Küçük ayrıntılar

Aşağıda değinilecekler ayrıntı sayılır mı, bir; küçük sayılır mı, iki. Bunlara ilişkin üç beş laf etmeden sadede gelmek mümkün görünmüyor. Öyleyse bu iki soruyla başlayalım.

Şöyle: Ayrıntı olmak, önemsiz olmak anlamına gelmez. Bir yığın kanıt ve kanıtların çoğunu içine alıp özetleyen özlü söz bulmak mümkün. İlk akla gelenlerden birini yazıp geçelim: Şeytan ayrıntılarda gizlidir.

Demek, değineceklerimiz bazı bakımlardan ayrıntı sayılabilir; ama önemsiz oldukları ileri sürülemez.

İkinci soruya gelince, durmadan konuşulanların küçük oldukları kesinlikle söylenemez. Hani bir yıl kadar önce, aynı cenahın adayı cumhurbaşkanı seçimi sonunda “adam kazandı” demişti ya, oradaki inanılması güç aymazlığı bir an görmezden gelerek yinelemek mümkün: Adam kazandı, hem de farkı 800 binin üzerine çıkararak, başka bir anlatımla, yaklaşık 62 katına yükselterek. Aldığı oyu da, geçenlerde bizim mektepten mezun, yeni yetmeliği geride kalmışsa da yeni şöhret oluşu besbelli bir gazeteci yineleyip duruyordu, bu kadar yinelediğine göre doğrudur bir kenara yazayım demiştim, şimdi oradan aktarıyorum, 4 milyon 761 bin oy almış.

Bunlar kuşkusuz büyük sayılar. AKP’nin ya da “reis”in yahut cumhurcuların hezimeti diyenlerin, hezimetin başındaki yakıştırmaların uygunluğu bir yana, sonucu betimleyen sözcüğün anlattığı bakımından, abarttıkları söylenemez. Zaten hezimet diyenler arasında muhalifler kadar en militan destekçilerin de yer aldığı görülüyor. Şimdi, bu hezimetin nedenleri ve, onlarla bağlantılı, yapılacaklar ve büsbütün batmamak için yapılması gerekenler üzerine yığınla spekülasyon ortalıkta dolaşıyor. Tümünde değilse bile çoğunda az çok doğruluk payı var. Reisin, ikide bir tırnak içine almayalım artık, partisinde de kabinesinde de değişiklikler olur. AKP’nin içinden ya da eski içinden partiler de çıkar. İktidardaki koalisyonun küçük, küçücük, ama kendi önemsizliğine rağmen ister istemez reisin damgasını taşıyan “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” sayesinde hâlâ önemli ortağında sıkıntılar, belki de çatlamalar olur.

Ama bu yazı açısından bunlar önemli değil.

Bu yazı için önemli olanın ne olduğunu anlatabilmek, ne küçük ne de ayrıntı sayılabilecek noktalara dönmeyi gerektiriyor.

Birdenbire sadece İstanbul halkımızın değil bütün halkımızın kurtuluş umuduna dönüştürülen bu genç de denebilir acemi de denebilir talihli de belki denebilir siyasetçinin, kendi sözünü tutarak “mal varlığı”nı açıklayışına tanık olduk. Geçen haftaki yazıda konu ettiğimiz ikili atışmada, aslında atışma denemez de tartışma hiç denemeyeceği için böyle söylüyorum, söz vermişti, sözünü tuttu. Biz emekçileri ilgilendiren başka sözlerini de tutup tutmayacağını elbette izleyeceğiz.

Söz eksikli de olsa tutuldu tutulmasına ama ortaya çıkan tablo, Brecht’in geçen hafta sözünü ettiğimiz “okumuş” emekçisinin aklına gelenlere benzer sorulara yol açmıyor değil.

İstanbul’un ve bilcümle memleketin umudu yeni belediye başkanımızın, açıkladığı “mal varlığı”na bakacağız da, ondan önce, tutulmuş sözün eksikli olduğuna ilişkin yukarıdaki itirazın ne anlama geldiğini açıklamak gerekebilir. Bunun için, İmamoğlu’nu içtenlikle desteklediğinden kimsenin kuşku duyamayacağı bir kıdemli gazetecinin, Necati Doğru’nun dün yazdıklarına göndermede bulunmakla yetineceğim: “Ekrem İmamoğlu mal varlığını açıkladı. Liste kabarık. Merak uyandırdı. Kendisinin, eşinin ve babasının sahip olduğu malların hangilerini Beylikdüzü Belediye Başkanı olduktan sonra edindi ve onları edinebilecek parayı nasıl kazandılar? Bunu da açıklamalı. Mal beyanı böylece açıklık kazanmalı ve böylece biz vatandaşlar ‘Türkiye’de artık siyaset gücünü ele geçirmek, zenginleşme aracı olmaktan çıkıyor’ diye sevinebilmeliyiz. İmamoğlu, sahip olduklarını nasıl ve ne zaman kazandığını açıklamalı ki, bizim aynı soruyu Tayyip Erdoğan’a, Binali Yıldırım’a ve kamu gücünü siyaset yoluyla ele geçirmiş diğerlerine de sorma hakkımız doğsun. Şu kadar malım var demek yeterli değil, nereden ve nasıl buldun onu da birlikte açıklamak gerekli.”

Böyle bir ek açıklama gerekir gerekmesine de eldeki açıklamanın büsbütün yetersiz olduğunu kim ileri sürebilir?

Hiç ayrıntıya girmeden şu kadarını söyleyebiliriz: Yapılan açıklamadaki alacaklar ve borçlar kısmını, burada alacaklar lehine bir durum görünmekle birlikte, bir yana bırakırsak, bu yeni parlayan genç siyasetçinin herhangi bir emekçinin düşlerinde bile yer alamayacak bir mal varlığına sahip olduğu anlaşılıyor. Çarçabuk toplamaya çalıştım, 7 milyon liranın üstünde bir toplama ulaşıyor. Bu paradan sıfır atmalarla falan aklı karıştırılan halkımızın sık sık başvurduğu bir göndermeyle, eski parayla 7 trilyonu geçiyor, denebilir. Basınımızın ilk ekonomi sayfası düzenleyicileri arasında sayılan Doğru’nun “Liste kabarık. Merak uyandırdı” demesi boşuna değil. Daha ellisine gelmeden bunca mal mülk elbette emekçilere özgü bir durum olamaz. 

Ancak, asıl işaret ettiği nokta önemsiz olmamakla birlikte, Doğru’nun yazdıklarında haklı görülemeyecek iki yan var. Biri, başka siyasetçilere nasıl ve nereden kazandın sorusunu sorma hakkını elde etmek için falancanın ya da filancanın öyle bir açıklama yapmasını beklemek gerektiği. İkincisi ve daha önemlisi, siyasetçilerin genellikle malı mülkü bol kimseler arasından çıkması. Üstelik, bunun çoğu kez hiç de umursanmaması, tersine çok doğal, olması gereken ya da itiraz edilemeyecek bir durum olarak kabul edilmesi.

Kapitalist toplumda yönetimin mülk sahiplerinin, baştan beri kullandığımız sözcüklere uygun olarak söylenirse, “mal beyanı” dolgun kimselerin elinde bulunması, şu tuhaf deyimle “eşyanın tabiatına uygundur” gerçi. Uygun olmasına uygundur da o eşya da o tabiat da öncesiz ve sonrasız değildir.

Bununla birlikte, yerel yönetimler olarak adlandırılagelmiş alanda somut tepkiler ve izlemeler bir kenara bırakılmamalıdır elbette. Bu bağlamda, Oğuz Oyan’ın üç gün önce burada yazdığını yinelemekte sakınca yok:

Şimdi sol siyasete düşen, hangi partinin adayı tarafından yönetilirse yönetilsin yerel yönetimlerin sermayenin ve merkezi iktidarın değil yerel halkın taleplerine uygun programlar uygulamasını denetlemek ve bunun için gerekli toplumsal baskıyı oluşturmaktır.