Neden “Berbat”?

Geçen haftaki yazıyı, yakın geleceğe ilişkin bazı senaryolara satırbaşlarıyla değindikten sonra, bunlara berbat demenin neden uygun olduğu üzerinde düşünmek gerektiğini vurgulayarak bitirmiştik. Gelen tepkiler, yanıt vermenin zor olmadığını ve verilecek yanıtların bir iki noktada ortaklaşacağını sanmakla yanıldığımı gösterdi. Dolayısıyla, o yazıyı bu hafta da sürdürmek şart oldu.

Önce, Farsçadan dilimize girmiş bu sözcüğün, kötü, kirli, perişan, harap anlamlarını taşıdığını hatırlatarak başlayalım. Çok kullanılan yabancı sözcüklerin bile anlamlarının doğru dürüst bilinmeyişiyle sık sık karşılaştığımız için gereksiz sayılmamalı.

Gelelim söz konusu senaryolara berbat demenin nedenlerine...

Orada sıraladıklarımızın tümü de düzenin çöküşü, büsbütün çöküşü olmasa bile, atlatılması kolay olmayacak sarsıntılar içine girmesi ile ilgiliydi. O yüzden olmalı, "Kapitalizmin durmadan yinelediğimiz çöküşünün yaklaşmasına ilişkin senaryolar niye berbat diye nitelensin?" türünden soruların ortaya çıkabildiği anlaşılıyor. Bu soruların altında "Bu tür senaryolar, olsa olsa, bu düzenin ve onun sahiplerinin çıkarları açısından berbat olabilir." diye anlatılabilecek bir kabulün varlığından söz etmek mümkün.

Oysa, senaryo diye adlandırdığımız o olasılıkların hepsiyle ilgili olarak değilse bile bazıları ile ilgili olarak emekçilerin karşılaşacakları kötü durumlara, sıkıntılara, yıkımlara da değinmiştik. İşsizliğin ve yoksulluğun artması, emekçi halk içinde etnik kökenlere bağlı bölünmelerin tırmandırılarak kanlı çatışmalara dönüştürülmesi, komşu coğrafyalardaki olası emperyalist savaşlarda cepheye sürülecek emekçi gençlerin kırılması bunlar arasındaydı.

Bunların, değindiğimiz itirazı geçersizleştirmek yerine pekiştirecek argümanlar sayılabileceğini ise hemen belirtmemiz gerekiyor. Şöyle de anlatabiliriz: Çok eskilerden beri, işçi sınıfı, emekçiler ne kadar yoksullaşıp sürünür, ağır baskılar altında kalıp ezilirse, o kadar çok bilenir, bilinçlenir, kavgaya hazır ve kavga eder hale gelir, diye özetlenebilecek bir anlayış vardır. Biraz abartıldığı için karikatürize edilmiş görünen bu sözcüklerle dillendirilmemekle birlikte, böyle anlatıldığında daha büyük bir açıklıkla ortaya konulabilen bu anlayışın mantıksal uzantısı, en devrimci toplumsal kesimin lumpen proletarya olduğuna kadar gidebilir. Ancak, çoğu kez açık değil gizli biçimde bu tür bir anlayışı sergileyenlerin, bu uca kadar gittikleri az rastlanan bir durumdur elbette.

Ne zaman böyle durumlarla, bu anlayıştaki devrimcilerle karşılaşsam, başka bir bağlamda da olsa, buna benzetilebilecek bir tartışmayı, Lenin'in, devrimin emperyalizmin zayıf halkasında ortaya çıkacağı yolundaki kendisine ait öngörüyü savunurken başka bir uca savrulan Buharin'i düzeltmesini hatırlarım. Devrimin emperyalizmin en zayıf halkasında gerçekleşeceğini söyleyen "Partinin sevgili çocuğu"na karşı çıkarak "Hayır, en zayıf değil, zayıf halkasında!" diye küçük görünen, ama çok önemli bir düzeltme yapmıştı Lenin. Eğer "en zayıf" halkada ortaya çıkacaksa, devrim kendiliğinden olacak demektir. En zayıf halkada işçi sınıfı da çok zayıftır hem toplumsal hem siyasal olarak. Oysa, devrim kendiliğinden olmaz, işçi sınıfı tarafından yapılır. Bunun için de o sınıfın belirli bir gelişkinlik düzeyine ulaşmış olması gerekir.

Buradan esinlenerek şunu söyleyebiliriz: En çok ezilen, en çaresiz yoksulluk ve en ağır baskı altında sürünen, mücadele peşinde olmaz. Onun peşine düşebileceği, açlıktan ölmesini bir kez daha önleyebilecek bir somun ekmek, içine düştüğü rezilliği katlanılabilir gösterecek bir yumuşama belirtisidir.

İşte, birincisi, o bazıları resmedilen senaryo ya da olasılıklara "berbat" demenin birinci nedeni budur. İşçi sınıfını, emekçi kitleleri daha da yoksul, daha da ezilmiş, daha da sadaka bekler duruma getirecek her olasılık, kuşkusuz çok kötüdür. Ayrıca, biz, her birimiz de o emekçilerin arasındayız, onlardan biriyiz. Bugünkünden daha beter sürünür duruma gelmek elbette berbattır kötünün de kötüsüdür. Mazoşist değilsek, böyle düşünmemiz doğaldır.

İkincisi ve belki de daha önemlisi ise şudur: Dikkat edilecek olursa, o senaryolarda ya da ayrı ayrı ve birlikte gerçekleşebileceği, üstelik de bunun bir iki yıla sığabileceği ileri sürülen olasılıklarda emekçilerin ayaklanmasına, o kadarını bir yana bırakalım, siyasal ve başka nitelikteki örgütlerinin hızla gelişip güçlenmesine, şu ya da bu ölçüde belirleyici konumlara ulaşmasına ilişkin herhangi bir öngörü, kestirim, hatta beklenti dile getirilmemiştir. Bütün o söylenenler, bazıları ya da tümü birden, gerçekleşebilecek ve o arada emekçiler olup bitenlere herhangi bir yolla müdahil olma ve gerçekleşmeleri kendilerinden yana çevirebilecek yahut, hiç değilse, kendilerine daha az zarar verecek biçimde etkileyebilecek konumda bulunmayacaklarsa, bundan daha berbat ne olabilir?

Eğer bu saptamalar büyük ölçüde yazarının öznel bakışından kaynaklanıyorsa, dert değil, "Kötümserliğin dozunu abartmış!" der geçeriz. Yok, nesnel durumla, o durumu yansıtan verilerle kabul edilebilir bir uygunluk gösteriyorsa, belki de, "berbat" sıfatından bile daha ağırını bulmak gerekecektir.

Ama, her iki durumda da, devrimin hayalini kurmaktan vazgeçmemek esastır. En acemi mimarı en usta arıdan üstün kılanın, bizim türümüzün kuracağı yapıyı hayal ederek önceden kafasında kurması olduğunu biliyoruz çünkü. Esas olan buysa, tamamlayıcı olan da şu algıdır: Yapılması gereken iş ne kadar çok ve kullanılabilecek süre ne kadar az!