Ölüm, Adın Ne Olursa Olsun!

Cumhuriyetin sayıları o sıralar çok az olan üniversiteli kızları arasındaydı bu anlamda, üniversiteli kızlarımızın öncü kuşaklarının bir mensubuydu. Onların içinden çıkmış, sayıları daha da az komünistlerdendi.

Yıllarca "kamu emekçisi" olarak çalıştı o zamanlar, bu deyiş yoktu, "memur" deniliyordu. Anne de oldu çocuklarını da büyüttü.

Bir emekçi olarak siyasal mücadeleye katıldı. Görkemli altmışların Türkiye İşçi Partisi'nde yer aldı. O yerini hiç bırakmadı hiç unutmadı.

İşçi sınıfı mücadelesinin kökünü kazıma misyonu ile hareket eden seksenlerdeki eylül rejiminin gözü dönmüş baskı günlerinde, sağlıklı damarlardan yeniden uç vermeye başlayan örgüt filizlerine de uzak kalmadı. Sosyalist Türkiye Partisi'nin kurucuları arasındaydı. Onun kapatılmasından sonra kurulan Sosyalist İktidar Partisi'ne katıldı. Beş gün önce öldüğünde, Türkiye Komünist Partisi'nin üyesi idi.

Geride bıraktığı arkadaşları, gazeteye verdikleri ölüm ilanına "Kavgamıza tebessümü kattı, örgütleyemeyeceği kimse yoktu." diye yazdılar. Ne güzel bir övgü!

Adı Selma Cerit'ti benim dostumdu.

Her karşılaşmamızda mutlaka oturur, ya da oturmadan ayak üstü, iki çift laf ederdik. Kimileyin, birbirimizden habersiz olarak içinde bulunduğumuz o ilk Türkiye İşçi Partisi'nde olup bitenlerden, oradaki tanıdıklarımızdan konuşurduk. Kimileyin, şu köhnemiş düzenin aşağılık adamlarının gerçekleştirdikleri yeni rezilliklerden söz ederdik. Kimileyin, o benim son yazımı gündemimize getirir, "Pek güzel olmuş, tam yerine oturmuş!" derdi ya da "Şurasını neden öyle yazdınız tam anlayamadım?" diye eleştirici sorular yöneltirdi. Kimileyin de bütün bunların dışında, çok anlaşılır, çok insani dertleşmelerimiz olurdu. Sözün gelişi, bir parti işinin peşine düşüp ya da hiç böyle bir neden olmaksızın, uzunca bir süredir kendisini habersiz bırakmış kardeşinden ya da oğlundan yakınırdı. Biri büyüğüm öbürü küçüğüm ve ikisi de yoldaşım olan o kaçaklar hakkında bir süre onunla birlikte söylendikten sonra, "Canım Selma'nım, bunlar da çocuk değiller ya! Hem, disiplinli adamlardır, merak etmeyin, bir iki güne kadar bir haber alırsınız." diye teselli etmeye çalışırdım. Söylediklerimi pek inandırıcı bulmasa da, çaresiz, kabul etmiş görünürdü.

Tam da burada yazdığım gibi, sizli bizli konuşurduk. Memur günlerimizden kalma bir alışkanlık mıydı, sanmıyorum. Öylesinin daha yakışır, daha uygun olacağını düşündüğümüzden olmalı. Üstelik, pek de güzel yakışık alacağı halde, nedendir bilinmez, ona hiç abla demezdim. Sadece ve her zaman, Selma Hanım söylediğim gibi yazarsam, Selma'nım.

Bizim mekânlarımızda, parti çalışmalarında, salon toplantılarında ya da sokak eylemlerinde onu gördüğümde, "Şimdi tamamız işte!" diye aklımdan geçirirdim, "Bütün uzuvlarımız yerli yerinde, sapasağlam ayaktayız ve işimizin başındayız." Onun küçücük, incecik, nahif, hoyratlıklar karşısında kırılıp dökülmeye açık, buna karşılık çok doğal, çok sıradan, ama çok gerekli bir işin ardına düşmüş izlenimi yaratan inatçı, kararlı görüntüsü, beni böyle düşündürürdü.

O görüntü olmayacak artık hayatımızı, mücadelemizi o görüntü olmadan sürdürmeye alışmak zorundayız. Olmadan derken, ona dokunamadan, onunla selamlaşamadan, onunla konuşamadan, demek istiyorum. Yoksa, bize güç veren, bizi rahatlatan, bu topraklara köklerimizle tutunduğumuzu bize hatırlatan o görüntü, her zaman önümüzde arkamızda, yanımızda yöremizde, kalabalığımızın içinde olacak.

O yoldaş çocuklarıyla birlikte mücadele edebilmenin mutluluğuna erişmiş bir insan olarak aramızdan ayrıldı.

Şimdi bize düşense, uzun süredir onunla birlikte yürüdüğümüz bu yolun mutlaka sonuna ulaşmak ve onun mutluluğunu çoğaltmaktır.

Hoşça kal genç kardeşlerimizin Selma Teyze'si!

Hoşça kal sevgili yoldaşım Selma Abla!