Koalisyonlar dağıldı mı?

Öyle görünüyor.

Gerçi, soruyu şöyle de sorabilirdik: Koalisyonlar dağılır mı, daha doğrusu, sık sık dağılır mı? Böyle sorsaydık da yanıt olumlu olurdu.

Burada bu sözcüğün ilk akla getirdiği anlamdan söz etmediğimizi belirtelim ki, defalarca tanık olduğumuz bir durumu, yanıtı bilinmeyen bir soruymuş gibi ortaya koyma tuhaflığına düşmüş olmayalım. Eskiden bizim ülkemizde de çokça görülen, gelişmiş kapitalist ülkelerin bazılarında ise sık sık ortaya çıkan ve kimileyin çok uzun sürelerle devam eden, birden çok partinin katılımıyla oluşturulmuş hükümetler değil üzerinde durmak istediğimiz. Son örneğine görece kısa sürmüş dsp-mhp-anap hükümetinde rastladığımız bu tür koalisyonlardan değil, ondan sonra kurulan ve hâlâ sürüp giden bugünkü siyasal iktidardan söz edecek bir yazı bu.

Önceki yıllarda da birkaç kez değinmişliğim vardır. Onları hatırlayanlar için bu yazının herhangi bir ilgi çekici yanı bulunmayabilir; hatırlamayanlar ve okumamış olanlar içinse durum o kadar kötü olmayacak herhalde.

Aslında gelişmiş Batı demokrasilerinde, birden çok partinin birlikte kurdukları hükümetlere çok alışılmıştır; hatta Almanya ve İtalya gibi bazılarında on yıllardır tek parti hükümetleri hiç görülmemiştir. Oysa, bizim ülkemizde, egemen sınıfların ve onların siyasal temsilcilerinin gözünde ve dilinde koalisyon, her fırsatta yerden yere vurulan ve başa gelmemesi için çeşitli önlemler alınan bir karabasandır. Yazıyı asıl ilgilendiren bu değil; dolayısıyla, nedenleri üzerinde durmaktansa demokrasimizin gelişmemişliğine bağlayıp geçmekte ve birkaç satırdan beri sürdürdüğümüz bu gelişmiş-gelişmemiş demokrasi muhabbetini kesmekte yarar var. Güzel olduğunu tekrarlama alışkanlığı edindiğimiz ülkemizin eksikliği olarak söylenip duran ve  daha fazla tüylerimi diken diken etmemek için bir kez daha buraya yazmadan sadece d harfi ile başladığını belirteceğim bu sözcüğü ne zaman kullansam, niyetim ya karşı saldırıya geçmek ya da işi gırgıra vurmak olur. Az önceki de  gırgırdan ibaretti zaten.    

Şunu demek istiyorum aslında: On dördüncü yılına doğru giden ve onu tamamlasa bile, 1923 cumhuriyeti ile didişmesinde sayısal ve tarihsel açıdan bir önem atfettiği  on beşinci yılını tamamlayabileceğine ilişkin soru işaretleri ortaya çıkmaya ve dile getirilmeye başlamış bu tek parti iktidarı, bir koalisyon olarak kurulmuş ve sürdürülmüştür. Bununla birlikte, hemen her koalisyon gibi, uzun sürmüş ömrü boyunca ortakları ya da bileşenleri arasında hem sahneye çıkış hem çözülüş bakımından farklı biçim ve şiddette çatışmalarla birlikte var olduğunu eklemekle, bir önceki cümleyi, özellikle de oradaki “tek parti iktidarı” sözlerini çelen bir iş yapmış olmayız.

Şimdi, yazının başlangıcına dönerek, hükümetler düzeyindeki koalisyon ile aşağı yukarı on dört yıldır sürdüğünü belirttiğimiz koalisyon arasında ne fark olduğunu söylemeliyiz. Uzatmadan, hemen görünen farkı dile getirerek, ilkinin açık ikincisinin gizli ya da örtük koalisyon biçiminde adlandırılabileceğini ileri sürmek mümkün görünüyor. Böyle düşünüldüğünde, kapitalizm koşullarında her hükümetin aslında bir koalisyon olduğu söylenebilir; çünkü, sömürücü sınıfların egemen konumda bulundukları toplumda bir sayısal ağırlıkları yoktur, dolayısıyla, siyasal iktidarın organlarından biri olan hükümetleri tek başına iyice küçük bir azınlık oluşturacak herhangi bir siyasal akımın ya da örgütün eline geçirmesi mümkün değildir; zaman zaman mümkün olsa bile, bu tür ele geçirmelerin uzun ömürlü olması imkânsızlık derecesinde güçtür.

Şu son paragraf ittifak sözcüğünü akla getirmiş olabileceği için bu minval üzre birkaç satır daha yazma gereği ortaya çıkıyor.

İttifak, daha çok, toplumsal sınıf ve katmanların siyasal iktidarı ele geçirmek ve/veya sürdürmek için, az çok uzun sürelerle ve aşağı yukarı belirlenmiş hedeflerle bir araya gelip birlikte yürümeleri anlamına uygun düşüyor. Koalisyon ise daha kısa süreli, belli bir sınıfsal tabanı bulunmakla birlikte daha çok siyasal örgütler ya da oluşumlar arasındaki ortaklıkları, birliktelikleri anlatmaya yarıyor. En azından, benim açımdan böyle.    

Peki, başlıkta sözcüğü neden çoğul olarak yazdık? Birden çok koalisyondan, daha doğrusu, iç içe geçmiş koalisyonlardan söz etmeye çalışıyoruz da ondan. Daha bugünkü iktidar partisi ilk ortaya çıktığında demesek bile, çünkü o zaman kimse bu parti üzerinde pek fazla konuşup yazma gereği duymuyordu, şaşırtıcı bir seçim “başarısı” elde ettikten sonra yazılıp çizilmeye başlandığında, bunun bir “tarikatlar koalisyonu” olduğunu söyleyenler çıkmıştı; sayıları azdı belki ve ben de onlar arasındaydım. İzleyen yıllarda, muhtemelen cumhuriyet tarihinde bir ilk olmak üzere, o sıralar genelkurmay başkanı olan orgeneral  Özkök’ün ABD’de verdiği seçim sonuçlarını çok olumlu bulduğu yolundaki demecinin de erken işaretleri arasında sayılabileceği bir AkParti-AsParti koalisyonunun kurulduğunu da yazmıştım. İç ve dış sözcüklerinin ülke sınırları ile ilgili olmadığını ekleyerek bunlardan ilkine iç, ikincisine dış koalisyon demekte önemli bir sakınca görünmüyor.

Buradaki iç koalisyonda yer alan tarikatları, dinsel ideolojiyi kullanan ya da ideolojik-politik söylemlerini İslam dinine dayandırmaya çalışan sermaye gruplarının denetimindeki, en azından onların yönlendirmesiyle davranan oluşumlar olarak görmek mümkün ve yerindedir. Bu koalisyon İstanbul sermayesi diye adlandırılagelmiş büyük sermaye gruplarının da kimileyin açık  kimileyin mütereddit ve örtülü desteğinin yanı sıra, zaten başlangıçtan beri eksik olmadığını bildiği kapitalist-emperyalist dünyanın da arkalamasıyla kısa zamanda büyük işler başarmıştır. Bu arada, daha başlangıçta, en yüksek rütbelinin ağzından kamuoyu önünde verilmiş ve muhtemelen başka yollarla da beslenmiş desteğin yardımıyla, bir AkParti-AsParti koalisyonunun varlığından söz edilebileceğini, şimdiki dönemin en başlarında yazdığımı hatırlıyorum. Bu koalisyon, daha doğrusu onun birincil ortağı olan parti, kapatılmanın da içinde olduğu birtakım badireleri atlattıktan sonra, iç koalisyonun en cüretkâr, en kural tanımaz ortağı konumunu üstlenen tarikatın etkin katkılarıyla, AsParti’yi koalisyon dışına itme becerisini gösterebilmiştir. Daha sonra da, operasyondaki katkısının büyüklüğünden olmalı, cüreti aklının çok üstüne çıkarak koalisyon içinde darbe yapmaya kalkışan bu ortak devre dışı bırakılmıştır. Bunun, benzerleri başka örneklerde de ortaya çıkmış yazılı olan ve olmayan, dolayısıyla kurallı-kuralsız çeşitli servet transferi yolları da kullanılarak  gerçekleştirildiğini gördük; görmeye de devam ediyoruz. Zaten, Türkiye kapitalizmi yirmi birinci yüzyılda bile uygulayabildiği ilkel sermaye birikiminin benzersiz  denebilecek yol ve yöntemleriyle iktisat tarihinde kendine seçkin bir yer edinmektedir, biçimindeki tumturaklı bir anlatımın pek de abartılı olmadığını söyleyebiliriz.              

Koalisyonlar dağı(tı)lınca ne oldu peki? Koalisyonun ikincil ortakları dağıtılmış oldu; iç koalisyondaki saldırgan ortak tam anlamıyla darmadağın edildi, edilmekte. Dış koalisyonun ikincil ortağının ise çok eski ve kurumlaşmış, uluslararası bağlantıları da bulunan bir varlık olduğu için, ilki gibi darmadağın olduğu düşünülemez. Ancak, bir partiden çok, parti kalıntısı olarak kaldığı söylenebilir. Bununla birlikte, sadece harap olmuş bir kalıntılar yığını değil, birtakım iç kenetlenme bağları tümden kopmamış ve ulusal-uluslararası dış bağlantıları da kendisine muhtaç durumdaki bir kurum.

Şu son yazdığımız cümleyi doğrulayıcı olduğu düşünülebilecek güncel bir gelişme, Erdoğan’ın Amerika’ya uçmadan önce, İstanbul’daki Harp Akademileri Komutanlığı’nda genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanları ile kalabalık bir subay topluluğu karşısında yaptığı konuşma idi. Basının genellikle “tek ordu-tek komutan” başlığı ile verdiği bu konuşma, birden çok konuyu kapsamakla birlikte, asıl ve özet olarak, “tek komutanınız benim ve ben de sizi çok severim” anlamını taşıyordu. Birçok görüşme ve pazarlık beklentisiyle çıkılan bir seyahat öncesinde böyle bir konuşmanın gizli anlamları ya da amaçları neler olabilir? Böyle bir soru akla geliyor. Birbiriyle bağlantılı iki amaçtan söz edebiliriz.

Birincisi, salonu dolduran dinleyicilere ve onların üzerinden asıl olarak iç kamuoyuna yönelik bir mesaj: Bundan sonra öyle eskisi gibi koalisyon falan yok, tek komutanınız da benim! İkinci kısmı tam da burada aktardığım sözcüklerle verilen bu mesajın, yeni koşullarla ve benim komutam altında bir koalisyona katılmanız mümkündür, çağrısı olduğu yeterince açık sayılmalıdır.

İkinci olası amaç ise ABD’de karşılaşacağı kendisine epeydir tafra atan büyük başlara karşı, arkamda ve emrimde kimsenin küçümseyemeyeceği bir silahlı güç var, işte görüyor ve işitiyorsunuz, mesajını vermek değilse, ne olabilir?

Sonuç yerine geçebilecek bir toparlama yapılırsa, akp olarak özetlenen iktidar koalisyonları çeşitli iç çatışma ve kopuşlarla sürüp giderek ömrünü uzatabilmeyi başarmıştır; ömrünün sonuna yaklaştığı yolundaki öngörülerin kabul edilebilir dayanakları olmakla birlikte, gerçekleşme zamanını ve biçimini kestirmek hem kolay hem de gerekli değildir. Bunun bilimsel dayanakları sağlam ve inandırıcı, dolayısıyla siyasal yönelişlere belli bir güvenilirlikle yol gösterici olabilecek bir çözümlemesi, bu tür bir yazının harcı olamaz. Ancak şuna benzer bir betimleme de  yapılmaz değildir: İçten içe çürümüş, çürümesi ileri evrelere ulaşmış bir yapı var karşımızda; daha doğrusu, biz de onun içindeyiz. Böyle bile olsa, bizim de içinde yaşamakta olduğumuz yapı çürüme yolunda çok ileri evrelere ulaşmış bile olsa, yine de, bir dokunuş, bir rüzgâr, fırtına falan değil, belki de bir esinti, yanmaya devam eden bir mumu söndürmek için bile gerekli olduğu kadarıyla bir üfleme olmadan, olmaz.

Uyanık ve hazırlıklı olmak, nereye, nasıl dokunmak gerektiğini bilmek koşuluyla elbette; çünkü,  hepimiz o çürümüş yapının içinde olduğumuza göre yıkıntıların altında kalma tehlikesiyle yüz yüzeyiz.