Orgeneral, kurumunun gizli bir yıkıcı örgütlenmenin hedefi durumunda olduğunu söylemektedir.

Koalisyona Ne Oluyor?

Bir bakıma, geçen haftaki yazıdan devam ediyoruz.

Ama, önce, başlıkta adı geçen koalisyona ilişkin birkaç hatırlatmaya ihtiyaç var. Yine burada, Pazar günlerinde yazdıklarımızdan...

Bu koalisyonun AkP ile AsP arasında olduğunu yazmış ayrıca, gerçeklere aykırı düşmeyen bir tür fantezi yaparak, bunun 12 Eylül öncesinde bir türlü kurulamamış olmasından büyük burjuvazinin hep şikayet ettiği, darbeci askerlerin de kurulmuş olsaydı bizim bu işi yapmamıza gerek kalmazdı diyerek aynı şikayete katıldıkları o düşleri süslemekten öteye gidememiş AP-CHP/Demirel-Ecevit koalisyonuna atıfta bulunmak üzere bir de "büyük" sıfatını eklemiştik. Bugünün mağdur rolünü oynamaya çoktan hazır görünen o günlerin "kadiri mutlak" paşası, halkımız evet derse ben de intihar ederim kahramanlıklarına tez elden girişirken, böyle şikayetlerde bulunduğunu hatırlamıyordur muhtemelen ama hatırlayanların sayısı hâlâ çoktur.

Bu Pazar yazılarının birinde, bundan bir yıl ve bir hafta kadar önce, sözünü ettiğimiz koalisyonun niteliklerine ilişkin şöyle bir belirleme yer alıyordu:

"(...) her koalisyonun, büyük ya da küçük, iddialı ya da mütevazı, gönüllü ya da zorlama, nasıl ortaya çıkmış olursa olsun, bir ikili yahut, hiç değilse mantıksal olarak, kimileyin de çoklu iktidar barındırması doğaldır eskiden öte bayatlamış ve çok da yanıltıcı, ama dilimize yapıştırılmış olduğu için kendini dayatan deyişle "eşyanın tabiatı gereği"dir. İktidarın kaynağı ve, dolayısıyla, kendisi tekli olabilecek kadar güçlüyse, koalisyon olmaz. Açık ve örtülü, ilan edilmiş ve edilmemiş koalisyonlar sık sık ortaya çıkıyorsa, bunun nedenini şurada burada aramadan önce, öyle görünmekle birlikte kendileri artık öyle hissedemez olmuş iktidarların güçsüzlüğüne bakmak gerekir."

O sıralarda koalisyonun AkP kanadı, hakkında açılmış kapatma davası ile uğraşıyordu. Sonunda, o badireyi atlattı ve ileri sürülen suçu tescil etmekle birlikte cezalardan en ağır olmayanını veren Anayasa Mahkemesi kararı çıktı. O kararı izleyen günlerde, 3 Ağustos 2008 tarihli Pazar yazısı ise şu saptamayı yapmıştı:

"Bizi ilgilendiren, örneğin, bu sonucun nasıl ortaya çıktığı olabilir. Öncesinde ağzına geleni söyleyip türlü tehditleri dile getirirken sonrasında 'derin bir oh çekmek'ten 'Türk demokrasisine güvenlerine yeni bir kanıt bulma'ya kadar farklı sevinç gösterileri sergileyen AB ve ABD yetkilileri, bu bakımdan öğreticidir. Karara ilişkin olarak dillendirilen 'piyasa dostu' nitelemesi öğreticidir. Erdoğan ile yaptığı en son yanaşma görüşmesinin üzerinden bir hafta bile geçmeden ortaya çıkan bu kararı uzlaşma alkışlarıyla karşılayan E. Özkök'ün hali tavrı öğreticidir. Hatta, altı tane kapatma oyunun yarattığı durumu hukuka, demokrasiye şuna buna aykırı bulup ziyadesiyle rahatsızlık belirten ve artık 'AkP profesörlüğü' unvanını tartışmasız hak eden Özbudun'un verdiği izlenim de öğreticidir.

"(...) sözü uzatmadan, şu kadarıyla da yetinebiliriz: Birincisi, bağımsızlık ve egemenlik durumlarını anlatan niteliklerden bu kadar uzaklaşmış bir cumhuriyette, hiç şaşırtıcı sayılamayacak bir süreç yaşanmış ve yine hiç şaşırtıcı olmayan bir sonuç ya da ara sonuç ortaya çıkmıştır. İkincisi, (...) bugüne kadar olan bitenden çok daha 'gümbürtülü bir kapışma' taraflarca göze alınamamış, aynı anlama gelmek üzere, erken bulunmuş ve ateşkes yahut uzlaşma aranışı türünden deyişlerin uygun düşeceği bir noktaya ulaşılmıştır. Buna 'Amerikan uzlaşması' denebileceği gibi, daha eski ve yaygın bir deyiş olan 'pax Americana' da uygun düşebilir."

Orgeneral Başbuğ'un geçen 26 Haziran Cuma günü yaptığı açıklamaları böyle bir arka plan üzerinde değerlendirmek daha öğretici olabilir.

Öyle yapmaya çalıştığımızda, birkaç vurguyu öne çıkarmak kaçınılmaz oluyor:

Bir kez, Orgeneral Başbuğ, kendilerine karşı bir "fitne ve fesat" örgütlenmesinden söz etmiştir. Arapça "fesat" sözcüğünün bozukluk anlamına geldiğini hatırlamakla birlikte, Batı dillerindeki "conspiracy" sözcüğünün karşılığı olarak kullanıldığını ve bu yabancı sözcüğün hâlâ dilimizde başka bir yaygın karşılığının bulunamadığını hatırlamalıyız. "Konspiratif" örgütlenme, yıkıcı gizli örgütlenme anlamındadır. Orgeneral, kurumunun gizli bir yıkıcı örgütlenmenin hedefi durumunda olduğunu söylemektedir.

İkincisi, aynı orgeneral, "medya üzerinden, asimetrik bir psikolojik harekât" ile karşı karşıya bulunduklarını dile getirmiş ve bu saptamayı vurgulayarak tekrarlamıştır. Aynı vurgulamayı hemen sonraki saatlerde televizyon kanallarında yorum yapan kimseler de tekrarlamakla birlikte, bu yakınmanın daha önceki hangi yakınma ile benzeştiğini hatırlayan olmamıştır. "Asimetrik bir savaş" ile karşı karşıya bulundukları yolunda benzer bir değerlendirme, aynı kaynak tarafından PKK ile bağlantılı olarak da pek çok kez yapılmıştır oysa: bir yanda her anlamda düzenli bir güç, öte yanda nereden hangi kılığa bürünerek geleceği dahil hiçbir şeyi düzenli, aynı anlama gelmek üzere, belli olmayan bir başka güç.

Bunlar, bizim muhayyel koalisyonumuzun ortaklarından birinin kendisini çok fazla sıkıştırılmış hissettiğinin göstergeleri arasındadır. Dolayısıyla, hemen ertesi gün, onları "savunma" konumunda gördüklerini yazan C. Çandar türü fesat örgütü yandaşları çok da haksız sayılmazlar.

Üstelik, orgeneralin bütün patırtının kaynağını oluşturan belgeyi "kâğıt parçası" sayan açıklamalarının üzerinden daha birkaç saat geçmişken, "Ergenekon savcıları"nın o kâğıt parçasından sorumlu tutularak hedefe yerleştirilen kurmay albayı "şüpheli" sıfatı ile sorgulamaya çağırdıkları açıklanmıştır. Aynı günün geç saatlerinde de yasama organında görüşülmekte olan bir yasa tasarısında askeri yargının yetki alanını gündemdeki davaları da kapsayacak biçimde kısıtlayan bir değişiklik önergesi AkP tarafından getirilerek yasaya eklenmiştir.

Bunları, koalisyonun AkP kanadının, gerçekçi ya da değil, kendisini güçlü görmeye ve öyle göstermeye çabaladığının göstergeleri arasında saymakta sakınca yoktur.

Yine buradaki eski yazılarda, hem bizim özgül durumumuzda hem de pek çok başka durumda, koalisyon ile birlikte her türlü sürtüşmenin, itişmenin mümkün ve doğal olduğuna, bunlardan koalisyonun kendisini yok etmeye kadar gidebilecek esaslı kapışmaların ortaya çıkabileceğine, bazı durumlarda da bu yok oluşu önceleyebilecek açık ya da örtülü iktidar kaymalarının ve çokluklarının doğabileceğine değinmiştik.

Nitekim, daha önce göndermede bulunduğumuz 22 Haziran 2008 tarihli yazımızın bir yerinde şu değerlendirme yer almıştı:

"Örtünün, her türlü belden aşağı vuruş da dahil olmak üzere karşılıklı salvoları örtemez hale geldiği besbellidir. Bunun arkası, ya geçici bir ateşkes olabilir ya da tarafların korkularını da toz duman edecek ve "belden aşağı vuruş" deyiminin pek sportif kaçacağı gümbürtülü bir kapışma..."

Bu satırları yazışımızın üzerinden yaklaşık bir ay geçtikten sonra ortaya bir "pax americana" çıktığına değindiğimizden az önce söz etmiştik. Bundan sonra yeni bir amerikan barışı çıkıp çıkmayacağı, en azından, bir yıl öncesine göre daha belirsiz görünüyor. Hepsi bir yana, Amerika'nın kendisi de hem ekonomik kriz ile çok fazla işgal edilmiş hem de en son Amerikan mucizesi Obama'dan sonra içine düştüğü kafa karışıklığını atlatamamış durumdadır. Böyle durumlarda, "müttefikler" için kendi iç kavgalarını sona erdirmek bakımından istisnai sayılabilecek fırsatlar ortaya çıkar.

Sözün kısası, bu aş daha epey su kaldırır. Lâkin, pişmekte olan aşa nasıl ve ne kadar su katılacağı da bir ustalık gerektirir kuşkusuz. Dolayısıyla, ortaya çıkacak aşın kimler için ne kadar yenebilir olacağı sorusunun, şu anda akla yakın görünen birden çok yanıtı bulunmaktadır.