Profesörlüğün Sefaleti

Ben böyle bir başlık atacak adam mıydım?
Elbette değildim. Beni bu zamane profesörleri zıvanadan çıkardı o yüzden böyle yakışıksız sözler ediyorum.
Gerçekten de yakışıksız sözdür hepsinden önce, birinci kuşak Cumhuriyetçi, hem o Cumhuriyet'in yetiştirmesi hem oradan öğrendiği doğruları çocuklarına öğretmeye uğraşmış bir adam olan babamın öğretilerine uymaz, o yüzden. O bize okuyup yazmayı, öğrenmeyi bu çabaya ne herhangi bir tanrısal, dinsel ve saire tabunun ne de ufak tefek çıkarların engel olabileceğini, olmaması gerektiğini öğütlerdi. O öğütler arasında "profesör" sözcüğünün, kendi başına, bir saygınlık taşıdığı da vardı. Şimdi rasgele yazdığım kadar olsun bir kavramsal açıklığı yoktu kuşkusuz ama öğütledikleri tam da buraya çıkıyordu. Başlığa yazdığımın yakışıksızlığı, ilkin, buradan geliyor.
İkincisi, halkımız da, bizim yetişip akıl erdirebilir olduğumuz yıllarda, görkemli altmışlarda, "profesör" denilince önünü iliklerdi. Bu önünü ilikleme, sefil perişan köylünün jandarma başçavuşu yahut devlet kapısında ekmek bulmuş emekçinin müdürü karşısında alıştırılmış olduğu yaltaklanmaya benzemezdi. "Profesör" denilen kişi, kendisinin bilme şansına erişemediklerini bilen ve o bilgisiyle dar zamanında kendisine yol gösterebilecek bir ademdi. Bu cümleyi yazarken, önce, Adem ya da Havva idi, diye fiyakalı bir üslup tutturmayı düşünmüştüm ama ayakları yere, gerçekliğe basmayan bir fiyaka olacağı için vazgeçtim çünkü, halkımızın Havva'ları o kategoriye uygun görmediği besbelliydi. Cumhuriyet hiçbir zaman öyle bir gelişkinliğe ulaşamadı.
Peki, profesörlükle sefaleti bağdaştırmak nereden çıkıyor şimdi?
Şu "soL portal"da iki gün önce okuduklarımdan...
Buradaki "portal" sözcüğünü söyleyip yazarken aklıma postal geliyor. Postalı gençken hep giyerdik, hâlâ da giyeriz, karda kışta çok yarayışlı olmakla birlikte pek kaba saba ve rahatsız bir ayakkabıdır. Her zaman giyilmez. Buna benzer çağrışımların yanı sıra söyleyiş olarak da kaba saba bu sözcüğe ısınamadığımı dile getirmiş oldum sanıyorum. O yüzden ben "günlük soL" demeyi tercih ediyorum bir de haftalık olanı var çünkü.
Devam edelim. Tümüyle oradan çıkıyor değil elbet ama orada okuduklarım bardağı taşıran damla oldu. Ben çoktandır kendim için bir ölçüt koymuş durumdaydım. Orada okuduklarımdan sonra kendim için uyguladığım ölçütü herkesin işine yarar diye ortaya atıp önermek istiyorum. Geçen Perşembe günü soL'un manşet yaptığı habere göre, Mardin'deki katliam vesilesiyle gündeme gelen kan davalarının "bu topraklardaki cinayet işleme kültürü"nün izin verdiği ölçüde icra edilmesinin bir yere kadar anlaşılır bulunabileceğini, asıl incelenmesi gereken sorunun, katliam kurbanlarının namaz kılarken öldürülmeleri olduğunu söyleyen bir Yeni Şafak gazetesi yazarı varmış. Günlük soL'un 7 Mayıs tarihli manşet haberinden adı bulunabilir. Ama, halkımızın tavrını izleyerek, bu tür adları zorunlu olmadıkça anmadığımız biliniyor.
Önemi yok. Gazeteler böyle yazarlarla dolu. En cahilleri, köşe yazarı yapılıyor. Ancak, bu kadar değil. Daha ileride, bu yazarın İstanbul'daki kafa kesme ve öldürdüğü bedeni parçalama biçiminde icra edilen, icracısının tanınmış bir zengin ailenin çocuğu olduğu cinayete ilişkin olarak da, birkaç fırça darbesiyle, çözümlemeler yaptığını öğreniyoruz. O çözümlemenin sahibinin bu cinayeti de anlamakla birlikte cesedi parçalayarak çöpe atmanın "esbabımucibesini" anlayamadığını görüyoruz kendisi bu deyişi kullanmıyor da, ben burada yakıştırmış oluyorum. Kendisi, şimdi "gerekçe" olarak kısaltılan bu eski sözü ya da yenisini kullanmıyor açıklayıcı bir neden olmadığından söz ediyor. Ortaya çıkan sonuçları açıklayıcı nedenlerin peşine düştüğünü anlatmak istiyor, herhalde.
Ne de olsa, bir bilim adamıdır. Evet, "bilim adamı"! Meğer, bu zat-ı muhterem bir profesörmüş ve en son iteklenip kurulanlardan sonra artık eskiler arasında sayılabilecek üniversitelerimizden birinde "ana bilim dalı başkanı" olarak görevliymiş.
İşte, benim çok uzun süredir kendim için, kendi yaşantılarımda şaşmazlığı kanıtlanmış bir yol gösterici olarak kullandığım ölçütü herkes için önermeme yol açan damla budur böyle bir profesörün varlığıdır. Ancak, bu tür profesörlerin yığınla, belki de daha uygun bir deyiş kullanırsak, sürüyle olduğu hiç de şaşırtıcı bir bilgi sayılamayacağına göre, buradaki örnek niye "bardağı taşıran son damla" olsun? Bu soruya inandırıcı bir yanıtım yok hele, son günlerden rasgele iki örnek de, badem bıyık tayfasından bir valinin kız çocuklarına ayrı okullar açalım önerisini işe yarar bulan anlı şanlı hanım profesör ile Genel Kurmay Başkanı'nın en çok başvurduğu kaynak unvanını yeni edinmiş olmakla birlikte orta okul tarih bilgisinden yoksunluğu Yalçın Küçük tarafından gösterilmiş (bkz. Yeni Harman dergisinin son sayısı ve odatv.com) bir başka profesör olunca, şöyle deyip geçmek en iyisi: Bardak o kadar dolmuş ki, yeni bir damla olmadan da taşabiliyor yahut, damlalar o kadar hızla çoğalıyor ki, hangisinin sonuncu olduğunu ayırt etmek mümkün olmuyor. Kendi kendime uygulayıp hiç yanılmadığını gördüğüm ölçüt ise şuydu: Herhangi bir yerde konuşmakta olan birini dinliyor, nerede olursa olsun bir yazıyı okuyorsanız, şu ya da bu nedenle dinlemeye yahut okumaya niyetlendiyseniz, konuşanın ya da yazanın kim olduğundan önce, "profesör" olup olmadığına bakın. Eğer bu unvanı taşıyorsa ve siz de kendisini daha önceden tanımıyorsanız, sakın, vaktinizi boşa harcamayın ya da, daha geçerli bir ilke olarak şöyle de anlatılabilir, güvendiğiniz insanlar arasında kendisini bilen biri var mı araştırın ve ondan olumlu bir referans almadan vaktinizi ayırmayın.
Yazıktır! Hem yazık hem de günahtır çünkü, vaktiniz sadece kendinize ait değildir. Sadece kendisine ait olmayanı çarçur etmekten büyük günah olmaz. Kılavuzu karga olanın düşeceği durum da cabası...