“Kökü Dışarda”

Bizim ülkemizdeki siyaset literatürünün, ondan önce, siyasal pratiğin oldukça eski, dolayısıyla içerde mi dışarda mı olduğu bir yana bırakılırsa, köklü bir deyimidir. Deyim olmasına deyimdir de, ilk bakışta herhangi bir edepsizlik görünmese bile edebe uygun değildir, öyle algılanmaz ve biri öbürüne bu yakıştırmayı yaptığında, sövgü olarak anlaşılır.

Bu kadar da nesnel ve soğuk kanlı yazmanın alemi yok: Bu sövgü, en çok, solculara karşı kullanılmıştır. Hatta, bir sağcı politikacının bir başka sağcıya “kökü dışarda” diye sövdüğü pek görülmemiştir. Burada anlatımı “en çok” ve “pek” sözcükleri ile yumuşatmanın aşırı ihtiyatlılık ya da sağlamcılık göstergesi olduğu yolundaki bir eleştiri ya da suçlamayı kabullenebilirdim bundan on onbeş, hatta üç beş yıl önce olsaydı… Gerçekten de onlarca yıldan bu yana siyasette kökü dışarda denilenler hep solculardı. Oysa, şimdilerde, sağcıların sağcıları, milliyetçi faşistlerin dinci faşistleri kökü dışarda olmakla suçladıklarını izliyoruz. Daha tam da bu deyimi kullanmadılar galiba ama yakındır.

Buradan şöyle bir sonuç çıkarırsak, çok mu indirgemecilik yapmış oluruz acaba: Demek ki, solculara kökü dışarda suçlamasını yöneltmenin gerçekliğe hiç mi hiç uygun düşmediğini fark ettiler ve en kaba propagandanın bile gerçek duruma en azından teğet geçmesi gerektiğini anlayarak bu söylemden vazgeçtiler.

Olabilir mümkündür.

Bununla birlikte, “kökü dışarda” yakıştırmasının bir küfür olarak algılanmasını, biraz ya da çokça zorlayarak, yabancı düşmanlığı (xenophobia) ile ilişkilendirmek de mümkündür. Öyle ya, eskilerin deyişiyle mefhumu muhalifinden gidilirse, kökü dışarda olmak kötüyse eğer, iyiliklerin hep içerden, bizden çıkacağı dışardan, yabancı olanın kötülük anlamını taşıdığı kabul ediliyor demektir. Tamam da, ülke sevgisi, yurtseverlik, emperyalizm karşıtlığı gibi duyguların ve tutumların da yabancı düşmanlığı ile ilişkilendirildiğini hatırlamakta yarar var. Dolayısıyla, en iyisi, bir fikir jimnastiği olarak büsbütün de yararsız olmadığını kabul etmekle birlikte, bu yabancı düşmanlığı argümanını fazla ciddiye almamak…

Bu deyimin siyasilerce ilk kullanılışının 1947 yılında olduğuna ilişkin bulgulara rastladım. Herhalde yanlış değildir. İlk olmasa bile, bugün hatırlanabilen ilk kullanımdır herhalde. O yıl kullanan siyasetçi ise ilginç bir kişi: Heidelberg’te Hukuk doktorası yapmış, kırklı yıllarda Ticaret ve Devlet bakanlıklarında bulunmuş, Gaziantep milletvekili Cemil Sait Barlas. Bugünün iflah olmaz sol düşmanı, tepedeki düzen siyasetçilerinin ailecek tanışmaktan yanağını okşamaya kadar değişen ölçülerde yakını olmakla tanınmış gazetecisi Mehmet Barlas’ın babası.

Baba Barlas o yıl, Meclis’te yaptığı bir konuşmada, Markopaşa dergisi ve onu çıkarmakta olan solcular, Aziz Nesin, Sabahattin Ali ve Rıfat Ilgaz için böyle diyor. Sabahattin Ali ise 16 Aralık 1947 tarihli Markopaşa’da “Ayıp” başlığını taşıyan yanıtında şöyle yazıyor:

“...Vatanımızın istiklali üzerine en küçük bir gölge düşmesin, istiklal anlayışımız Atatürk’ün çizdiği yoldan ayrılmasın dediğimiz için mi kökümüz dışarda?

Bin bir hileli yoldan bağrımıza sokulup bizi tekrar yarı müstemlekeliğe sürüklemek isteyen sömürücü yabancı sermayeye karşı uyanık bulunmayı istediğimiz için mi kökümüz dışarda?”

Bu kökü dışarda sövgüsü ile ilgili argümanlar da aşağı yukarı hep böyle olmuş zaten.

Bu hafta böyle daldan dala atlayarak gideceği belli olan bu yazının şimdi atladığı Markopaşa dalında biraz devam edelim.

Ülkemizin yayıncılık tarihinin bu çok ünlü dergisinin birkaç sayıda bir kapatıldığı, her defasında da tutuklanmayıp dışarda kalanlar tarafından, “paşa” bölümü korunarak yeni bir adla çıkarıldığı bilinir: Merhumpaşa, Malumpaşa, vb... Bir ara, işler o hale gelir ki, sağcılar tarafından, sahte “…paşa”lar yayımlanmaya başlanır. Şöyle bir çözüm bulunur bunun üzerine: Paşa yerine Baba denir ve başına da Ali eklenerek Alibaba adıyla yayımlanır. İlk sayıda yapılan açıklama ise şöyledir:

“Biz müsamahakâr insanlarız. Paşayı elimizden alanların, bu sefer Babayı da almalarına göz yumarız!”

Yeniden baba Barlas’a dönecek olursak, aslında, Markopaşa’cılara neden kökü dışarda diyerek saldırdığı biraz açıklanmaya muhtaç bir durumdur çünkü, kendisi bütün ellili yıllar boyunca ve altmışların ilk yarısında, bir trafik kazasında ölünceye kadar CHP’nin “sol kanat”ının sözcüleri arasında sayılmıştır. O arada, ellili yıllarda yayımlanmış Pazar Postası adlı haftalık derginin sahibi ve başyazarıdır.

Bu noktada, Pazar Postası’nın adından söz edip geçmek olmaz üç beş de bilgi vermek gerekir. Örneğin, bazı yazarlarını sıralayabiliriz: Nurullah Ataç, İlhami Soysal, Güner Sümer, Asaf Çiğiltepe, Yılmaz Pütün (Güney), Can Yücel, Asım Bezirci, Muzaffer Erdost, Tevfik Çavdar. Biraz da magazin olsun: Sonradan MİT ajanlığının deşifre oluşuyla ün kazanan İktisat profesörü Mahir Kaynak da gençliğinde bir süre bu derginin sorumlu yazı işleri müdürlüğünü yapmıştır.

Günümüzün militan cumhuriyetçi yazarlarından, şair Özdemir İnce’nin Fidel Castro’nun adını ilk kez orada yayımlanmış Tevfik Çavdar imzalı bir yazıdan öğrendiğini söylediği bu dergi, şiirimizdeki “yeni” adıyla anılan iki akımdan ikincisinin filizlendiği iki dergiden de biri olmuştur öbürü Yeditepe dergisidir.

Daldan dala, şimdi de şiir dalına atladığımıza göre, bu kökü dışardalık hususuna yer veren birkaç şiirden de söz etmemiş olmaz.

Bedri Rahmi Eyüboğlu, Nâzım için yazdığı, bazı dizeleri sonradan türkü de yapılan şiirinde şöyle ileniyor:

Sana kökü dışarda diyenlerin kökleri kurusun
Kurusun murdar ilikleri dilleri çürüsün
Şiirin gökyüzü gibi herkesin
Sen Kızılırmak'çasına bizimsin
En büyük demircisi dilimizin
Canımız ciğerimizsin

Melih Cevdat Anday ise rahat, dingin, bilgelikle oturduğu köşesinden “düzenli dünya” ile dalgasını geçiyor:

Yahut akasyanın biri

Başını toprağa daldırdığı gibi

Bir gezintiye çıksa

Merhaba kestane, merhaba çam

Selâmün aleyküm, aleyküm selâm

Kimsin nesin nerelisin derken

Lâf açılır mı bizim akasyanın kökünden…

Bir uğultudur başlar rüzgârda

Kökü dışarda, kökü dışarda!

Yahut ne olur koca bir dağ

Baş aşağı gelsin…

Aman Allah göstermesin.

Bir de Cemal Süreya, hiç eksik olmamış hınzırlığıyla, “Bu Bizimki” dediği aşkını anlatıyor:

Kökü dışarda bir aşk,

Dante ile Beatrice’inkine

Fena öykünüyor.

İşgalci bir aşk bu,

Samanlık sevişenin diyor

Başka şey demiyor.

Sınırlarımızı hiç umursamamış olmayalım diye sadece üç beş dizelerini aktarabildiğim yukarıdaki şiirlerin tümünü okumanızı öneriyorum, bir. Her zaman şiir okumanızı öneriyorum, iki.

Bir de, tamam anladık, kara sakal Marx’ın kökü dışarda, şunun bunun kökü dışarda, ama bağımsızlık düşüncesinin, emek verip üretmenin, sevip sevilmenin, dostluğun, kardeşliğin de mi kökü dışarda, diye söyleyip giden bir şiir vardı kimindi, nasıl söyleyip gidiyordu, bir türlü hatırlayamadım.

Hatırlayan olacak mı bakalım? Bu da yazımızın bulmacası olsun.

Ödülü ne olacak, diye sorulmaz umarım. Ödülü, hatırlamış ve herkese hatırlatmış olmaktır.

Bulmak ve göstermek: Bundan büyük ödül olur mu?