“Şahsiyat Yapma!”

Bizim kuşağımız ve, bu kuşak bölümlemesini onar onbeşer yılla yapıyorsak, bizden bir öncekiler de genellikle bu öğütle yetişmiştir herhalde. Şahsiyat yapma, işi şahsiyata dökme!

Tartışırken, atışırken, dövüşürken, karşındakilerin özel hayatları ile, oradaki eksiklik ve zaaflarla, daha genel olarak da, kişiliklerle, kişilerdeki doğuştan gelen ya da sonradan edinilmiş yetersizliklerle uğraşma!

Büsbütün yanlış, yanıltıcı, hele hele anlamsız saymak, yukarıdakilere benzer öğütlerin en azından bazıları için, mümkün değil. Ancak, bazı kafa karıştırıcı yanlar da yok sayılmaz. Özellikle, bir yandan genel bir eğilim olarak bu öğüt ve yönlendirme doğrultusunda yetişirken, bunun tam tersini, basbayağı bir ustalık ve acımasızlıkla gerçekleştiren, deyişin tam anlamıyla, “şahsiyatın allahını yapan” ustaları, hocaları da olmuş kişiler açısından.

Kişi adları vermeden biraz daha somutlaştırmaya çalışarak devam edebiliriz.

Diyelim, değişik türlerde epeydir yazıp çizen, eskiden hiç değilse genel anlamda solcu sayılmış ve o sayede şan şöhret kazanmış biri, şehirler arasında “uçan profesör” olarak gidip gelirken, havaalanlarında son zamanların en güçlü dini cemaatinin görevlileri tarafından otomobillerle karşılanarak getirilip götürülüyorsa, bunu konu edinmek şahsiyat yapmaya girer mi? Aynı kişi, Çankaya yahut Dolmabahçe köşklerinde devlet ricali ile görüş alışverişi yaparken birlikte olduğu başka yazarların bunamışlığını, çenesi düşüklüğünü, şusunu busunu dedikodu ediyorsa, bunun başka insanlarca bilinmesini sağlamak, şahsiyat yapmak sayılır mı? Bu soruların yanıtları hayır olmalıdır. Hayır, bunlar şahsiyat yapmak değildir. Yok, tanım gereği öyledir denilecek olursa da, bunu yapmakta bir kötülük yoktur.

Diyelim, ülke yönetiminde çok yetkili konumlarda bulunan, bakan, başbakan türü unvanlara sahip insanların gözle görülür olmayan ya da gözle görülmesi çeşitli yollarla önlenen ruh ve beden sağlığı ile ilgili engelleri var. Bunları ortaya koymak, bunlar üzerinde durmak şahsiyat yapmaya girer mi? Girmez. Girse bile, şahsiyat yapmayacağız diye bunları konu dışı bırakmak, hem ülkeye ve halka kötülük etmektir, hem de politikada yahut sınıf mücadelesinde eksikli davranmayı, yetersiz kalmayı kabullenmek demektir.

Buna benzer bir örnek olarak, diyelim, ülke yönetiminde önemli yerlerde bulunan, pek çok alanda etkili olan egemen sınıf bireylerinin ve onların temsilcilerinin çalıp çırpmalarını, yolsuzluklarını, yürürlükte bulunan ve esas itibariyle kendi sınıflarının ürünü yasalara bile aykırılık oluşturan iş ve işlemlerini açığa çıkarmak, açığa çıkarmanın da ötesinde, düpedüz dile dolamak da, bu öğüt açısından, yanlış olmaz daha açıkçası, şahsiyat yapmak sayılmaz.

Ahlak ve maneviyat şampiyonu politikacılar vardır. Açılıp örtünmekten oturup kalkmaya kadar her yapılana, nerdeyse atılan her adıma o açıdan bakarlar öyle bir iddianın ardına düşmüş görünürler. Oysa, bu tip politikacıların çoğunluğu, hiç değilse önemli bir bölümü, kendi özel hayatlarında, birtakım genel kabul görmüş ilkeler bir yana, kendi tanım ve ölçütleriyle bile ahlaka aykırı yollara girmekten hiç geri kalmazlar. Üstelik bunların gizli kalması için kamusal imkân ve kaynakları da alabildiğine kullanırlar. Bu tür durumları birer ikişer saptayıp açığa çıkarmak da yine şahsiyat yapma kapsamında değerlendirilemez. Hatta, tam tersine, bu tür sayıp dökmelerden uzak durmak, gereğince mücadele etmekten kaçınmak anlamına gelir.

Sonuç olarak ve kısacası, şahsiyat yapmadan siyaset yapmak, sınıf mücadelesinde önemli mevziler elde etmek oldukça zordur. Yukarıda sadece birkaçını sıralamaya çalıştığımız örneklerde de açıkça görülebildiği gibi, şahsiyat yapmaktan kaçınmanın, çok işe yarayabilecek silahları elinin tersiyle itme anlamını taşıdığı besbellidir.

O kadar da değil. Bir de şu açıdan bakmak gerekir: Birbirleriyle karşı karşıya konumlanmış bulunan sınıfların her günkü kapışmasında bir bütün olarak sınıfın kendini göstermesi, herhangi bir işi, eylemi sınıf olarak sergilemesi, dolayısıyla bunların sonucu olan kötülükleri yapması, oldukça seyrek görülen durumlardandır. Çoğu durumda, egemen sınıfın bir, bilemediniz birkaç üyesinin gerçekleştirdiği işler ve kötülüklerle karşılaşır, onlardan etkilenir insanlar. Bunların üst üste gelip birikmesiyle, kimileyin kural ve yasa durumuna getirilmesiyle de sınıf olarak işlenmiş kabahatler ve suçlar ortaya çıkar. Ama bu sonuncuların yeterli açıklıkta anlaşılır kılınması için topluca onları oluşturan bireysel yapıp etmelerin gösterilmesi, gerektiğinde kör kör parmağım gözüne bir kabalıkta ve sıklıkta anlatılması kaçınılmazdır.

O halde, birincisi, “şahsiyat yapmama”nın ancak dostlar arasındaki tartışmalarda, mücadele ve çekişmelerde uyulması şart koşulabilecek bir ilke olarak ileri sürülmesi mümkündür. İkincisi, bunun genelgeçer bir ahlak ya da davranış ilkesi olarak belirlenmesi, başka etkenler bir yana, sınıflar arasındaki mücadele ile herhalde hiç gerçek olmamış bir soylu şövalyeler arası boy ölçüşmenin birbiriyle karıştırılmasının ürünü olabilir. Böyle olmakla da kalmaz kuşkusuz, sınıf mücadelesinde hep eksikli davranma ve yenilmekten bıkmayacak kadar kahraman bir dövüşçü olmayı yüceltme sonucunu doğurabilir. Öyle kahramanlar olmaktansa, şahsiyat yapmakla suçlanmak yeğdir.

Ayrıca, bilerek ve gereklerini yerine getirerek kişilerle uğraşmanın, herkesin harcı olduğu da sanılmamalıdır. Böylesi, ciddi bilgi ve deneyim birikimi, hatırı sayılır bir çözümleme yeteneği ve küçümsenmeyecek bir sağlıklı veri toplama emeği gerektirir. Bunların tümü bir araya getirilemediğinde, işte o zaman, şahsiyat yapmak, bizim aldığımız terbiyeye uymayan bir sövüp saymaya dönüşebilir. Her zaman dönüşmeyip kimileyin de sadece öyle bir izlenim yaratır. Ama, o kadarı bile bizim terbiyemize yakışmaz.