Kötümser mi, karamsar mı?

Ne fark var?

Sözlüklere bakıldığında, ikisi arasında bir fark olmadığını sanmak mümkün. Bu iki sözcük birbirinin karşılığı olarak veriliyor. Günlük konuşmalarda da, sık sık, böyle anlaşılıyor ve bu anlayışa uygun biçimde, aralarında bir anlam farkı yokmuşçasına, birbirinin yerine kullanılıyor.

Bence öyle olmamalı. Zaten, çoktandır, yazarken ve konuşurken, bu kanıma uygun biçimde davranıyorum. İlkin, on beş yıldan biraz daha uzun bir süre önce yazılı olarak tartışmıştım. Daha sonra da bir iki kez daha değindiğimi hatırlıyorum.

Uzatmadan yineleyebilirim. Karamsarlık, neredeyse bütün umutların kesildiği, herhangi bir ışık görül(e)meyen bir durumun anlatımıdır, daha çok da bir tür ruh durumudur. Kötümserlik ise verili koşulları az çok nesnel bir yaklaşımla irdeledikten sonra, kısa ya da uzun, ama mutlaka sınırlı bir zaman dilimi için, olumlu beklentiler içinde ol(a)mamak ile ilgilidir.

Böyle bir bakış açısının doğal uzantısı olarak da kötümserlik, zaman zaman, nesnel değerlendirmeler yapabilmenin sonucunda ulaşılacak bir nokta yahut tutum buna karşılık, karamsarlık, insanı edilginleştiren, eylemsizleştiren ve kaçınılması gereken bir yaklaşım olarak anlaşılmalıdır. İlki kimileyin gerekli ve yararlı olurken, ikincisi her zaman zarar verici ve teslimiyeti haklılaştırıcı bir etkiye yol açar.

Yaşadığımız günlere, biraz sınırlamaya gidersek, bu günlerdeki ülkemize ve çevresine bakıldığında, iyimser olabilmek için işaret edilebilecek olguların sayısı ve belirginliği, herhalde, olabilecek en düşük düzeydedir. Buna karşılık, oldukça sınırlı büyüklükte bir kesim dışında hemen herkesin olumsuzluğu üzerinde görüş birliğine varabileceği etkenler, hem sayıca çok fazla hem de ürkütücü bir çözümsüzlük izlenimi yaratıyor.

Ne kokusu ne görünümü benzediği halde “bahar” olarak sunulan ve hemen hemen iki yıldır ülke yönetenlerinin tam boy dahil olmak için ellerinden geleni yaptıkları bir kargaşa var. Güneyinden sokulup ülkeyi kuşatan bu kanlı kargaşa, hafifleyip şiddetlenmekle birlikte çok uzun zamandır süregiden içerideki savaşla da yan yana konduğunda, hiçbir karanlık senaryoyu gerçeklerden kopuk ve abartılı saymak elden gelmiyor. Hele bu iki kanlı kargaşanın iç içe geçme olasılığı akla getirilirse, uzun zamandır bizlerin de değinmekten geri durmadığımız yakın gelecek öngörülerinin uçukluk düzeyinde kötümser olanları bile, kimseye şaşırtıcı görünmüyor.

Öte yandan, rasgele bakalım sağa sola, en çok gördüklerimiz en iç karartıcı olanlardır.

Erkekler, eşlerini, eski eşlerini, sevgililerini, sevgili demekten utandıklarını, genellikle kızları olan çocuklarını kesmekle meşguller.

Kadınlar, bir yandan koyun misali başlarını uzatırken celebe, bir yandan da o başlarını süsleyen güzelim saçlarının kendilerini kesenler dışında kimselere görünmemesi için örtünmeye uğraşıyorlar.

Artık, bir iş bulup üç kuruş karşılığında çalışabilme talihine erenler, biçiminde tanımlanır olmuş işçiler, o talihlerinin bir parçası durumuna gelmiş iş cinayetlerinde kırılmaktan kurtuldukça kazandıkları kuruşları saçıp savururlarken, içlerinden belki bu tür sorunları iş edinebilecek sendikalara girenleri onda bire bile ulaşamıyor. Başka bir anlatımla, on beş yirmi yıl önce hayatında grev görmemiş işçilerin ne büyük bir çoğunluk oluşturmaya başladıkları yazılıp çizilirken, şimdi aynı çoğunluk hiç sendika görmemişler için de söz konusu ediliyor.

Üniversitelerin sayısı ile birlikte akıl erdirip başlarını kaldırdıkları için damlara düşen üniversite öğrencilerinin sayısı da artıyor ve yine de onlara seyir bakmaktan bile korkarak ya da başka nedenlerle umursamayanlar büyük çoğunluğu oluşturmaya devam ediyorlar.

Ve bunlarla benzerlerini sayıp dökmeye kalkmak ne kadar boşuna bir çaba…

Ama, bir de, “Yine de iyimserlik” deyişi var elbet bizim büyük şairimizin:

“Kardeşim
sonu tatlıya bağlanan kitaplar yollayın bana

uçak sağ salim inebilsin meydana

doktor gülerek çıksın ameliyattan
kör çocuğun açılsın gözleri

delikanlı kurtarılsın kurşuna dizilirken

birbirine kavuşsun yavuklular
düğün dernek yapılsın hem de

susuzluk da suya kavuşsun
ekmek de hürriyete

kardeşim
sonu tatlıya bağlanan kitaplar yollayın bana
onların dedikleri çıkacak
eninde de sonunda da…”

Bu yarı çocuksu yarı dinsel iyimserliğe, her zaman diyemesek bile, sık sık ihtiyaç duyarız genellikle de en zor zamanlarda. Zaten yukarıdaki dizeler de zor zamanların ilk akla gelen örneklerinden biri olan mahpus damında yazılmış.

En az bu dizelerin yazıldığı mahpus damları kadar meşruluktan yoksun, eziyet ve işkence yanı ise daha da geliştirilmiş bugünkülerde de böylesi iyimserliklere ihtiyaç duyulmaktadır elbette. Sadece hapishanelerde değil, devasa bir hapishaneye dönüştürülmüş ülkemizin tümünde de…

Lakin, bütün ömürler iyimserlikten ibaret olsaydı eğer, kötülüklerin egemenliği sonsuza kadar
sürerdi.
__________________________
Not: Dost okurların izniyle, bir ya da iki haftalığına, kısa bir mola istiyorum.