Seçim Geçip Gitmişken

Daha tam da geçip gitmiş sayılmaz gerçi. Sonuçlar üzerine olağanüstü derin tahliller attırılacaktır mutlaka. Metin Çulhaoğlu'nun kulakları çınlasın, "seçmenin, kimlere, hangi vurguyla, hangi mesajları" verdiğine ilişkin olarak akılları durduracak ayrıntıda yorumlar günlerce havada uçuşacak, ekranlara ve kâğıtlara dizilecektir.

Ama, ne kadar olsa, geçip gittiğini söylemekte önemli bir sakınca bulunmuyor.

Bununla birlikte, büsbütün gündemden çıkmadan, "Nedir bizim seçimlerle işimiz?" sorusunu ve bu sorunun beraberinde gelenleri hatırlamak iyi olabilir. Hatırlamak, diyorum çünkü, zaten biliyoruz da her günkü hayhuy ve koşuşturma içinde biraz unutmuş olabiliriz.

Kendilerine devrimci, sosyalist, komünist türünden adlar veren ve/veya böyle sıfatlar yakıştıran partilerin seçimlere katılmalarına ilişkin olarak genellikle dile getirdikleri, bu ad ya da sıfatlarla çelişmeyecek gerekçeleri aşağı yukarı iki başlık altında toplamak, çok yanıltıcı olmaz.

Bunlardan birincisi, geniş emekçi yığınların ve onların içindeki kümelenmeler ile bireylerin, böyle dönemlerde olağandışı bir siyasallaşma içine girmeleridir. Emekçi halkın, seçim dönemlerinde, siyasal seslenmelere daha açık, siyasal mesajlar karşısında daha algılayıcı, toplumsal mücadeleyi ve özellikle de bunun örgütlü olanını işaret eden çağrılara daha duyarlı hale geldiklerine ilişkin bir değerlendirme, yıllar boyunca, biraz abartırsak, kuşaktan kuşağa aktarılagelmiştir.

İkincisi ise seçim dönemlerinin burjuva demokrasisi açısından "istisnai" sayılabilecek kolaylık, serbestlik, özgürlük ortamları yaratmasıdır. Ortamın özelliklerine ilişkin olarak burada sıralanan sıfatların ve benzerlerinin kesinlikle göreceli bir anlam taşımaları da, o tür ortamların yaratılışında burjuvazi ile onun düzeninin ne derece "samimi" ve gönüllü olduğu da sonucu değiştirmez. Devrimciler, yasalara uygun olarak örgütlenmiş partilerle seçime girdiklerinde, üç aşağı beş yukarı, bu göreli özgürlük ortamından yararlanırlar.

İşte başlıca bu iki gerekçe ile denilir, seçim dönemlerinde, bir ideoloji olarak, o ideoloji çerçevesinde ortaya konulmuş bir siyaset/ülkeyi yönetme çizgisi olarak, emekçi insanlık için bir ve tek kurtuluş olarak sosyalizmi kitlelere ulaştırma, onları sosyalizm mücadelesi için örgütlenmeye çağırma işi, seçim dönemlerinde bazı ayrıksı kolaylıklardan yararlanma imkânı bulur.

Her iki gerekçenin de gerçekliğe uygunluk açısından çok büyük eksiklikler taşıdığı söylenemez. Bu iki başlık altında dile getirilenlerin tümü de geçmişteki örneklerde olsun, en son yaşanan seçim deneyiminde olsun, büsbütün anlamsız görünmemiştir. O deneyimleri yaşamış olanlar, bu gerekçelerde ileri sürülenlerin bir bölümünü, hatta kimileyin tümünü doğrulayıcı yaşantılar, gözlemler biriktirmişlerdir.

Ancak, seçimlere karşı tutum belirlerken, karar alırken sadece bu gerekçeler yeterli olmaz. İlkin, gerekçelerin kendileri birtakım eksiklikler, boşluklar taşımaktadır inandırıcılık ve yeterlilikleri, hem kuramsal olarak tartışmaya açıktır, hem de toplumsal eylemdeki sınamalardan geçemediği pek çok durum ortaya çıkabilmektedir. İkincisi ise seçimler söz konusu olduğunda bu gerekçelerin hemen her zaman yol açtığı, neredeyse kaçınılmaz kıldığı "seçime katılma" kararının dışında da karar ya da sonuçlar vardır üstelik bunlar da hem teorik tutarlılık hem de pratikte sınanmışlık açısından ötekilerden daha az güçlü değildir.

Şimdi, aynı sırayla ve hızlıca, bir göz atalım.

İlk gerekçede ileri sürülen, seçim dönemlerinde olağanın dışında bir politizasyon ortamının yaratıldığı, öyle alışkanlıkla, ezbere söylendiği kadar da gerçekliğe uygun bir saptama sayılmaz. Düzenin ve temsilcilerinin ellerindeki ideolojik, ekonomik ve teknolojik araçlarla aygıtlar ve bunlarla birlikte toplumsal/yönetsel imkânlar, sözü edilen politizasyonu emekçilerin işine yarama anlamında etkisizleştirmekte hatta, devrimcilerin aleyhine işleyen bir etkene dönüştürebilmektedir. Bugünün Türkiye'sindeki "serbest seçimler"de devrimci siyasal örgütlerin kullanımında olabilecek her türlü aygıt ve imkân, düzen bekçilerinin buyruğunda olanlarla herhangi bir karşılaştırmayı irrasyonel kılacak düzeydedir. Başka türlü olabileceğine ilişkin hiçbir işaretten de söz edilemez. Şöyle anlatmak daha doğrudur: Öyle bir karşılaştırmanın rasyonel olabileceği güce erişmiş devrimcilerin seçimlere girip girmeme kararı açısından, yukarıdaki iki gerekçenin ikisi de saçmalık düzeyine inecek, anlamsızlaşacaktır.

İkinci gerekçeyi ileri sürerken de artık daha dikkatli olmayı gerektirecek nedenler yeterince birikmiş durumdadır. Seçim dönemlerine özgü bir durum olarak kabul edilegelmiş burjuva legalitesinin artan titizlik gösterilerinin sağladığı varsayılan kolaylık ve serbestlik, pek çok sıradan ve değişken etkenle sınırlandırılmakta kolaylığın aşılmaz güçlüklere, serbestliğin soluk almayı bile zorlaştıran bir dar cekete dönüştüğü de sıkça görülebilen durumlar olmaktadır. Türkiye gibi büyük ve kalabalık bir ülkenin değişik yörelerindeki yerel yöneticilerin tutumlarındaki farklılıktan yine yerelliklerde ortaya çıkan sivil ya da paramiliter karşı devrimci örgütlenmelerin güç ve saldırganlıklarına, oradan da düpedüz yasal ya da yasal görünümlü seçim kısıtlamalarına kadar pek çok etkeni sıralamak mümkündür.

Oysa, burjuvazinin ister yüce gönüllülüğünün ister belli ölçülerde de olsa meşruiyetini sergileme çabasının ürünü sayılsın, seçimlere karşı alınabilecek doğru devrimci tutumlar, en edilgininden en etkin olanına doğru sıralandığında, uygun ve iyi belirlenmiş amaçlarla farklı güçlere ve partilere destek sağlamaktan çeşitli seçim ittifakları yapmaya, türlü protesto biçimlerine ve boykota kadar değişebilir. Her biri de, iki koşulu, bir, her adımında iktidarı almayı birincil ölçüt olarak gözetme ve bunun için hiçbir aracı mutlaklaştırmayıp hiçbirini ihmal etmeme anlamında devrimciliğini koruma ve, iki, "somut durumun somut çözümlemesi"ne dayanma koşullarını yerine getirme kaydıyla, doğru ya da geçerli olur. İsteyen ve birazcık zahmete katlanan, bunlara ilişkin yeterince örnek bulabilir.

Cumhuriyet gazetesinin dünkü hafta sonu ekinde yayımlanan Gamze Erbil imzalı kısa röportajda, burada sözünü ettiğimiz konuya ilişkin önemli bazı ipuçları vardı. Zapatistalar ve Meksika'daki toplumsal muhalefet ile ilgili bilgiler vererek bazı değerlendirmeler yapan, parti yöneticisi konumundaki bir Meksikalı komünist, Cabrera, komünistlerin de içlerinde yer aldıkları oradaki devrimcilerin 1980'lerden bu yana seçimlere katılmadıklarını belirtiyordu. Bunun nedeni, seçimlerin işçilerin, köylülerin ya da yerli halkların tercihlerini kesinlikle yansıtmadığına, seçim sonuçlarının önceden belirlendiğine inanmaları imiş. Zaten, halkın da bu açıdan umutsuz olduğunu ve uzun süredir seçimlere katılma oranının yüzde 40'lar dolayında seyrettiğini eklemiş Cabrera. Bu düşünce ve eğilimlerin sonucu olarak, 2006 yılına rastlayan seçim döneminde, komünist partiden derneklere ve köylü birliklerine, yerli isyancılardan sendikalara kadar geniş bir yelpazeden sol kesimler, "Başka Kampanya" adı altında bir araya gelmişler. Amaçlarını da "anti-kapitalist bir ulusal isyan hareketi örgütlemek" diye belirlemişler.

Tamam, Meksika'yı bir kenara bırakalım.

Bırakalım bırakmasına da, bizdeki seçimlere katılım oranları daha öyle yüzde 40'larla anlatılacak kadar düşük düzeylere gerilemiş değil, dolayısıyla halkın seçimlerden iyiden iyiye yüz çevirdiği ileri sürülemez ama, bizim buralardaki seçimlerin "işçilerin, köylülerin tercihlerini yansıttığına" yahut "seçim sonuçlarının önceden belli olmadığına" inanan devrimcilerimiz var mıdır acaba?

Yoksa ve olması da pek beklenemezse, hiçbirini sektirmemecesine her seçime katılmanın sorgulanması ne zaman başlayacaktır dersiniz?