

Hatırlayanların sayısı azalmış olsa da, büsbütün unutulmuş olamaz: Çok eskiden, sosyalizmden önce demokrasi için mücadele gündemde olduğu söylenerek, (a) sosyalizm çağrısına kulak kabartacak olanların hem sayıca hem de siyasal mücadele isteği ve becerisi açısından çok cılız durumda bulundukları, (b) sosyalizm çağrısını özgürce, gereğince yapmanın koşulları var olmadığına göre önce o koşulları sağlayacak demokrasi için mücadele etmek gerektiği ileri sürülerek “sosyalizmin sırası değil” denilirdi. Şimdi de bu sırasızlığa yeni ve sözüm ona güncel gerekçeler getirmek o eski ve ölümcül hastalığın devam ettiğini gösterir. Bu hastalığa ölümcül yerine, “ne öldürür ne ondurur” demek daha mı doğru acaba? Sosyalizm mücadelesini o hale getirmiştir çünkü.

Bazı somut durumlar üzerinde durarak da konuşulabilir.

Örnek olsun, Tekel direnişçilerinin günlük dile soktuğu 4/c, sadece bizde görülen bir uygulama mıdır? Demokrasinin en çok geliştiği Amerika ve Avrupa ülkelerinde de bu tür uygulamalar çok yaygın değil mi? Emeğin geçen yüzyılların mücadelesinden süzülüp gelmiş kazanımlarının birer birer ya da topluca yok edildiğini ne zamandır söyleyip duranlar uyduruyorlar mıydı? Yoksa, bu demokrasi dedikleri ikide birde bozulan, eksilen, geriye giden bir nesne ve sosyalistler de onu onarmaktan, tamamlamaktan, geriye gidişini durdurmaktan başka işi olmayan, o işlerden kendi asıl işlerini yapmaya bir türlü vakit bulamayan bahtı karalar mı? Tekel direnişçileri arasından yepyeni devrimcilerin, komünistlerin çıktığına tanık oluyoruz şu son haftalarda. Mücadele eden ve mücadele sırasında doğru davranan devrimcilerle karşılaşan işçinin “beş vakit namazdan beş vakit komünizme” evrilmesi, bu kadar kısa süreli evrim olmayacağına göre, aynı mantıkla eylem türünde yeni bir sözcük türetirsek, devrilmesi, daha düzgün anlatımla, devrimci dönüşüme uğraması bir rastlantı mıdır? Geçen hafta burada adını ve bazı klasikleşmiş sözlerini andığımız büyük devrimcinin çırağı olanın sık sık yinelediğini bildiğimiz sorusunu yanıtıyla birlikte hatırlayalım: “Bu bir rastlantı mıdır yoldaşlar? Hayır yoldaşlar, bu bir rastlantı değildir.”

Yine örnek olsun, her dört genç insandan birinin işsiz durumda olduğuna ve uzun bir süredir bu oran gittikçe arttığına göre, genç insanlara en gerçekçi vaadi işsizlik olan, geçmişte bir biçimde iş bulup çalışabilmiş olanlar içinse işsiz kalıp ya da en talihlileri için emekli olup sürünmekten başka gelecek umudu sunmayan bir düzenin karşısında sosyalizmin en kötüsünün, en eksik gedik olanının bile her sözü inandırıcı olabilir. Bizim çok gelişkin olmaya mahkum sosyalizmimizin ise ezici bir üstünlük sağlayacağı besbellidir.

Somut durumlarla devam edilecekse, sağlıktan eğitime, dinlenceden eğlenceye, iğneden ipliğe ne var ne yok alım satım nesnesi olmuşken, satışa sunulanların yetersizliğini mi belirtmeli, satın almak durumunda olanların çaresizliğini mi? İçlerinden birini çekip ortaya getirirsek, diyelim, eğitim aldın, parayı bastırıp en âlâsını aldın. Ne olacak sonunda? Gelişmiş ve iyi insan anlamında “adam” mı olacaksın? Adam olmaktan vazgeç, biraz olsun yontulman bile tümüyle “şans” işidir. Yok yoksul parayı bulup buluşturdun, kapı gibi diploman elindeyken ve aylar yıllar boyu diyar diyar dolaştıktan sonra iş mi bulacaksın? Yine şans işi. Ama bu kez belki biraz yükseltebilirsin şansını o da her türlü rezilliğe razıysan, “ne iş olsa yaparım”cıysan…

Sözü döndürüp dolaştırıp kahve muhabbetine çevirmenin alemi de yok, herkesin bilip durduklarına ilişkin örnekleri sonuna kadar sıralamaya uğraşmanın gereği de.

Birinci cumhuriyetini kemirip tüketmiş, ikincisinin ondan daha geriye gideceği apaçık olan, geleceği anlatılırken kullanılan parçalanma, boğazlaşma, kan gölüne dönme türünden sözlerin git gide abartılı olmaktan çıktığı bu ülkenin, o hüzünlü filmlerin yönetmeni sinemacının sözleriyle bu “yalnız ve güzel ülke”nin yepyeni bir cumhuriyetten başka bir seçeneği kalmamıştır. Daha doğrusu seçenek bulunur, bulurlar, onun adına bulup önüne koyanlar çıkar da, onların hiçbiri kurtuluş seçeneği olmaz kırk katır mı kırk satır mı seçeneği olur.

Her ülke kadar değil pek çoğundan daha fazla çürük insan yaratan bu ülkenin sonu, hızla gelecekse gümbürtülü bir kapışma, yavaş yavaş gelecekse koku alma duyusunu yok edecek yoğunluğa ulaşmış bir çürüyüşün sonundaki içi tümüyle boşalmış kütlenin “pof” diye çöküşü ile olacak. Öyle görünüyor.

Ne kadar yazık! Kuşkusuz yazık da, insan kendi geleceğine bakıp bakıp hayıflanır oturur mu?

Asıl şimdi sosyalizmin sırasıdır.

Yok, olmadı, yakışmadı. Şimdisi sonrası ne demek!

Her zaman sosyalizmin sırasıdır.